Öncelikle sizi tanımak isteriz. Fatma Elmas Sultan kimdir?

Merhaba, 1983 yılında Antalya'nın Finike ilçesinde doğdum. Ailenin en küçük, en neşeli ferdiydim. Şakacı olmanın yanı sıra, bir o kadar uslu ve sakin bir çocuktum. Asla hırslı değildim. Kaş Merkez İlköğretim Okulu’nda okurken, müzik öğretmenimin keşfi sayesinde şarkı yarışmasına katıldım, ikincilik elde ettim. Turizmiyle göz dolduran Kaş'ta bilhassa okul gecelerinde ilçenin yarım adasında bulunan Antiphellos Antik Tiyatrosu'nda söylediğim şarkılardan sonra insanlar beni yolda durdurup saçımı okşamaya, “Bu, güzel şarkılar söyleyen o tatlı kız, değil mi?” diye sevmeye başladılar. Ortaokullu yıllarım, benim için güzel ve hatırlanmaya değerdi. Sanata, bilhassa müziğe ve şiire olan ilgim o yıllarda başladı. Bu yönümle rahmetli babama benzetilmekteyim. Zira o da Türk Sanat Müziği'nde başarılı bir sese ve yoruma sahipti. Ayrıca çok güzel şiir yazar, resim yapardı. Beni ondan ayıran yegâne özellik, pop tarzında şarkılar söylemem oldu.

Liseli yıllarımda müzikten ziyade edebiyata yöneldim. Neredeyse her gece bir kitap bitirirdim. Aynı zamanda radyo tiyatrosu dinlemekten keyif alırdım. En büyük hayalim radyo tiyatrosunda yer almaktı. Bunu yıllar sonra değerli sanatçı Ali İpin ile gerçekleştirdim. “Son Tren” adlı radyo tiyatrosu seslendirme grubunda yer almak mutluluk vericiydi.

Müzikten uzaklaşırken edebiyata yakınlaştığımı hissettim. Bunda okuduğum kitapların, takip ettiğim yerli ve yabancı yazarların etkisi büyüktü. Kütüphane, ikinci yuvamdı. Herkes kafeteryaya gitmekten hoşlanırken ben, kütüphanede vakit geçirirdim. Kütüphane dışında arkadaşlarımla vakit geçirmeyi, motosiklete binmeyi severdim. Bu, hâlâ değişmedi.

Yazın hayatınız nasıl başladı?

Lise yıllarımda müzikten uzaklaşırken edebiyata yakınlaştım. Babamın hediye ettiği kitap setleri hâlâ duruyor, birçoğunu saklıyorum. Öğretmenlerim, arkadaşlarım ve ablam, bana hep kitap hediye ederdi. Bazı arkadaşlarımla; “Bu yıl en çok hangimiz kitap okuyacak?” diye kendi aramızda yarışırdık. Okumak, beni hayatın olumsuz yanlarından uzaklaştırırdı. Günlük tutar, şiir ve denemeler yazardım. Hatta gördüğüm ilginç rüyaları bile kaleme alırdım. Evimizin tarihi bir mezarlığın yanında yer alması, yaşadığım bazı ilginç ve sıra dışı olayların etkisiyle o dönemde “Kanlı Dağın Efendisi” başlıklı bir gerilim romanına başladım. Henüz yarılamıştım ki kimseye göstermeden yaktım. Şimdiki aklım olsa asla yok etmezdim.

Yirmi beş yaşındaydım, bir gün eski defterlerime göz atmak istedim. Belki hatıraları canlandırmak, o yılları yeniden hissedebilmekti isteğim, belki de adını koyamadığım başka bir şey.

Yaşadığım sıra dışı olayların etkisiyle gördüğüm rüyaları kaleme aldığım dosyayı okuduğum zaman, yazdıklarımı birleştirdiğimde ortaya çok uzun, aşk ve dostluk temalı, bir o kadar fantastik bir eser çıktığını gördüm. Hani bazen duyarız; “Hayatımı yazsam roman olur.” derler. Bu da o misal.

Yazılarımı senaryoya dönüştürdüm, sinopsisler hazırladım. Nihai kararımı vermiştim, yazdıklarım diziye veya filme uyarlanmalıydı ve hayatımı ben canlandırmalıydım.

Güzelliği, eşsiz yorumuyla plaklar çıkaran, yine dizi-film sektöründen tanıdığımız sevgili hocam Ayla Algan'ı ziyarete, İstanbul'a gittim. Bir akşam oturup konuştuk, senaryolarımla ilgilendi, çok beğendi, yol gösterdi; ama “Eğer bunları kitap hâline getirirsen daha iyi olur, sana daha çok yakışır. Belki ilerleyen yıllarda serili bir sinema filmine dönüştürebilirsin.” dedi.

Düşündüm ve yazılarımı kitaba dönüştürmeye karar verdim. Eğer bu dünyaya bir iz bırakacaksam bu bir kitap olmalıydı; sürükleyici, öğretici, umut aşılayan, günümüzde hâlâ gerçek aşkın var olabileceğini gösteren bir seri...

Ama bir sorun vardı; yazılar kitaba sığamayacak kadar uzundu, binlerce sayfayı aşıyordu, içinden elemeler yapmak gerekiyordu. Serinin ilk eseri olan Nisan Girdabı’nı yazarken o kadar zorlandım ki bazı bölümleri çıkarmak zorundaydım, bu da anlam bozukluğuna yol açıyordu. Her şey öyle aceleye geldi ki romanım kesintiye uğradı, cümlelerim düştü, akış değişti; ama pes etmedim. Hayatımın kırılma noktasına uğradığı zamanlarda kendime söylediğim “Bu, sadece bir başlangıç!” sözüyle hareket ederek ilk kitabımı yayına verdim...

Yazarken nelerden esinlenirsiniz?

En büyük ilham kaynağım, rüyalarım oldu. Gördüğüm birbirinden ilginç rüyaları kaleme almam, yazarlık hayatımı başlatan en büyük etken oldu. Bunun nezdinde yürüyüş yapmayı çok severim, müzik çalarımı sevdiğim şarkılarla doldurur, kulaklığımı takar, ellerim ceplerimde uzun uzun yürürüm. Yürürken dinlediğim müziklerin ruhumda yarattığı etkiye göre gözlerimin önünde hayal perdesi oluşur ve kafamda yazmaya başlarım. Yürüyüşün sonunda bir bölümü bitirmiş olurum. Müzik sahiden ruhun gıdasıdır. Nasıl ki bir film izlerken gerilimli bir sahnede gerilimli müzik; komik bir sahnede neşeli bir müzik çalıyorsa dinlediğim müzikler de bana o anki ruh halimi yansıtıyor ve yazarken bana kendimi olayın içinde hissettiriyor.

Geçtiğimiz günlerde okurlarla buluşan “Hipnoz/Sonsuz Amor 3” adlı kitabınızdan bahseder misiniz? Bu kitabı neden yazdınız?

Hipnoz, Sonsuz Amor Serisi’nin üçüncü eseri olmakla birlikte gerek seri gerek benim için dönüm noktasıdır. İlk iki kitabımı çıkardığımda bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyorum. Hipnoz, Sonsuz Amor'un ana temasından sıyrılarak kendi iç dünyasını oluşturan nadide bir eser oldu. Buna kitap içinde kitap, diyebiliriz. Hem seriyi devam ettiriyor hem de içinde apayrı bir hikâyeye yer veriyor. Aslında bu kitabı apayrı bir roman olarak kaleme alıp bu şekilde yayınlatacaktım; ama seriye dâhil ederek sıra dışı bir akım başlatmak istedim. Belki de bir ilke imza atmak istedim.

Hipnoz/Sonsuz Amor 3” okurlara hangi mesajları vermeyi amaçlıyor?

Hipnoz, öncelikle bir sevgi ve sevgili uğruna verilebilecek mücadeleyi anlatıyor. Düşünün ki “Biri var; hem hayatınızda hem değil. Onu deli gibi istiyorsunuz; ama uzak durmak zorundasınız, onu yaşatabilmek için ölmek zorundasınız; ama yaşamak istiyorsunuz, üstelik yaşamak için de önce ölümü göze almak zorundasınız. Aynı zamanda sevdiğiniz kişiyi kötülüklerden koruyabilmek için de ondan uzak durmalısınız.”

Öyle bir hâldesiniz ki hem hızlı hem de doğru kararlar almak zorundasınız. Bunu bir zincir, alacağınız kararları halka olarak görün; halkalardan biri koparsa zincir dağılır ve birden fazla ölüm gerçekleşebilir. İşte Hipnoz'un vermek istediği mesaj şu: Ölümün soğuk gölgesini ensende hissederken öyle bir karar almalısın ki hem kendini hem sevdiğini kurtarmalı, mutlu sona ulaşmalısın.

Kitabın ismi, nereden geliyor?

Kitabın ismi, içerikte geçen hipnotik telkinlerin gizemli ve bir o kadar iyileştirici dünyasından geliyor. Karakterler ve yaşanılanlar hayal ürünüdür. Sonsuz Amor Serisi’nin içinde geçen minik bir armağandır.

Sizce kitap, beklenen başarıya ulaşacak mı?

Gereken başarıdan kasıt, çok okuyucuya ulaşması ve bolca okunması ise umarım ulaşır, umarım çok okunur, özümsenerek okunur ve toplum içindeki değeri ve farkı anlaşılır. Eğer bu kitap sayesinde birilerinin hayatına olumlu ve dostça bir dokunuşla temas edebilirsem ne mutlu bana…

Kitabınızı bir okur gözünden nasıl değerlendirirsiniz?

Eğer motosiklet, macera, gizem, polisiye, tutku ve biraz da fantastik yaşamlardan hoşlanıyorsam bu kitap; kütüphanemin önemli bir yerinde daimi kalır, belirli zamanlarda yeniden elime alıp okuyacağım bir eser olur. Bunu yazma nedenim şu: Kitabım taslak aşamasındayken bazı bölümlerini seslendirerek yakın birkaç arkadaşımla paylaşmıştım. Aldığım yorumlar birbirinin aynısıydı: “Çıkmasını sabırsızlıkla bekliyorum, hem biran okuyup bitirmek istiyorum hem de bitmesini istemiyorum.”

Yazarken örnek aldığınız, izinden gitmeyi hedeflediğiniz yazarlar var mı?

Evet, var. Ergenlik yıllarımda yerli yazarlarımızdan İpek Ongun'un gençlik üzerine yazdığı kitaplar ufkumu açtı, diyebilirdim. Gençlik üzerine denemeler yazarken örnek aldığım bir isimdi. Yine Sezgin Kaymaz'ın kitaplarını bir solukta, şaşkınlıkla okurdum. Yabancı yazarlardan Sidney Sheldon, favorimdi. Elime aldığım bir kitabını bitirmeden bırakamazdım. O kitabı bitirene kadar gözüm hiçbir şeyi görmezdi.

Hazırlık aşamasında olan farklı bir eseriniz var mı?

“Sonsuz Amor” serisi halen devam ediyor, 4. eser üzerinde çalışıyorum. Aslında bitti, editörlük çalışmaları yapıyorum. Oldukça fantastik bir eser ortaya çıktı. Belirttiğim gibi; yaşamım boyunca sıra dışı olaylara tanıklık ettim, ilginç rüyalar gördüm. Bundan yola çıkarak dosyalar oluşturdum.

Serinin ilk üç eseri bir yana, beni okuyucuya daha da yaklaştıracak olan romanım Sonsuz Amor 4 & Elmas Köyün Kayıp Hazineleri'dir. Bu isim, “Hipnoz” adlı kitabımın bitişinde de yer almaktadır. Gerçekliklerin hayal gücüyle kurgulandığı bu eserimde tarih öncesi varlıklara, korkunç büyülere, kaplana dönüşen insanlara şahit olacaksınız. 

Son olarak gazetemiz okurlarına neler söylemek istersiniz?

Yazdıklarım, yazmak istediklerimin gölgesidir. Peş peşe geçirdiğim kazalar ve hastalığın ardından yaşama tutunma nedenim olan oğluma iyi bir anne olabilmek, en büyük ümidimdir. Yegâne amacım; oğlumu topluma yararlı, inançlı ve sevgiyle yetiştirebilmek, bunun nezdinde dünyaya güzel ve sevgi dolu bir iz bırakabilmektir. Bu harika röportajda yer almak mutluluk vericiydi. Buna vesile olan Ayşenur Hanım'a içtenlikle teşekkür ediyorum. Kendimi anlatma fırsatı buldum, kitaplarıma değindim. Bunun yüzlerce, binlerce kıymetli okuyucuya ulaşacak olması, benim için onurdur. Sosyal olmak, etkileşimde bulunmak, birbirinden farklı hayatlara güzelce dokunabilmek adına sevgi ve saygıyla...