RÖPORTAJ: AYŞENUR MAMA


Öncelikle sizi tanımak isteriz. Eray Dedik kimdir?

İzmir Karşıyaka’da doğdum. 28 yaşındayım, çok genç olduğumu düşünüyordum; fakat “Romanımı artık basmalıyım.” dediğim gün yaşlandığımı hissettim; çünkü çocukluk hayalimi yıllardır erteleyip duruyordum. Lise ve üniversitede radyo televizyon bölümlerini okudum. Kendimi bildim bileli video yapım işleri yapıyorum. En büyük hayalim, kitap çıkarmaktı; fakat bundan sonraki hayalim, onlarca başarılı romanı olan bir yazar olabilmek. 

Yazın hayatınız nasıl başladı? Size öncülük etmiş isimler var mı?

Küçük yaşlarda kitap okumayı çok seviyordum. Harçlıklarımı harcamaz, her hafta sonu Kemeraltı’na giderdim. Orada çok sevdiğim büyük bir kitapçı vardı. Sevdiğim bir tür yoktu. Farklı türlerdeki kitapları alır okurdum. Edebiyatını beğendiğim çok isim vardır. Hayran olduğum çok yazar vardır; fakat hiçbirinin edebiyatıyla bütünleşmek istemedim. 15 yaşlarımda düşündüğüm bir şey vardı: “Esinlenmemek.” Bir yazarın öyküsünden esinlenmekten veya tarzına özenmekten çok korkuyordum. Gelecekte iyi bir yazar olma hayalim hep var olduğundan kendi tarzımı yaratmaya çalıştım. Şu an bunu başarabildim mi, bilmiyorum; ama en azından tarzım kötü bile olsa farklı ve birine benzeyen bir edebiyatımın olmadığına eminim.

İlkokul beşinci sınıfta çirkin kaplamalı, küçük bir deftere hikâyeler yazıp, “Ben, yazar olacağım.” diye dolaşıyordum. Defteri ilkokul öğretmenime verdiğimde; “Aferin sana, böyle devam et.” demişti. Beni birçok kez dövmüş olduğu için ona hep kızgın olsam da kurduğu bu cümlenin bana verdiği destek çok büyüktü. Bu yüzden de kendisine minnettarım. Her yıl farklı bir deftere yaza yaza kendimi geliştirdim; fakat maddi imkânsızlıklar sebebiyle ve kitabımı henüz çok iyi görmediğim için yıllarca bekledim, ta ki geçtiğimiz yaz ayında “Artık vakti gelmiştir.” diyene kadar.

Yazarken nelerden esinlenirsiniz? 

En büyük esin kaynağım, dans oldu. Herhangi bir dansı bilmesem de sahneye dans etmek için çıkınca rezil olacağımı bilsem de dansları çok seviyorum. Özellikle tangoyu ve bu dansa yapılabilecek binlerce edebiyatı çok seviyorum. Kitabın ana karakteri Barkın ve Su, tam anlamıyla tango tutkunları. Aşklarını tango ve şarap üzerinden yapıyorlar. 

Romanı kaleme aldığım ilk zamanlar, ortaokul zamanlarımdı. O vakitler birine âşık olabilmem mümkün değildi; fakat hiç tatmadığım, tanımadığım aşkı yazmaya başladım. Bunun etkisi, elbette okuduğum kitaplarda tanık olduğum aşklardan ya da izlediğim filmlerdeki aşklardan oluşmuştur. Aşkı henüz yaşamadan yazmaya başlamanın dezavantajı sebebiyle romanımdaki aşkı hayatıma uyarlamaya çalıştım. Her ilişkimde denedim ve romandaki aşkın derinliğini gerçeklik payını yükselterek oluşturmuş oldum. Bu benim ilişkilerime çok zarar verse de eser güçlenmiş oldu. 

Kasım ayında okurlarla buluşan “Su ile Dans” adlı kitabınız, okurlara hangi mesajları vermeyi amaçlıyor?

Su ile Dans’ı “Aşkın dans ile edebiyatı” olarak tanımlıyorum. Dansın her aşka iyi gelebileceğini, iyileştirici bir tutku tarzı olduğunu göstermeye çalışıyorum; fakat buna rağmen roman; dans ve aşk dışında, genç bir kızın tek başına kaldığı bir hayat yolculuğunda, nasıl kararlı ve güçlü durabildiğini anlatıyor. Su, birçok hata yapsa da tecrübeleri tek başına tadıyor. Barkın; her şeyi önceden tahmin edip, sevdiği kadının yanında olmaya çalışıyor. Aşkı tek taraflı da olsa sadece Su yalnız kalmasın, diye ondan vazgeçmiyor. Kısa bir deyişle; gerektiğinde vazgeçmenin; ama aşktan hiçbir zaman vazgeçmemenin önemini anlatıyor. Herkesin dans edebileceği bir Su’yu vardır.

Kitabın ismi nereden geliyor?

Barkın’ın gözünden baktığımızda, “Su ile Dans” kitabı, sevdiği kadınla olan dans yolculuğunu anlatıyor; fakat Su’yun gözünden baktığımızda, aşkın ve dansın tek kişilik olduğunu vurguluyor. İkilinin yaşadığı aşk gecelerini süsleyen edebiyat, hep dans oluyor. Bazen bu dans, tek kişilik oluyor. Tıpkı bu romanla tek başıma ettiğim dans geceleri gibi… 

Sizce kitap beklenen başarıya ulaşacak mı?

Elbette benim ve her yeni yazarın hayali; kitabının çok basılıp, herkes tarafından okunmasıdır. Çok satmasını istemiyorum, elden ele dolaşsın. Herkes okusun, bana yorumlar yapsın. Yapıcı eleştirilerde bulunsun ve ben, kendimi geliştireyim. “Romanım çok başarılı, çok iyi.” diyemem. Bu yorumu kendime yapabilecek deneyimim yok; fakat aldığım taze yorumlarla mutlu olmaya başladım. Okuyucularım; bana sosyal medyadan mesaj atıp, karakterler ve olaylar hakkında yorumlar yapıyor, etkilendiklerini söylüyor. Romanın içindeki şiirleri paylaşanlar olmaya başladı. İnsanların hikâyelerine dokunabiliyorsam başarı başlamış demektir. Türkiye’de roman çıkarabilmek, hele ki bunu tanıtabilmek çok zor. Okuyucu oranımız az olduğu gibi, kitap satın alma oranı da çok düşük. Bunun sebeplerinden biri ben de olabilirim. Çocukluğumdan beri aldığım kitapları hiç saklamadım. Biliyorum ki kitap alamayan, kitaplara para ayıramayan çok genç var. Ben de evde kütüphane oluşturulmasına hep karşı olmuşumdur. Kitaplar, ihtiyacı olanlarındır. Bu sebeple de satın aldığım her kitabı başkalarına veririm. 

Hazırlık aşamasında olan yeni bir eseriniz var mı?

Taslağını oluşturduğum birçok konu var. Mutlaka yeni romanları yazıp, çıkaracağım; fakat hangi konuyu ele alacağım, hangisini bastıracağım, bilemiyorum. Sanırım, bunun cevabını bir süre kendimde bulamayacağım; fakat fazla uzun süreceğini de sanmıyorum. Yaz öncesi mutlaka ikinci bir romanım piyasada olacak. 

Yazar olmak isteyen gençlere vereceğiniz mesajlar neler?

Beklemesinler, ertelemesinler. Hayat, hayalleri erteleyebilecek kadar uzun değil. Eserleri insanlarla paylaşmadıkça gelişebilmek zordur. Kitap basımı için gereken parayı bulmak, parası olmayanlar için kolay değil, katılıyorum; fakat hiçbir zaman çok paramız olamayacağına inandığım için boşuna beklemiş oluyoruz. Nitekim ben, boşuna bekledim. 

Son olarak gazetemiz okurlarına neler söylemek istersiniz?

Uzun süredir gazetenizi takip ediyorum. Yayın hayatınızda başarılar diliyorum. Sorularınız için ve sizlerle tanıştığım için de çok mutluyum, teşekkür ediyorum. Gazeteniz okurlarına edebiyatla, sevgiyle kalmalarını diliyorum.