RÖPORTAJ: GİZEM YILDIZ

Muse: Bir Esin Perisi Davası oyunu ile Fadik Sevin Atasoy’la tanıştım. Bir tek bu hikayenin kahramanı değil, insanlığın, kadınların, ustaların kahramanı olan bir esin perisi. Kırmızı bavuluyla 10 sene önce bir yolculuğa çıktı ve hayatı değişti. Bir oyun çıkmak için çıkmıştı yola, oyunun adı, hikayesi, kahramanı belli değildi. Kendi hikayesini kendi yazdıran esin perisi; Muse ile tanıştı. Bu sayede milyonlarla, ülkelerle, şehirlerle bizim ruhumuza bir esin perisi dokundu.

Merhaba Fadik Hanım, 10 yıl önce İstanbul’daki evinizi kapatıp, geriye kalan her şeyi kırmızı bir bavulun içine yerleştirip, Amerika’ya yerleşme kararı almıştınız. Herkesin kolay veremeyeceği bir karar. Sizi bu kararı almaya iten sebep neydi?

Şu an sahnelenen ‘Muse; Bir Esin Perisi Davası’ oyununun fikir aşamasını geliştirmiştim ve Los Angeles’taki bir tiyatronun daveti üzerine gittim, ama bu oyunu gerçekleştirip, gerçekleştirmeyeceğimi bilmediğim için bunu hiç dillendirmedim. 

10 yıl önce de bu oyun aklınızda mıydı?

Tabi, bu oyun 10 senelik bir yolculuğun hikayesidir. 10 sene önce ben, tek kişilik bir oyun yapacağım diye gittim, ama bu oyunun olacağını bilmiyordum. Bana oradaki tiyatro ‘Biz seni istiyoruz, yazar olarak yetenekli buluyoruz. Gel burada oyna’ dedi. Ben de bakalım ne yapabilirim diyerek gittim. 

Neden kırmızı bavul?

Gerçekte de benim kırmızı bir bavulum var. Ben o bavulla yola çıktım, o bavulla garantici olmayı bir kenara bırakıp, bir bilinmeze doğru yolculuğa başladım. Amaç, bir tiyatro oyununu gerçekleştirmekti, ama hangi oyun, hangi metin belli değildi. İstiklal Caddesi’nde o kırmızı bavul gözüme çarptı. İlk görüşte aşk bizimkisi (gülerek). 

Kırmızı bavulum hayatımın mihenk taşı”

Yolculuğunuzun da vazgeçilmezi oldu.

O artık sadece yolculuğumun değil, hayatımda yaptığım bütün işlerimin içinde vazgeçilmez oldu. Tiyatromun içinde kırmızı bavul var, çekeceğim filmin içinden kırmızı bavullu bir kadın geçecek. Artık kırmızı bavul Fadik’in imzası, çünkü bir yaşam biçimini sembolize ediyor. Benim felsefemin mihenk taşı diyebilirim. Birincisi, insanı açtığın zaman içinin dolu olmasıdır (insan metaforu da olabilir). İkincisi, hafif seyahat etmek; ne kadar hafif olursan o kadar rahat seyahat edersin. Kırmızı rengi de, tutku demektir. Benim içimdeki yaşam tutkusunu anlatıyor.

Amerika’ya gittikten sonra ‘neredeyim ben?’ diye kendinize sordunuz mu?

Hiç olmadı. ‘İyi ki gittim’ dedim. Çok şükür ki şöyle bir yapım var; verdiğim hiçbir karardan pişmanlık duymamayı kendime destur edindim. Yapamadığı şeyler için pişmanlık duyar insan, yaptığı şeyler için değil. Yapmaktan korkmak yerine, korkuma rağmen bir şeyler yapmayı tercih ederim. 

Muse; Bir Esin Perisi Davası oyununu henüz izleme fırsatı olmayanlar için oyunun içeriğinden biraz bahseder misiniz?

Muse; sanat gezegeninden dünyaya gönderilen bir esin perisinin hikayesi. Muse; Latince'de kelime kökeni ilham demek. Bu perimiz ünlü ustalara (Da Vinci, Tolstoy, Sheakespeare) ilham vermek için gönderilmiş, ama onların yarattığı kadın karakterleri beğenmemiş, işlerine müdahale etmiş. Onlarda, bu durumu sanat gezegeni mahkemesine şikayet etmişler. Kızımızda oyun boyunca ‘neden bunu yaptığını’ anlatıyor. Aslında seyirci bir mahkeme jürisi ve piyanisti avukatı oluyor. Müzikal orijinal şarkısıyla da derdini anlatıyor. Post-modern bir oyun.

Bir Esin Perisi Davası’nı yazarken esin periniz neydi?

Kendisi yazdırdı. Esin perisinin gelip bana yaz dediğine inanıyorum. Bir buçuk sene araştırması sürdü. 

Evet, izlerken çok uzun bir araştırma sürecinden geçtiğini anlıyoruz.

Ben oyunu ilk önce İngilizce yazdım. Amerika’da İngiliz bir yazar olarak kabul edildim. Sonra orada Türkçe'ye çevirdim (gülerek). 

Oyunu izledim ve çok etkilendim. Sahnede 70 dakika seyirci büyüleniyor. Prömiyerini Los Angeles’te yaptınız. Bir Türk oyuncu olarak Amerika’lılardan nasıl bir tepki aldınız?

Beni Türk oyuncu olarak değerlendirmediler. Amerika artık herkesin yaşayabildiği bir ülke olduğu için ayırmıyorlar. Beni de kendilerinden biri gibi gördüler. Evrensel bir iş yaptığımın farkına vardılar. Baktığınız zaman hiçbir yere ait olmayan bir hikaye sahneliyorum. Seyirci gelip ‘Bir Türk karakter koysaydın’ diyor. Zaten Muse’in kendisi Türk. Esin perisi zaten Türk. O bir Türk’ün kaleminden yola çıktı. 

Zaten bunu yansıtıyor.

Evet, isyankarlığı, içeriği, yaklaşımı, duygusallığı, ancak bir Türk’ün vereceği reaksiyondur (gülerek). Altın Küre’nin başkanı Ayda Takla oyunu izlemeye geldi. Kendisi Mısır asıllıymış. Bana dedi ki ‘Benim kraliçem Kleopatra’yı kimse hakkını vererek böyle anlatmamıştı. Çok teşekkür ederim.’ Bu beni hala çok duygulandırır. Aldığım en güzel yorumdu. 

Bu oyunu Los Angeles’te yazmış ve prömiyerini orada yapmış olmak oyuna ve size neler kattı?

Çok büyük bir sınavdı benim için. Düşünsenize; Amerika’dasınız, orada hiç kimseyi tanımıyorsunuz, daha önce orada hiç oynamamışsınız (Broadway’da oynamıştım, ama Türk asıllı olarak bir oyun yazıp oynamamıştım) daha önce hiç İngilizce oyun yazmamışsınız… O kadar çok risk barındırıyordu ki, acaba yazar olarak benimsenebilecek miyim, İngilizce yazdığım eser karşıya geçecek mi, oyuncu olarak doğru ifade edebilecek miyim, ortak yapım prodüksiyonu ben üstlendim, oyun başarılı olabilecek mi?

Zor olmadı mı bu süreç?

Çok güzel bir söz vardır; yüreğinden geçen şey için verdiğin çaba ve sabır ağırlık olmaz. Onu büyük bir aşkla yaparsın. Sonuç olarak beklediğimden çok daha olumlu geri dönüşler aldım. Bana çok güzel kapılar açtı. Gösterinin sonunda bir menajer buldum, beni destekleyen tiyatrocu insanlarla tanıştım ve yine çağrılıyorum ‘biz bu oyunu yeniden istiyoruz lütfen gelin’ diyorlar. Her ay istiyorlar, gidebilsem her ay oynayacağım. Los Angeles’ten bahsediyoruz; 14 saat uçuyorsun, 10 saat fark, en az bir hafta önceden gitmem lazım. Mekik dokuyorum. Bu çok güzel bir şey…

“Genç nesil artık tiyatroya sahip çıkıyor”

İnanıyorum ki, orada daha çok değer görüyordur oyununuz?

Baktığınızda aynı şey. Sadece Türkiye’de dizilerden popüler olan insanların oyununa gitmek daha tercih edilen bir şey, orada tiyatro oyuncusunu izlemeye giden bir tiyatro seyircisi var. 

“Şiddet önce zihinde başlar”

Yurtdışındaki tiyatro seyircisiyle Türkiye’deki tiyatro seyircisini gözlemlediğinizde hangi farkları görüyorsunuz?

Sadece tiyatroya gelme amaçları açısından bir fark görüyorum. Yurtdışında oturmuş bir tiyatro seyircisi var. Eskiden bizde de oturmuştu. Geçmişe baktığımızda Cüneyt Gökçer’in, Yıldız Kenter’in yaptıkları tiyatrolarda onları izlemeye giderlerdi, dizide gördükleri Yıldız Kenter’i, Cüneyt Gökçer’i izlemeye değil. Bir tiyatro oyuncusunu izlemeye giden kültür vardı. Biz bunu kaybetmiştik, ama ben yeniden geri geldiğine inanıyorum. Tiyatro 2 yıldır şaha kalktı ve genç nesil artık tiyatroya sahip çıkıyor. 

Esin Perisi’nin oyunun içinde değiştirmek istediği bazı şeyler var. Tolstoy, Sheakespeare, Dostoveyski gibi ustaların kadın karakterlere biçtiği sonları değiştirmek istiyorsunuz. Bu oyunun anlattığı güçlü mesajlardan biri de; kadına biçilen mutsuz sonları değiştirmek. Özellikle gündemimizde tacize, şiddete, cinayete uğraya kadın varken siz bu oyunun ışık tutmasını mı istediniz?

Şu algıyı değiştirmek istedim: “Problemi konuşuyoruz, ama çözümü konuşmuyoruz”. Çözümlerden bir tanesi –benim yazar ve oyuncu olarak gözlemlediğim- algıyı değiştirebilmektir; çünkü şiddet önce zihinde başlar. Önce düşünce söze dönüşür, sözden sonra fiziksel şiddete olur. Bazen sözel şiddetin açtığı yara, fiziksel şiddetin açtığı yaradan daha zehirlidir. Dayak yedikten sonra etiniz morarır, kabuk bağlar, kazırsın tekrar kanar, ama söz bütün hayatınızın sonuna kadar sizinle birlikte zihninizde döner durur. Dolayısıyla, bu oyunda dikkat çekmek istediğim nokta “Bakın algıda biz sanatta bile nasıl bir yöntem izliyoruz”. Sanatı da bir sorgulayalım. Bir eser, usta bir isimden çıktı diye, onun cinsiyet ayrımcılığını göz ardı mı etmeliyiz? Bir eser başarılı diye, kadına biçtiği rolü görmezden mi gelmeliyiz? Ben Avrupa Film Destekleme Fonu'nun yaptığı konferansta bir kadın yöneticiyle konuştum. Yeni bir yasa çıkarttılar. Bechtel tekniği diyorlar. Başlayan filmler içinde iki başrol kadının en az beş dakika, erkeklerden ve seksten başka bir şeyden konuştuğu zaman o senaryoya öncelik tanıyorlar. Çünkü yapılan araştırmalarda iki başrol kadın oyuncu seksten ve erkeklerden başka hiçbir şey konuşmuyorlar. 

“Kişi kendini severse başkasını da sevebilir”

Yurtdışında izleyenler arasında bizde uyandıran mesajı mı uyandırıyor?

Evet, aynı mesajı alıyorlar. 

Yine oyundan yola çıkarak söylüyorum; Esin Perisi insan olabilmek için davada kendini aklamak istiyor ve jüri üyelerine karşı insanlığı savunuyor. Siz de esin perisi gibi mi düşünüyorsunuz?

Kesinlikle! Antik Yunan’daki hümanizm, insan sevgisi benim çıkış noktam oldu. İnsanın kendinden uzaklaşmasının en büyük sebeplerinden biri, sevgisizleşmemiz. Kişi kendini severse, başkasını da sevebilir. Ben insanları çok seviyorum ve insanlardan ilham aldığım için bu eseri yazdım.

Esin Perisi oyununuz için ileriye yönelik ne gibi planlarınız var?

Bütün dünyayı dolaşmasını istiyoruz. Danimarka’ya gideceğim, önümüzde yine Amerika ve Kuzey Avrupa var. Türkiye’nin İstanbul Zorlu PSM ve Ankara Tatbikat Sahne'de de oynamaya devam ediyorum. 

“İstanbul’a gelişim kaderin gülümsemesiyle oldu”

4 yaşında oyunculuğa başlamışsınız. O küçük çocuğun oyunculuk adımlarını hatırlıyor musunuz?

Çok iyi hatırlıyorum. Bugünkünden hiçbir farkı yok. O günlerden belliymiş (gülerek). Kozmik bir şakadan ibaret benim doğuşum. Doğum günüm bile 1 Ekim, tiyatronun perdelerini açtığı gün. 

Özellikle oyunculuk mesleğinde şansın var olduğuna inanan tarafta mısınız?

Şansı hem kendin yaratırsın hem de senin için var olur.

Hayatınızın dönüm noktalarında kaderinizin size gülümsediğine tanıklık ettiniz mi?

Çok. Mesela; İstanbul’a gelişim o kaderin gülümsemesiyle olmuştur. Devlet Tiyatroları’nda oyuncuydum. Haluk Bilginer beni “Cimri” oyunu için konuk oyuncu olarak davet ettiğinde Devlet Tiyatroları'ndan izin vermediler ‘Bu sezon sen bize lazımsın’ dediler. Tiyatrodan çıkmıştım, dizlerimin üzerine çöküp “Allah’ım bana yardım et!” diye yalvardığımı hatırlıyorum. 10 dakika sonra tiyatronun sütunlarından birinin çatladığını ve binanın çöktüğü haberini aldık. Tiyatro yapılamadığı için bana izin verdiler ve ben Haluk Bilginer’le “Cimri” oyununda oynadım. Ondan sonra da “O Şimdi Mahkum” filminin teklifi geldi ve İstanbul’daki kaderim başladı. 

Bir röportajınızda “Risk almayı seçen tarafta olmayı sevdiğinizi” söylemişsiniz. Bu her zaman böyle mi oldu?

Her zaman. Bir yerde okumuştum “Risk almak kaybetmeyi, başarısız olmayı göze almak değildir, risk almak daha iyi bir hayat yaşama ihtimalin varken ona sırtını dönebilmektir”

İnsan ilişkilerinde de bu böyle midir?

Bu her insan ilişkisinde böyledir. Her insan ilişkisinde risk alır. Yarın ölmeyeceğimi kim biliyor. 

Hayatınızda sizi heyecanlandıran, yeni adımlar attığınız bir projeniz var mı?

Yine kendi yazdığım kısa filmimin yönetmenliğini de üstleniyorum; Juliet’in Yolculuğu. Ayrıca Muse'nin Amerika ve Avrupa'da da seyirci ile buluşacak olması da beni heyecanlandırıyor. 

Yeni Çağrı Gazetesi’nden alıntıdır.