OPERA VE BALE SANATI’NIN OLACAK O KADAR’I: FERDİ ATUNER

RÖPORTAJ: YAŞAR ŞENYÜZ

Ferdi Atuner’I yeşilçam sinemasından, televizyon dizilerinden, en çokta rahmetli Levent Kırca’nın Olacak O kadar adlı televizyon skeçlerinden tanıyordum. Bir çok farklı karakterde oynayan bu ünlü oyuncuyu yakından tanıyınca ne kadar mütevazi bir kişiliği olduğuna şahit oldum. Kendisi ile bir açılış sonrasında Üsküdar’dan vapurla Eminönü’ne seyahat ettik. Ben dururmuyum hemen ses cihazımı açtım ve sohbetimizi ses getirecek bir röportaja çevirdim…

-Ferdi Atuner kimdir? Yeşilçam serüveniniz nasıl başladı anlatır mısınız?

-Televizyonda oynamaya başladıktan bir müddet sonra, 1965’ten sonraki yıllarda Yeşilçam beni keşfetti.

-İlk olarak oynadığın film hangisi idi? Tahminen kaç sinema filminde oynadınız?

-İlk olarak TRT’nin yapmış olduğu siyah beyaz ‘Sekiz Sütuna Manşet’  filminde  oynadım. Ondan sonra yavaş yavaş, TRT’deki arkadaşlar  birbirlerine tavsiye ede ede, benim televizyon maceram başlamış oldu. Daha sonra sinemaya geçtim. Ama şu anda sorarsanız ilk sinema filmimi onu hatırlamıyorum. 1oo’ün üzerinde sinema filminde oynadım. Ferdi Altıner filmografisi diye baktığım zaman sürüyle çıkıyor, kimlerle çekmemişim diye bakıyorum. Aşağı yukarı bütün jönlerle beraber oynamışım. Kadir İnanır, Hülya Avşar, Cüneyt Arkın ve birçok konuk jönlerle oynadım. Yani güzel bir Yeşilçam serüveni böylelikle başlamış oldu. Böyle bir fırsat bana belki de Tanrı’nın bir lütfu olarak verildi, şükrediyorum.  Ya beni sevdiler, seyirci sevdi, ya da kamera sevdi, kameraman , yönetmen sevdi ve bugüne kadar bu şekilde geldik.

-Ferdi’ nin çocukluğu nerede ve nasıl geçti?

-Efendim benim çocukluğum Kumkapı’da Nişanca’da güzel bir evde geçti. Sağımızda solumuzda Ermeni  ve Rum , diğer taraftan da Türk komşularımız vardı. Bilenler bilir eski İstanbul evlerinin arkaları bahçe idi ve tesadüf bizim evimizin bahçesi de Ermeni Patrikhanesinin duvarı ile ayrılıyordu. Biz her  sabah bir yandan çan sesiyle, karşı taraftanda  ezan sesiyle uyanırdık. Ondan sonra yavaş yavaş mahalle uyanır, ‘ Parimera, Pariyedang, Paridesang’ diyerek bir taraftan Rum bir taraftan Ermeni komşular birbirleri ile selamlaşır, bizim Türkler de ‘ Merhaba, nasılsın, iyi misin?’ diye evden eve haber  yollardı. Böyle güzel bir mahalle çocukluğumuz oldu. Ondan sonra okul başladı. Benim babam  Türk Sanat Müziği meraklısı idi ve çok iyi ud çalardı. Ben doğduktan sonra profosyonelliği bırakmış, başka işle meşguldü. Bizim evde daima radyoda ‘Klasik Türk Müziği’ dinlenirdi. Babam ‘Opera Saati’ ni kaçırmaz, operanın aryalarını dinlerdi ve bana operadaki aryanın konusunu anlatırdı. Neden bu arya söyleniyor. O zamanlar tenorlar  revaçtaydı.’ E lucevan le stelle’ diye  ‘Tosca Operası’ndan bir arya vardır. Onu anons ettikten sonra spiker ‘bak oğlum bu suçsuz yere hapse atılan bir kişi, bir başka adam var komiser, o  bu kadını seviyor, o kadın da bu tenorün sevgilisi, komiser onu zindana attırıyor ve idama yolluyor, idama yollanırken söylemiş olduğu arya bu’ diye anlatırdı. Ve ben bunları dinleye dinleye,  kulağım bunlarla doldu.

-Yani  masal yerine aryalar dinlemişsiniz.

-Evet evet aryaların konularını anlatıyor, ben de onu dinliyordum. Ben 14 yaşındaydım babam rahmetli olduğunda. Bir gün ’Opera Saati’ni dinliyorum, ‘E lucevan le stelle’ başladı, ben operacı olacağım dedim.  Bu arada Türk Sanat Müziği ile ilgili de birçok şarkı dinliyordum. Sevdiğim sanatçılardan biri de rahmetli Münir Nurettin Selçuk’tu. Mesut Cemil korosunun klasik eserlerini dinliyor, büyük zevk alıyordum.  Saint Benoit’ da okudum ,okulda İstiklal Marşı güzel söylenmezdi. Bizim okulun müzik öğretmeni de Münir Ceyhan’ dı. ‘Orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür’ şarkısının bestecisi . Bizim sınıfa geldi bir gün ‘çocuklar İstiklal Marşı’nı söyleyeceğiz’ dedi. Gruplara ayırdı, benim olduğum gruba gelince durdu ‘Atuner sen dersten sonra beni gör’ dedi. Yatılı okuyordum  ‘Çarşamba günü konservatuara gel’ dedi. Konservatuarda şan öğretmenliği yapıyordu. Daha okulun kapısına doğru yaklaşıyorum,   her cam açılı olan yerden trompet sesi,  keman sesi , operacıların çalışmalarının egzersiz sesi geliyordu, güzel bir konservatuardı. Münir Ceylan’ın odasına girdim. ‘Atuner gel bak sana kimi tanıştıracağım, Meral Karaoğlu’ dedi.

Meral Karaoğlu sonradan Menderes oldu. Türkiye’nin yetiştirdiği   en değerli, en ünlü ve en güzel sesli sopranolarından biriydi. Meral abla ile birlikte çalışmaya başladıktan sonra arada yaş farkı kalmadı, dostluk oluştu. Oturup konuşuluyor, çay kahve içiliyor, ondan sonra provaydı derken  bugünlere geldik.

-Peki kaç yaşında evlendiniz, eşinizle nasıl tanıştınız?

-Eşim konservatuardan (ilk eşimden bahsediyorum) arkadaşımdı. Operada beraberdik, ondan sonra evlendik, bir oğlumuz oldu. Seneler sonra ayrıldık. Oğlumda aynı mesleği seçti. Annesinin babasının mesleğinde o da Antalya Devlet Operası’nda söylüyor.

-Peki birçok filmde rol aldınız, bu filmlerde birçok arkadaşınız oldu, birçok starla birlikte çalıştınız, bu insanların içinde en sevdiğiniz  ve en çok beraber olmak istediğiniz isimler kimler oldu ve neden?

-Samimiyetlerinden olacak,  kendilerini daha yüksek yerde görmemelerinden yani mütevazi olduklarından, Cüneyt Arkın, Ediz Hun, Türkan Şoray, Necla Nazır, Hülya Avşar’ı sayabilirim.

-Müzikte şu an telif hakları iyi işliyor ve herkes hakkını dilediği gibi alabiliyor.

-Evet en güzel şey de buydu, biz kendi adımıza sinirlendik, üzüldük, nasıl böyle bir şey yapılır diye, ama müzisyen arkadaşların kazançlarından da mutluyuz. Keşke bu bize yapılmasaydı.

-Bu dönem ki sinema için ne söyleyeceksiniz? Yeni filmler çekiliyor, yepyeni yönetmenler var. Yeşilçam sinemasından sonra yeni bir Türk Sineması üredi.  Yeni Türk sinemasını nasıl görüyorsunuz, bunlardan beğendiğiniz sanatçılar var mı? Oyuncuları ve yönetmenleri için ne söyleyeceksiniz.

-Türk sineması büyük bir atılım yaptı. Hem yönetmen hem oyuncu olarak. ‘Karpuz Kabuğundan Gemiler’ adlı filmi izlediğimde anlamadım ne olduğunu , bir kere daha izledim, anlamak için seyretmek gerekiyor ki son derece güzel. Türk Sinaması’nda artık yavaş yavaş Dünya Sinemasının birtakım konuları irdelenmeye başlandı.

Anadolu’da film çekiliyor mu , çekiliyor, yani bizim memlekete ait konular.  Rahmetli Metin Erksan ‘Kuyu’ diye film çekmişti, bunlar sosyal olan filmlerdi.  Anadolu’da hala çekilen filmlerde sosyal konulara değinilmeye çalışılıyor. Bunlar içinde sanat filmi olarak da çekilenler var. Sinemalar doluyor taşıyor, bazende ne yazık ki beklenen seyirci gelmiyor. Ama televizyonda oynadığı zaman kişiler izliyor, demek ki seyirci zaman içinde yavaş yavaş eğitildi, Dünya Sinemasının önde gelen filmlerini de seyrede seyrede . Aynı şekilde  bizim yönetmenlerde  eğitildi, biliyorsunuz  sinema,  ışık, film ve kamera demek .Teknoloji o kadar gelişti ki bunu artık son derece başarı ile kullanan yönetmenler ve kameramanlar var.

-Yeni Türkiye sinemasında birçok oyuncu konservatuar mezunu. Konservatuardan mezun olup sinemalarda yer buluyorlar. Eğitimli ve alaylı konusu da çok fazla konuşuluyor, mektepli ve alaylı sinemacılar için ne diyeceksiniz?

-Sanatta mektepli veya alaylı olmak konu edilmemeli . Mekteplinin yanında alaylı olarak iyi oyunculuk sergileyen sanatçılar var. Mekteplilik ayrı bir şey. Diyeceksiniz ki Amerikan Sinemasında ‘After Stüdyo’ diye bir yer var, bütün oyuncular o stüdyodan mezun olur. Ondan sonra film piyasasında beğenilirse rejisörler tarafından oynatılır. Marlon Brando dahil  birçok ünlü sanatçı bir parça mürekkep yalamıştır. Mürekkep yalamış olmak insanın ufkunu ve değer ölçülerini  geliştirir. Ee biraz okumak lazım.

- Türkiye sanat anlamında nereye gidiyor?

-Türkiye sanat anlamında bir yelkenli olarak düşünürsek pupa yelken gidiyor ve önü de açık. Herhangi bir engel yok yeter ki Kültür Bakanlığı herhangi bir şekilde engel koymasın.

-Yapılan dizilerimiz birçok ülkede oynuyor ve Türkiye’de tanınmasa bile  yurtdışında tanınan oyuncularımız var. Yapımcılar bir diziye başlarken önce yurtdışından nasıl bir tepki gelir diye mi düşünür oldular?

-Bu çok enteresan, birçok kişi yurtdışında Türk dizilerini izleyerek Türkçe öğreniyorlar. Bazıları Türkiye’ye oyuncu olmak için geliyor ve Türkçe konuşuyorlar.  

-Türk dizilerinde arabaların markaları buzlanıyor, bununla ilgili ne söylersiniz.

-Reklama girmesin diye buzlanıyor. Ama dünyada Türkiye dışında hiçbir ülkede yok. İstedikleri kadar mozaiklesinler belli oluyor markası tipinden. Bence bu gülünç bir şey.

-Kültür Bakanlığı , RTÜK bu konuda gülünç mü kalıyor sence?

-Gayet tabi ki, dışarıda izleyen izleyiciler niye bunları mozaiklemişler, niye göstermiyorlar, hiç mi farkında değiller , diye söyleniyordur.

-Ferdi Atuner gazeteci olsaydı Atuner’e ne sorardı?

-Hayatından yaptığın işten mutlu musun? Bu kadar sene herhangi bir şeye pişmanlığın oldu mu diye sorardım….

-Peki cevabınız ne olurdu?

-Vereceğim cevap çok mutluyum olurdu. Herhangi bir şekilde pişmanlığım yok, ben eğer  Türk Halkı tarafından sevildi isem, sayılıyorsam, tanınıyorsam, demek ki birşeyler verebilmişim. Onlarda beni kendilerinden biri olarak kabul etmişler. Bundan daha güzel bir şey olamaz zaten.  Bütün oyuncu arkadaşlarıma da aynı ilginin gösterilmesini diliyorum. Buralara kadar geldik, herhangi bir kazaya uğramadan. Hani bir laf vardır, eline, diline , beline hakim olmak. Yeni neslin maalesef bu kültürden uzak olduklarını görüyorum.

-Peki Türk halkı sizi en çok hangi oyununla, hangi dizi ile tanıdı, bu kadar çok tanınmana, sevilmene neden olan çalışma, eser neydi?

-Ben hem sinema filmi yaptım, hem televizyon dizileri yaptım. ‘Ayrılsak da beraberiz’ dizisi ile sevildim. Rahmetli Levent Kırca ile oynadığım  ‘Olacak O Kadar’ beni daha da çok tanıttı ve sevdirdi ve böylelikle tanıyan hayran kitlesi  genişledi. Yeni proje bekliyorum. Beni yeni  yönetmenlerin, yeni yapımcıların, yandaş yapımcıların keşfetmelerini  bekliyorum..