RÖPORTAJ: ZAMBAK KARABAY

Sevgili okuyucularımız Mimar, Sanatçı ve Eğitmen kimliğiyle son dönemde adından çokça söz ettiren Faruk Kırlı ile hayatı ve sanatına dair yaptığım röportajı siz değerli okuyucularımız ile paylaşmak isterim...

Merhaba Faruk Bey...Nasılsınız? Mimar, Sanatçı ve Eğitmen kimliğinizle okuyucularımıza kendinizi tanıtır mısınız?

Merhaba, çok iyiyim. Öncelikle bana zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Faruk Kırlı, İstanbul doğumluyum. Doğuştan boya kalemleri ve renklerle doğan özel çocuklardan birisiydim. İlk orta ve lise öğrenimim boyunca sanatla hep iç içe geçen bir hayata sahip oldum. Daha sonra Lisans eğitimim için Mimarlık Bölümünü tercih ettim. Eğitim alırken ve mezun olduktan sonra İstanbul’da mevcut olan birçok tarihi yapıda çalışma şansına sahip oldum. Önce Topkapı Sarayı’nda daha sonra Milli Saraylar’da çalıştım. Bu yapılar hem mimari anlamda hem sanat kariyerimde oldukça önemli bir döneme sahip oldu. Çok fazla sergi açtım. Türkiye’de ve dünya’da çok fazla şehir keşfettim. Son yıllarda mesleğimle birlikte aktif olarak Çini Sanatını öğrenmeye ve öğretmeye ağırlık verdim. Çok farklı atölyelerde söyleşi ve eğitim programlarıyla daha fazla insanlara ulaşarak onlara bu sanatı anlatmaya ve öğretmeye devam ediyorum.
 

Genç, dinamik ve yetenekli bir sanatçı olarak sanatınızı yapmaya ne zaman başladınız? Sizi bu sanata yönlendiren ne olmuştu?

Aslında bahsettiğim gibi sanatla olan serüvenim çocukluk yıllarında başladı. Çocukluktan itibaren sürekli olarak resim eğitimleri aldım. Lisans eğitimine başladığım süreçte önce fotoğraf sanatıyla tanıştım. Fotoğraf sanatına yaklaşık aktif olarak beş yıl gönül verdim. Bir çok sergi ve ödülle bu sanatı kariyerimde taçlandırdım. BBC Türkiye ve National Geographic başta olmak üzere birçok yayında çalışmalarım ve portfolyolarım yayınlandı. İlk kişisel sergimi Kosova Cumhuriyeti’nde açtım. Bu süreçte Mimarlık eğitimine devam ederken geleneksel sanatları keşfetmeye ve incelemeye de başladım. Genel olarak hep bir merakım vardı, ama zamanını bekledi sanırım. Bir gün Taksim’den Galata’ya fotoğraf çekmeye giderken Altın Eller Festivaline denk geldim. Tüm standları tek tek gezdim ve ustalarla sohbet ettim. O esnada bir stand çok fazla ilgimi çekti. Renkler ve desenler muazzamdı. Yapılan işleri tek tek incelerken stand’daki Çini Ustası benim merak dolu bakışlarımı fark etti ve bana denemek ister misin? dedi. Daha sonra elime fırçayı aldım ve ilk denemeyi yaptım. Çini ustası sende o ışık var yarın tekrar gelir misin dedi ve ben 3 gün boyunca o stand’da bu sanatla gönül bağı kurdum. Beni bu sanatla tanıştıran çok kıymetli Çini Ustam Meryem Buhari’ye ne kadar teşekkürlerimi sunsam azdır. Hala hayatımdaki en önemli rol modellerimden birisidir. Daha sonra Türk İslam Sanatları Merkezinde Hayriye Özcan’la esas macera başladı. Üç yıl eğitim merkezinde eğitim aldım, daha sonra kendi başıma araştırma – inceleme – üretim sürecine girdim. Bu esnada Mimarlık eğitimime devam ettim. 2018’de ikinci kişisel sergimi açtım. Çini sanatının yanında çok farklı geleneksel sanatlar branşlarında da eğitim aldım.

Neden birden fazla sanat branşında eğitim alma ihtiyacı duydunuz?

Sanat adına bir şeyler öğrenmek, denemek ve üretmek beni her zaman çok heyecanlandırırdı. Mesela aktif olarak resim yaptığım dönemlerde karakalem eğitimi alırken aynı zamanda yağlı boya teknikleri üzerine denemeler de yapıyordum. Yine geleneksel sanatlarda da aynı tutum içinde oldum. Çini benim esas branşım oldu. Bir çok ustadan ders aldım, onlarla muhabbet ettim ama bunla yetinmeyip aynı zamanda Yıldız Şale’de Hikmet Barutçugil’den Ebru eğitimi aldım. Daha sonra çeşitli dönemlerde farklı eğitmenlerden Minyatür eğitimleri’de aldım. Aslında baktığınızda benim derdim daha fazlasını öğrenmek. Çünkü geleneksel sanatlar bakımından çok zengin bir coğrafya’ya ve uçsuz bucaksız bir birikime sahibiz. Bunun bilincinde olmak beni her zaman heyecanlandırıyor.

Lisans eğitimini aldığınız Mimarlık disiplini bu sanat üzerinde etkili oldu mu? Türkiye’de bu sanatın Mimarlıkla iç içe geçtiğini düşünüyor musunuz?

Mimarlık bana göre dünyanın en zor ama en keyifli bölümüdür. Şu açıdan çok şanslıydım. Benim eğitim aldığım üniversite biraz daha tasarım ve sanat ağırlıklı derslere sahipti. Eğitim bu şekilde olunca büyük bir zevkle bu süreci tamamladım. Çini sanatında desen tasarımı ile mimari bir projenin tasarlanması hemen hemen aynı süreçlere sahipti. Belki de benim çini sanatını bu kadar sahiplenmemdeki temel durum bu olabilir. Bir çiçeği stilize ederken yapraklarındaki oran ve orantı bizim için çok önemli. Tıpkı bir yapıyı tasarlarken insanı referans almak gibi bir şey bu. Bundan dolayı mimarlık disiplini benim bu sanatta gelişimime ve çok iyi tasarımlar yapmama çokça yardımcı oldu.

Tarihsel süreçte böyle olduğunu düşünüyorum. Topkapı Sarayı’nda çalıştığım süreçte çok fazla detay ve örnek incelemiştim. Daha sonra bu sanatla aktif olarak ilgilendiğim süreçte şunu fark ettim ki tüm Çinilerin bir alt metni ve anlatmak istediği bir mesaj var. Aslında mekan tasarlanırken aynı zamanda Çinilerdeki kompozisyonda o mekana göre hazırlanmış oluyor. Osmanlı bu süreci muazzam bir şekilde yönetirken aynı durum bir önceki medeniyetlerde mesela Selçuklu’da da mevcut. Sarayları süsleyen birçok çini gündelik hayattan ve saltanattan izler taşıyan bir belge olarak bugünlere kadar aktarılmış. Sonuç olarak baktığınızda bu sanat mimari uygulamada en aktif kullanılan sanat branşlarından birisi olmuş. Bugün aynı ihtimama sahip olduğumuzu düşünmüyorum.

​​​​​​​  

Bir Mimar ve Çini Sanatçısı olarak sizce İstanbul’da hangi yapılar keşfedilmeyi bekliyor?

Sanırım röportajın en zor sorusu bu. İstanbul başlı başına adeta bir açık hava müzesi. Çini Sanatı ve Mimarlık olarak ele alacak olursak benim için birinci sırada Rüstem Paşa Camisi ve Çinileri gelir. Acilen bu caminin ibadete kapatılıp müze olarak açılmasını düşünenlerdenim. Bu yapıda inanılmaz kompozisyonlar ve detayların dışında muazzam bir renk kalitesi de görülmektedir. Aynı zamanda birçok caminin dışında özellikle padişah türbelerinin çinileri görülmeye değer kompozisyonlara sahip. Üçüncü ve son olarak İstanbul’un kalbi olan Topkapı Sarayını eklemek isterim. Birbirinden nadide saray yapıları ve mekanlarda kullanılan çinileriyle dünya çapında çok önemli bir yapı kompleksi. Bunlar tabi ki bazıları aslında bu soru başlı başına bir röportaj konusu bile olabilir bu soru.

Ne tür sanat eserleri üretiyorsunuz? Felsefi olarak temanız nedir? Tarihten bugüne miras kalan örnekler hakkında neler düşünüyorsunuz?

Çini sanatıyla tanıştığım ilk dönemde tüm desen üsluplarını, bitkisel ve hayvansal birçok kompozisyonu inceledim. Röprodüksiyon anlamında klasik dönemdeki birçok eseri çalıştım. Tüm klasik renkleri tek tek ele aldım. Bu süreçlerle beraber sürekli daha farklı ne yapabilirim diye düşünürken kendime bir dönem seçmenin işimi daha da kolaylaştıracağımı düşündüm. Daha sonra desen tasarımı ve renkleri açısından Büyük Selçuklu Dönemi çinileri beni kendisine hayran bıraktı. Önce bir iki deneme derken bir anda kendimi bu sürecin içinde buldum. Çok fazla tez ve makale kaynaklı dökümantasyon inceledim ve dünya müzelerinin kataloglarına baktım. Aslında tasarımlarımda tema olarak sanatımı ele alacak olursam en büyük sorunsalım sanırım insan ve mekan olgusu. Yaratılan en muhteşem canlı olan insanı ele almak, onun yaşama biçimini ve ruhsal dünyasını tasarımlarıma aktarmak beni daha fazla tatmin ediyor diyebilirim.

Eserlerinizin konusunu seçerken faydalandığınız veriler nelerdir? Mimarlık eğitiminizin bundaki etkisi nedir? Temalarınızı nasıl buluyorsunuz?

Bahsettiğim gibi çok fazla araştırma yapıyorum. Akademik anlamda çok fazla kaynak inceliyorum. Fırsat buldukça Türkiye’deki birçok şehri ve müzeyi gezerek bu anlamda kendimi beslemeye devam ediyorum. Mimarlık disiplini daha fazla sorgulamama ve tasarım anlamında benim daha donanımlı olmama olanak sağlıyor. Bu anlamda temalarımdaki çıkış noktası çoğunlukla insan ve doğa olduğu için Selçuklu Dönemi Çinileri bana çokça yardımcı oluyor.

Siz tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz ve çalışmalarınızla vermek istediğiniz mesaj nedir?

Şu benim tarzımdır diye bir iddaya sahip değilim. Ama bana gelen geri dönüşler yavaş yavaş aslında benim bir tarzım oluştuğunu gösteriyor. Sergilerimi gezen ve sosyal medyadan beni takip eden birçok insan gerek renklerden gerekse fırça hareketlerimden benim çalışmalarımı ayırt etmeye başladı. Çalışmalarımın çoğunda özellikle Selçuklu tasarımlarımda genellikle her desen kendi alt metnine sahip. Mesela çokça taht sahnesi ve hükümdarlık kompozisyonları çalışıyorum ve tasarlıyorum. Kompozisyondaki her detay ve her renk gücü ve saltanatı sembolize ederek aslında bu deseni tamamlıyor. Genelde kişisel sergilerimde tüm eserleri tek tek anlatmayı ve insanları bu anlamda bilinçlendirmeyi çok seviyorum.

Çini sanatında Selçuklu Dönemine ağırlık veren ender isimlerden birisiniz. Neden Osmanlı Dönemi değil de Selçuklu Dönemi sizi cezbetti?

Güzel bir soru. Öncelikle böyle düşündüğünüz için teşekkür ederim. Yaklaşık 3 yıldır Selçuklu dönemi çinilere ağırlık verdiğim ve bu anlamda daha fazla tanındığım doğru. Bundaki temel etken sanırım Osmanlı Dönemi çini sanatında insan ve hayvansal kaynaklı motiflere çokça yer verilmemesi. İslamiyetle beraber yasaklanan insan sureti resmetmek Osmanlı’nın aksine Selçuklu’da çokça tercih edilmiş. Selçuklu döneminde üretilen birçok eser aslında tarihi bir belge olarak resmedilmiş. Sanırım anlatmak istediği mesaj, çeşitli tekniklerin olması, kompozisyon zenginliği ve renklerin çok farklı olması beni oldukça cezbetti.

​​​​​​​

Selçuklu Mimarisinde Çini Sanatı: Söyleşi ve Eğitim Programlarınız oldukça beğeni topladı. Bir çok şehirde söyleşi gerçekleştirdiniz. Sizce bu eğitimler amacına ulaştı mı? Neden böyle bir amaç edindiniz?

“Selçuklu Mimarisi’nde Çini Sanatı Söyleşi ve Workshop” programı adı altında bugüne kadar ondan fazla programa imza attım. Neden böyle bir amaç içine girdim? Sanırım elimdeki kaynakları daha fazla insana aktarmak en büyük amacım oldu. Çünkü çokça desen, teknik ve akademik veri arşivimde oluşmaya başladı. Bende bunları daha fazla kişiye ulaştırmak adına böyle bir çaba içine girdim. Sonuç umduğumdan daha iyi oldu. İnsanlar çok fazla ilgi gösterdi. Sosyal medyadan mesajlar yağmaya başladı ve akademik anlamda birçok isim bana destek oldu, tebrik mesajları attı. İstanbul başta olmak üzere İzmir’deki atölyelerde söyleşiler gerçekleştirdim. Yakın zamanda Ankara ve Bursa’da da söyleşi programım gerçekleşecek. Genellikle her söyleşide bir deseni konu olarak ele alıp o desen üzerinden bu sanatı gelişim sürecini anlatıyorum. Söyleşi sonunda o deseni Workshop’ta çalışıyoruz ve bu eğitimi ölümsüzleştiriyoruz.

Çini Sanatı Akademik anlamda ne durumda? Sizce günümüzde yeteri kadar kaynak ve veri mevcut mu?

Akademik anlamda çok kıymetli eğitim kurumları ve hocalar mevcut. Bir çoğuyla sürekli olarak görüşüyorum. Ama bununla birlikte kaynak ve veri anlamında daha fazla belgeye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Elimizde çok fazla örnek olmasını kaynak anlamında yeteri kadar verimli kullanamıyoruz.

Geleneksel Sanatlara son dönemlerde ilgi oldukça arttı? Sizce bu durumun olumlu/olumsuz yanları nelerdir? Sizce bu sanatın geleceği var mı?

Geleneksel sanatlara ilgi son dönemde gerçekten oldukça arttı. Sanırım bu sanatları babaannelerimizi ahşap sandıklarından çıkarmaya ve keşfetmeye başladık. Sosyal medyanın ve genç sanatçılarında bu anlamda büyük payı olduğunu düşünüyorum. Sadece şu anlamda endişeliyim, popülarite bir zaman sonra bozulmayı da beraberinde getiriyor. Umarım yıllar sonra geriye dönüp baktığımızda geleneksel sanatlarımız da bozulmaya uğramaz. Bu sanatların geleceği olduğunu düşünenlerdenim. Yıllar önce Matrakçı Nasuh’un nakşettiği bir İstanbul Minyatürü bugün elimizde ve bizim için çok kıymetli. Yıllar sonrada aynısının olacağını düşünüyorum. Geleneksel sanatlardan geleceğe miras kalan her eser aslında çok önemli bir veri olarak gelecekte keşfedilmeyi bekleyecek. ​​​​​​​


Sizce bu sanatla ülkemizi dünyada temsil edebiliyor ve gelecek nesillere aktarabiliyor muyuz?

Son yıllarda evet. Ama daha fazlasını yapabilecek potansiyele sahip onlarca usta ve sanatçımız var. Eserleri başyapıt niteliğinde ve hepsi çok kıymetli isimler. Bu anlamda hem bir bilinç oluşturmak hem de bu sanatı geleceğe miras bırakmak için devlet politikasının ve reklam – tanıtım kültürünün çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Geçtiğimiz yıllarda Yeni Cami Hünkar Kasrı’ndaki “Sır Altı – Sır Üstü” isimli kişisel serginizle dikkatleri üzerinize çektiniz. Eserlerinizin ve serginizin bu kadar beğenilmesini bekliyor muydunuz?

Hiçbir başarının tesadüf olmadığını düşünenlerdenim. Yetenek konusu tabi ki tartışmaya açık olabilir. Ama çok fazla efor sarf ettiğim ve emek verdiğim ortada. Sanırım o yılın en iyi sergilerinden birisiydi. İstanbul Ticaret Odası sponsorluğunda harika bir projeye imza atmıştık. “Sır Altı – Sır Üstü” sergisi tam beş yılın ürünü olan ikinci kişisel sergimdi. Beni o sergiyle ve eserlerimle tanıyan yüzlerce sanatsever oldu. Benim için çok kıymetliydi. Eserlerimin çoğu yurt dışına gitti, bir kısmı özel koleksiyonlarda yerini aldı. O serginin bu kadar beğenilmesini ve takdir görmesini açıkçası bekliyordum.

Sanatınızı icra ederken tema oluşturmak için çok detay çalışma yapmanız gerekiyor mu?

Detay çalışmak için çok fazla örnek inceliyorum. Kendi branşım başta olmak üzere diğer sanat branşlarını da sürekli araştırıyor ve yapılan eserleri  gözlemliyorum. Her fırsatta çokça sergi geziyorum ve gezdiğim her sergi benim için ders niteliğinde oluyor. Bazen bir desen, bazen bir renk, bazense bir çerçeve bana çok fazla şey katıyor.

Kendinize ait bir atölyeniz var mı? Bu sanatı icra etmek için bir mekan gerekli mi ?

Kendime ait kişisel bir atölyeye sahip değilim ama 2018’in sonundan itibaren sanatçı arkadaşlarımla beraber Üsküdar’da çok keyifli bir atölyemiz var. Üsküdar’da bulunan “Düş Bahçeleri” sanat atölyemizde çini, ebru, mozaik ve seramik eğitimleri veriyoruz. Aynı zamanda atölye sergilerine de hazırlanıyoruz.

Düş Bahçeleri Sanat Atölyenizde eğitim veriyor musunuz? Öğrencileriniz sanatı öğrenirken zorlanıyor mu?

Evet... Ocak ayından itibaren kendi atölyemde de eğitimler vermeye başladım. Cuma ve Cumartesi olmak üzere iki grupla derslere devam ediyoruz. Kolay bir sanat olduğunu söyleyemem. Çok farklı aşamaları olan uzun soluklu bir sanat branşı. Bir çoğu severek geldiği için başta zorlansalar da bir süre sonra adapte olabiliyorlar

“Düş Bahçeleri” Faruk Kırlı ve Öğrencileri çini serginiz büyük beğeni aldı. Sizce bu sanatı öğretmek mi daha zor? Bu sanatı yaşatmaya çalışmak mı?

Teşekkürler. Adalar Kültür Derneği’nde harika bir sergiye imza attık. Büyük beğeni aldı. Sergide yer alan tüm öğrencilerime tekrar çok teşekkür ediyorum. Bence ikisi de çok keyifli. Zor olduğunu düşünenlerin mücadele vermekten veya zevk almaktan kaçındığını düşünüyorum.

Son dönemde kişisel sergilerinizle ve yer aldığınız karma sergilerle de adınızdan sıkça söz ettirdiniz. Ayrıca ülkemizi defalarca kez yurtdışında temsil ettiniz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Kısa zamanda çok fazla yol kat ettim. 3 Kişisel 40’tan fazla karma sergide eserlerim sergilendi. Yurt dışında Paris, Tokyo, Prizren, Girne gibi dünyanın önemli şehirlerinde; yurt içinde İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere 20’ye yakın şehirde sergiler açtım. Sergi açmak veya bir sergide yer almak beni çok fazla heyecanlandırıyor. Her sergide çok fazla sanatçı ve sanatseverle tanışıyorum. Bu beni besleyen en önemli kaynaklardan birisi. Bu yüzden hiç bilmediğim bir şehirde sergi açmak beni çok fazla tatmin ediyor. Hedefim 81 ilde sergi açmak ve bu toprakların sanatını bu ülkenin geleceğine yeni bir kuşak olarak miras bırakmak.

Eserlerinizin bazıları özel koleksiyonlarda yer almaya başladı. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Son dönemde özellikle ikinci kişisel sergimin ardından birçok eserim koleksiyonlarda, sanatçılarda ve yerel yönetimlerde yer almaya başladı. İmzamın ve çalışmalarımın bu kadar değerli olması benim için gurur verici. 2019’un başından itibaren Türkiye’nin üç büyüklerinden birisi olan Galatasaray’la tasarım ve uygulama anlamında çalışma içindeyiz. Şimdiden kulüp adına üç eserim Galatasaray Spor Kulübü Koleksiyonu’na dahil oldu. Yakında müzede sergilenmeyi bekliyor. Bu anlamda son aylarda beni en çok heyecanlandıran süreç buydu sanırım.

Geleneksel Sanatlarda kendinize rol model olarak aldığınız bir isim var mı? Ayrıca branşınızda örnek aldığınız bir sanatçı var mı?

Çok sevdiğim ve çok değer verdiğim onlarca hocam var. Hepsi birbirinden kıymetli ve onlarla çalıştığım için çok şanslıyım. En büyük şansım ilkokuldan itibaren çok donanımlı eğitmenlerle çalışmak oldu. En çok ders almak istediğim isim benim gibi Mimar olan ve Geleneksel Sanatlara gönül veren Nusret Çolpan’dı. Maalesef yakın zamanda kaybettiğimiz için kısmet olmadı. Çini Sanatı’nda da çok iyi ustalarımız var. Ama tarihsel süreçten bugüne baktığımda renk kullanımları, desen ve kompozisyon kalitesi ve işçiliğiyle beni en çok etkileyen Baba Nakkaş dönemi ustaları ve eserleri olmuştur. 

Yaptığınız eserlerin başarılı olabilmesi için sizce olmazsa olmaz koşul nedir? Olmazsa olmazı insanların kalplerine mi hitap etmeli. Çini sanatı öğrenilecek bir şey midir? Yoksa yetenek mi daha ön planda?

Bu anlamda başarı ve kalitenin göreceli olduğu bir gerçek. Bunu en çok sergilerde tecrübe ediniyorum. Benim çok beğendiğim bir eserim bazen beğeni almıyor. Eserin karşı tarafta uyandırdığı duygu yoğunluğu onu başarılı, güzel veya kaliteli kılıyor. Aslında bu anlamda tamamen göreceli bir durum. Tasarım ve işçilik kalitesinde en iyisi için mücadele vermeye devam ediyorum. Yetenek, disiplin ve sabır bu sanatın öğrenme sürecinde oldukça etkili.

  

Son dönemde çeşitli ödüllerle onurlandırıldınız. Beğenilmemek ve eleştirilmekten korkuyor musunuz? Sizce genç yaşta bu kadar başarılı olmanın ne gibi zorlukları var?

Ödül’e layık görülmek ve takdir görmek sanat sürecimin gelişiminde oldukça etkili. Beğenilmemekten korkmuyorum diyemem. Yaptığım her işte önemli olan önce kendi içime sinmesi ve yapabildiğimin en iyisinin olması. Çoğunlukla bunu başarabildiğim için genellikle iyi işlere imza atabiliyorum. Geleneksel sanatlarla genç yaşta tanışmak benim için büyük şans oldu diyebilirim. Tabiki zorlandığım süreçlerde olmuyor değil ama zoru başarınca elde ettiğiniz zafer daha kıymetli oluyor.

Eserlerinizi yaparken çektiğiniz zorluklar var mı? Olur ya şimdi sanatınızı icra ederken maddi ve manevi harcamalar da önemli...

Çini Sanatının bir ekip işi olduğunu düşünüyorum. Bir eser ortaya çıkarmak istediğinizde önce ham madde temin etmeniz gerekiyor. İyi bir ham maddeye sahip değilseniz istediğiniz sonuçlara ulaşmanız çok zor. Bu yüzden malzeme konusunda çok iyi bir ustayla çalışıyorum. Daha sonra eserin tasarım ve uygulama kısmı devreye giriyor. Bu aşamada kendi imzamı atıyor ve tamamlanmış çalışmamı sır ustasına teslim ediyorum. Bu işin merkezi olan Kütahya’daki bir sır ustasıyla iki yıldır aktif olarak çalışıyoruz. Bizim sanatımızın ustalık isteyen evresi sırlama ve fırınlama işlemi olduğu için Kütahya’dan gelen çalışmalarla çok kaliteli bir sonuca ulaşmış oluyorum. Bunların hepsini ele aldığınızda hem maddi açıdan, hem de manevi açıdan tabi ki çok yorucu bir süreç.

Sanat eserlerinizin tanıtımını nerelerde yapıyorsunuz ve faydalı oluyor mu? Sizce Çini Sanatının başkentleri sayılan İznik ve Kütahya bu sanata gereken önemi gösteriyor mu?

Son dönemlerde çok fazla sergide ve festivalde yer aldım. Bu sayede eserlerim ve çalışmalarım çok geniş bir kitleye ulaştı. Bununla beraber sosyal medyayı aktif olarak kullanmaya ve orda da eserlerimi paylaşmaya devam ediyorum. İznik ve Kütahya alanında muhteşem üstadlara ve hocalara sahip. Onların varlığı bu sanatın devamı için çok önemli. Çini sanatı renkleri, desenleri ve kalitesiyle daha fazla tanıtımı ve reklamı hak ediyor. Bu anlamda daha fazla çalışma yapılması bu sanatın kültür ve turizm anlamında daha iyi kalkınmasına vesile olacaktır.

Yakın zamanda gerçekleştirmeyi düşündüğünüz yeni bir proje veya sergi var mı?

İki yıldır “Selçuklu Saray Çinileri” koleksiyonum üzerinde çalışmalara devam ediyorum. Bu koleksiyon büyük beğeni aldı ve oldukça ilgi çekti. Selçuklu devletine başkentlik yapan tüm şehirlerde bu projeyi sergi olarak açmak istiyorum. Bununla birlikte İstanbul başta olmak üzere şehir dışında da sergi, söyleşi ve eğitimlere gelecek dönemlerde devam ediyorum. Uzun vadeli olarak bu sanatın yurt dışında daha fazla tanıtımı için sergiler ve festivallerde programlarım arasında.

Son olarak eklemek istedikleriniz?

Son olarak şunu eklemek istiyorum. Herkesin öğrenmesi gereken veya merak ettiği bir sanat branşı muhakkak vardır. Öğrenmek için çok geç kalmayın derim.Özellikle çocukların erken yaşta sanatla tanışmalarını, bol bol sergi ve müze gezmelerinin kültürel miras açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda hem ailelere hem de eğitim kurumlarına büyük iş düşüyor.