RÖPORTAJ: GİZEM YILDIZ

Kendi kararlarımızın sorumluluklarını aldığımız ilk gün; kendi mesleğimizi seçtiğimiz gündür. Aileniz, arkadaşlarınız, tanıdığınız, tanımadığınız binlerce kişi size sormadan ne olmanız gerektiğini söyler. İşte siz o kadar sesin arasında kendi sesinizi bulup, sizi mutlu yaşlandırabilecek işi seçerseniz hayatınızın en güzel sorumluluğunu almış olursunuz. 

Erdi Işık, Makine Mühendisliği okurken, eş zamanlı olarak tiyatro eğitimi almış. Sonrasında o kadar sesin arasında kendi sesini duymuş ve kendi doğru işini bulmuş. Şu an hem oyun yazarı hem de FOX Türkiye’de dramalar yöneticisi. Hayatını hem yazmaya hem de yazılan eserleri, senaryoları okumaya adamış. Bu mesleği yapmak istediğini anladığında beklememiş, durmamış, Amerika, Almanya, Bosna, Hırvatistan gibi birçok ülkeden, aralarında Oscar ödülü de almış olan pek çok eğitmenden eğitim almış. Hani bazı insanlar vardır; evdeki camlı büfenin içine ödülleri, başarıları sığmaz, kalemler yazdıklarını, kariyer öyküsünü anlatmaya yetmez. İşte o insanlardan biri; Erdi Işık…

Hem FOX Türkiye dramalar bölümündesiniz, hem oyun yazıyorsunuz. Uzun yıllar televizyon ve yazarlık sektörünün içinde oldunuz. Makine mühendisliğinden sonra neden bu dünyayı seçtiniz?

Makine mühendisliği okurken eş zamanlı olarak tiyatro eğitimi alıyordum. Neredeyse haftanın 7 günü eğitimle geçiyordu. Sonrasında eğitim hayatımın bir kısmına Amerika’da, bir kısmına Almanya’da devam ettim. İlk olarak oyunculukla başladım. Beni 17 yaşından beri tanıyan isimlerin de katkılarıyla televizyon dünyasına dahil oldum. Devamında medya alanında yüksek lisans yaptım. Sonrasında Bosna’ya gidip Tiyatro ve Kültürel Çalışmalar doktorasına başladım. Doktora eğitiminin ders aşamasını tamamladıktan ve Sarajevo’da 1,5 sene geçirdikten sonra, 2015 yılında Türkiye’ye döndüm. Kısa bir sürenin ardından FOX Türkiye drama ekibine dahil oldum. Hala FOX Türkiye Dramalar departmanında çalışıyorum.

Doktora eğitimi alan bir yönetici ve yazar olarak akademisyenlik yapmayı düşünmediniz mi?

Düşündüm. Özellikle Bosna’ya gittikten sonra akademik taraf benim çok daha fazla ilgimi çekmeye başladı. Orada aldığım eğitim sadece tiyatro üzerine değildi, sinema üzerine de eğitim alıyordum. Bela Tarr’ın sinema okulunda asistanlık tecrübem de oldu. Türkiye’ye döndükten sonra çeşitli üniversitelerle de görüştüm; ancak motivasyonum değişti. Televizyonculuk öne çıktı. Kariyerime kanal yöneticisi olarak devam etmek istediğime karar verdim. İyi ki de öyle yaptım. Şu aşamada dramalar yöneticisi olmaktan ve yazarlık yapmaktan dolayı çok mutluyum. Ayrıca akademik kariyerim bitmiş de değil  Çeşitli kurumlarda workshoplar yapmaya devam ediyorum. İleride bir üniversitede eğitmenlik yapmayı da düşünebilirim. 

Amerika, Almanya, Bosna, Hırvatistan gibi birçok ülkede oyunculuk teknikleri ve tiyatro üzerine eğitim aldığını söyledin. Nasıl eğitimlerdi bunlar?

Bunların çoğu metot oyunculuk üzerine eğitimlerdi, çünkü benim doktora tezim de metot oyunculuğun Türkiye’deki etkisi üzerine. Bosna’da Tiyatro eğitimimin yanı sıra sinema eğitimi de aldım ve eğitmenim de Oscarlı yönetmen Danis Tanoviç’ti. Ondan aldığım derslerden sonra yazarlığa yöneldim. Hem Bosna’da hem Almanya’da hem Hırvatistan’da sinema, televizyon ve tiyatroya dair çok şey öğrendim. Her anlamda kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Bu yüzden fırsat buldukça eğitim almaya devam ediyorum. 

Oyun yazarlığını seçmenin nedeni neydi?

Aldığım yazarlık eğitimi ilk etapta tamamen oyun yazarlığı üzerineydi ve aklıma gelen tüm fikirler hep oyun üzerine oldu. Bir televizyon kanalında çalışıyorum, televizyon sektöründe iş yapan birisiyim ama dizi veya filmden ziyade ilk etapta yazmak istediğim eserler hep tiyatro eserleriydi. Oyun yazmak benim için daha heyecanlıydı, daha motive ediciydi. İlk oyunumu yurt dışındayken yazmıştım. Türkiye’ye geldikten sonra Galataperform’un yeni metin, yeni tiyatro atölyelerinde ileri oyun yazarlığı sınıflarına dahil oldum. Üç yıldır orada yazarlık eğitimlerine devam ediyorum. Bugüne kadar 4 tane oyunum sergilendi. Hepsinde güzel insanlarla tanışma ve çalışma imkanına sahip oldum. Hala oyun yazarlığına devam ediyorum ama ileride dizi film yazar mıyım? Onu hep birlikte göreceğiz. 

Oyun yazmanın diğer metinlerden farkı nedir? Matematiği mi yoksa heyecanı mı alıp götürdü seni?

Daha cesur olabileceğim tek alan tiyatroydu. Şu dönemde sinema veya dizi yazarıysanız sizi kısıtlayan çok fazla etken var. Tiyatro bu konuda çok daha açık olan bir alan. Tiyatroda anlatmak istediklerimi çok daha özgürce ifade edebiliyorum. Ben daha çok özel tiyatrolarla çalışan bir yazarım. Çalıştığım tiyatroların beni keskin çizgilerle sınırlandırdıklarına hiç şahit olmadım. Tam tersine çok özgür bıraktılar. Bana göre bir tiyatro oyununun sinema veya televizyondan en büyük farkı budur. Tabii ki hepsinin matematiği ayrı. Dizi yazmak dışarıdan bakıldığında çok kolay geliyor olabilir ama dizi senaryosu demek her hafta en az 100 sayfalık bir kitap demek. Bunun bölüm içerisinde ciddi bir matematiği olması gerekiyor, sadece bu işi yapıyor olmanız gerekiyor. Vaktinizin çoğunu ona harcamanız gerekiyor kısacası. Ben çeşitli faktörlerden dolayı, daha çok ‘oyun’ yazmayı tercih ediyorum.

“Ben tiyatroda kendi istediklerimi anlatabiliyorum” dedin. Geçen sezonun en çok ses getiren oyunlarından, yazdığın “Hipokrat” oyunundan bahsetmek istiyorum. Tıp dilindeki vicdan kelimesinin yıllarca tartışma konusu edildiği maddeyi ele alıyor. Böyle bir konu seçmenin özel bir sebebi var mı?

Hipokrat oyununun benim için çok özel bir yeri var. Babam 2 sene önce çok büyük bir ameliyat geçirdi. Hem kalp kapağı değişti hem de bypass yapıldı. Bu süreçte İstanbul’da en az 10-15 tane hastaneye gitmişizdir. Doktor görüşmelerine gidip gelirken, bir süre sonra her şey mekanikleşmeye başladı. Sizin için çok önemli bir şey, babanız çok riskli bir ameliyat geçirecek, ama karşılaştığınız bazı doktorların tavrına anlam veremiyorsunuz. Umursamaz, basite indirgeyen konuşmalarını duyduğumda inanamıyordum. Doktorlar her gün bu açıklamaları yapıyor ve onların alışkın olduğu bir durum tabii. Babamın yaşadığı bu süreçten ben Hipokrat’la çıktım. Ziyaret ettiğimiz hastanelerin her birinden izler taşıyor oyun. Hipokrat’ın son metin düzenlemesini yaparken de babamın ameliyat olduğu hastanenin 2 doktorundan tıbbi terimler ve kontrol konusunda destek aldım. 

Neden mekan olarak “Tuvalet”i seçtin?

En fazla kendimizle baş başa kaldığımız alan orası çünkü. Düşündüğümüz, görünüşümüze baktığımız, kendimize çeki düzen verdiğimiz, kendimizi kontrol etmek için kaçtığımız yer. Babamın kontrolleri için hastanelere gittiğimizde, kendimi tuvalette sürekli kendi kendime konuşurken buluyordum. O süreçte hastanelerde kendimle baş başa kaldığım tek alan orasıydı. Bir tarafta ailenizin moralini bozmak istemiyorsunuz, bir tarafta doktorların söyledikleri var. Akıllı kararlar alabilmek için kendimi sürekli tuvaletlere kilitliyordum bir nevi. Hipokrat’ı buradan yola çıkarak yazdım. Kendi kendine tuvalette konuşan bir kadın doktor ve erkek doktor... İki farklı olay örgüsünde ilerliyor ama temamız vicdan. Röportajın başında beni 17-18 yaşından beri tanıyan isimlerden bahsetmiştim ya, onlardan birisi de Canan Ergüder’di. Çok iyi bir oyuncu ve benim için yeri çok özeldir. 

Böylelikle Hipokrat için en doğru ismin Canan Ergüder olduğunu anladınız…

Evet, oyunu yazdıktan sonra ilk ona okuttum. Çok sevdiğini söyledi. Hipokrat ilk başta tek kişilik bir erkek metniydi. Sonra çift kişi olarak ele alsak nasıl olur diye düşünüp, bir de kadın karakter ekledim. Yönetmenimiz Kayhan Berkin’in de çalışmasıyla tek bir metin haline geldi. Toy İstanbul oyunumuza sahip çıktı. Proje doğru kişilerle bir araya geldi ve çok güzel bir oyun oldu. Canan (Ergüder) ve Kenan (Ece) müthiş oynadılar. Umarım pandemi sürecinden sonra da oynamaya devam edeceğiz. 

İki hikayenin de aynı anda anlatılması seyirciye aktarma açısından zor olmadı mı?

Bu durumun kararını hep birlikte verdik. Oldukça riskli bir karardı açıkçası. Aynı anda iki ayrı metni seyirciye izletmek yorucu olabilirdi, izleyici kopabilirdi ama iki oyuncu da o kadar iyi oynuyor ki asla böyle bir şey yaşamadık. Farklı oyunlar da olsalar temamız aynı: vicdan. Biz oyunu 2 perde haline getirip, ilk perde kadın tarafı, ikinci perde erkek tarafı olarak da yapabilirdik. Bu biraz işin kolayına kaçmak ve biraz da klişe olacaktı. İki metni birleştirip tek bir oyunda sunmayı tercih ettik. Seyirciden aldığım reaksiyonlara göre iyi ki böyle yapmışız. Hipokrat bu sayede hem farklı hem de herkesin kendinden çok daha fazla şeyler bulduğu bir oyun oldu. 

Pandemi sürecinden en çok etkilenen tiyatrocular ve özel tiyatrolar oldu. Biliyorsun Toy İstanbul da sahnesini kapattı. Bu uzayan süre özel tiyatroların kapanma haberlerini de peş peşe getiriyor. Türkiye’nin başına gelen ilk felakette sanatın ve sanatçının derin yara alması bir yazar olarak sana ne hissettiriyor?

Bu süreç beni hem çok yıpratıyor hem de çok üzüyor. Ben oyun yazarıyım ama aynı zamanda televizyon sektöründe çalışıyorum. Kendime tam zamanlı tiyatrocu diyemem ama tam zamanlı çalışan o kadar çok tiyatrocu arkadaşım var ki, bu insanlar büyük sorunlarla karşı karşıyalar. Bu insanlar tiyatroyla yatıp kalkıyorlar, sanat yapıyorlar. Ben bu süreçte tiyatrocuların devletten fazla destek alamayışına çok üzüldüm. Bu sadece bir tiyatro meselesi değil, bu Türkiye’nin meselesidir. Bugün tiyatroculara yapılan şeyler, yarın hepimizin başına gelebilir. Biz onların seslerini duyurmak, bir şekilde yardımcı olmak zorundayız. Bu sürecin ne zaman sonlanacağı da belli değil, pandemi bittikten sonra seyircinin tiyatroya dönüp dönmeyeceğini de kestiremiyoruz. Şu an sadece tiyatroyla geçinen, hayatlarını tiyatro üzerine kuran, tek derdi sanat yapmak olan insanların en kısa sürede taleplerinin yerine getirileceğini umuyorum.

Son zamanlarda özel tiyatrolar canlanmaya başlamıştı. Daha çok oyun yapılıyordu, daha çok özel tiyatrolar açılıyordu. Bu pandemi sürecinden sonra her şey tepe taklak oldu. Pandemi bittikten sonra tiyatro yine aynı etkiyi halk üzerinde gösterebilir mi?

Umarım seyircimiz bu süreçte tiyatrodan kopmaz. Ben pandemi sona erdiğinde, yine aynı coşkulu seyirciyle karşılaşacağımızı umuyorum. Bu süreçte, üreten tüm sanatçılara da inanılmaz saygı duyuyorum. Bu emeklerinin karşılığını da seyircimizin vereceğini düşünüyorum. 

Ufukta yeni oyunlar var mı? Pandemi sürecinde mutlaka yazdığını varsayıyorum. Bu oyunların konusu da Hipokrat gibi sarsıcı hikayeler mi?

4 yeni oyun yazdım (gülerek). O bakımdan, pandemi benim için çok verimli geçiyor diyebilirim. Her yazarın kendine göre bir tarzı olması gerektiğini düşünüyorum. Söylenmeyenleri söylemeye çalışıyorum. Kapının arkasında konuşulan şeyler, ne olursa olsun ilgi çekicidir. Ben daha çok onları ortaya çıkarmayı, tabiri caizse ‘kaşımayı’ seviyorum sanırım. Tüm bunları bir olay örgüsünde bir araya getiriyorum. Yeni yazdığım oyunlarda da bu durum devam edecek. Bu dört oyundan ilk olarak hangisi hayata geçer bilmiyorum ama yakın zamanda bu zor şartlarda da olsa sahneleme planlarımız var. 

Bir oyun yazarı olarak kendi hayat hikayeni yazıyor olsan, ismini ne koyardın?

Güzel soru (gülerek)… Gerçekten hiç düşünmemiştim. Herhalde “Mutlu Son” olurdu.

Neden “Mutlu Son” olurdu?

Ben hayatım boyunca sadece kendimi mutlu hissettiğim şeyleri yapmaya çalıştım. Mühendislikten başlayıp, televizyon yöneticiliğine giden süreç bunun en büyük göstergesi. Maddi kısım her zaman geri plandaydı. Sevdiğim işi yapmak istiyordum, sevdiğim insanlarla, sevdiğim bir ülkede çalışmak istiyordum. Kendi hayatımı yazsam, en sonunda yine mutlu olmayı tercih edeceğim bir final bulurdum kendime diye düşünüyorum.

Yeni Çağrı Gazetesi’nden alıntıdır.