RÖPORTAJ: AYŞENUR MAMA

Başarılı yazar Elif Maden ile yazın hayatına ve “İz” adlı yeni kitabına dair konuştuk. Keyifli sohbetimiz sizlerle…

Öncelikle sizi tanımak isteriz. Elif Maden kimdir?

Merhaba… Kendimden kısaca bahsedeyim. 1998 yılında Kahramanmaraş’ta doğdum. 2000 yılından beri de İzmir Çeşme’de ikamet etmekteyim. Şu an Uşak Üniversitesi’nde Yeni Medya Bölümü 3. sınıf öğrencisiyim.

7 yıldır tiyatroyla ilgileniyorum, fırsat bulduğum her ekibe girip oyunlara çıkıyorum. Kendimle yazarak anlaşmaya çalışıyorum. Bu anlaşma çalışmalarında bazen uzlaşmaya varıyorum, bazen hiç uzlaşamıyorum. Uzlaşamadıkça yazdıkça uzayan paragraflarla konuşuyorum. Bu yüzden kendimi bildim bileli yazıyorum. 

Yazın hayatınız nasıl başladı? Size öncülük etmiş isimler var mı?

Çok küçük yaşlarda yazmaya başladım. Yazmaya başlamam konusunda en büyük örneğim babam oldu. Babam; çok güzel şiirler yazardı, hep benimle paylaşırdı. Şiirlerle dolu bir sürü defteri vardı, onları siyah, koca bir çantada tutardı. Ben de hep oradan alır okurdum, hoşuma giderdi. Onun sayesinde şiirlerle, şairlerle, türkülerle büyüyen bir çocuk oldum. Bana öncülük etmiş en önemli kişi babamdır yani. Yazdığım şiirleri başkalarıyla paylaşmaya başlamamsa ortaokulda düzenlenen şiir yarışmalarıyla oldu. Arkadaşlarım, öğretmenlerim yazdığım şiirleri hep çok severlerdi. Lisede Özhan Bakadur ile tanıştım. Benim tiyatro hocam ve yazın arkadaşımdı. Yazdıklarımı hep onunla paylaşırdım, bana çok büyük destek verirdi. Kitabımdaki bazı şiirlerde “Kaptan!” diye seslenişler var, bu sesleniş Özhan Hoca’ya yapılan bir sesleniştir. Robin Willams’ın oynadığı “Ölü Ozanlar Derneği” filmini çok severdik, bence şiiri en güzel anlatan filmlerden biridir. Filmde Robin Williams, öğretmen rolündedir ve sınıfa ilk girdiğinde Walt Whitman’ın “Oy Kaptan, Kaptanım!” şiirini okur. Daha sonra bütün öğrenciler ona “Kaptanım!” diye seslenmeye başlar. Özhan Hoca’yı filmdeki o öğretmen karakterine çok benzetirdik. Bu yüzden tiyatroda hepimiz ona “Kaptan!” diye seslenirdik. Şiirlerimdeki bu sesleniş o filmden gelir. Son olarak da lisede edebiyat öğretmenim olan Mehmet Sarısaç, diyeceğim. Onunla öğretmenler gününde yazdığım bir şiiri paylaşmıştım. O da bana “Ben artık mektup zarfları içinde şiirlerini okumak istemiyorum, en yakın zamanda ilk kitabını bekliyorum.” demişti.  Bu üç isim, hayatımda örnek aldığım en önemli insanlardır. Onların desteğiyle bu yola çıktığım için de kendimi çok şanslı hissediyorum.

Yazarken nelerden esinlenirsiniz? Örnek aldığınız yazar veya şairler var mı?

Anlık olan duygular, yazmaya iter beni. Nereden geldiğini bilmediğim bir huzur, gece gibi çöken hüzün, peşimi bırakmayan bir huzursuzlukla yaşıyor gibi olurum. Bu, her an olabilir. Bazen sokakta öylesine yürürken gökyüzündeki bulutlara takılıyorum, otobüsteyken beklemediğim bir şarkı çalıveriyor ve o şarkıyla baş başa kalıyorum gibi oluyor. Aslında o an ne eksikse o şiir oluveriyor birden. Deniz kenarında oturup dalgaların kıyıyla olan münakaşalarını dinlemeyi çok severim mesela; ama orada ona bakarken bazen bir şey yazamam. Yazmak için her şey hazır gibi görünür aslında. Bir akşamüstü batmaya yüz tutmuş güneş; yüzüne öpücükler konduran bir tavırla seni okşar, uzaktan ucuz müzik sesleri gelmeye başlar, insanların kahkahaları birbirine karışır, kulağına o kahkahaların yankıları gelir. Her şey mükemmeldir. Bence o an şiirdir zaten, bir şeyin eksikliğini duymuyorsundur, her şey tamdır. Eksik olan bir şey varsa şiir olur. En büyük esin kaynağım olmasını istediğim; ama olmayan şeyler, eksikliklerdir.

Örnek aldığım iki isim, hatta hayran olduğum iki isim var: Nazım Hikmet ve Cemal Süreya. Onların şiirlerini okumayı çok seviyorum. Onlara dair yazılan her şeyi okuyorum. Bu, bana büyük bir haz veriyor. Şiirlerini okurken gülümseyerek okuyorum sanki. Ağabeyimin, kardeşimin şiirini okuyormuşum gibi hissediyorum. 

Temmuz ayında okurlarla buluşan “İz” adlı kitabınızdan bahseder misiniz? Bu kitabı neden yazdınız?

Tabii… “İz”de 2013 yılından beri tuttuğum defterlerimdeki seçme şiirler yer alıyor. Birkaç tane de günlük hayatta yaşadığım şeyleri hayatın bana sunduklarıyla uyarladığım hikâyeler var. “Biraz hikâye, çokça şiir.” dememin sebebi budur. 

Şiir yazmayı çok seviyorum. Hani insanın içinde bir sıkıntı olur, kimi gider tek başına oturur, bir şarkı açar dinler, kimi yakın bir dostuyla konuşur, ben de kendimi böyle ifade edebiliyorum; yazarak rahatlayabiliyorum. Bir süre sonra içimdekileri kâğıtta görünce mutlu olmaya başlıyorum; çünkü şiir oluyor. İnsan; yazdığı şeyleri paylaşmak istiyor, ben de yakın çevremle paylaşıyordum. Bazen sosyal medyada paylaşıyordum. Aldığım tepkiler, çok güzeldi. Bu tepkiler, beni cesaretlendirdi. Yazdıklarımı daha büyük bir kitleyle paylaşma fikri hoşuma gitti. Ben de kitaplığımda artık kendi kitabımı görmek iyi olur, diye düşündüm. 

“İz” okurlara hangi mesajları vermeyi amaçlıyor?

Aslında belli bir mesajı yok, belki bir mesajı bile yok, bilmiyorum. Şiir, dediğimiz şey anlamsız kelimelerden oluşur aslında. Herhangi bir anlamı yoktur. Kimseye bir şey ifade etmez, bir şey kanıtlamaya, öğretmeye çalışmaz. Böyle bir amacı yoktur, buna ihtiyacı da yoktur. Şiiri okursunuz ve o anlamsız kelimeler bütünü, sizde izi olana dokunur. O zaman anlamlı gelebilir. “İz”de bir insanın hayatının karmaşasıyla harmanlanmış aşk şiirleri göze çarpar. Ben, bunu seviyorum işte. Hayatın içinde olan basit şeylerin duygusal yaşantımızın içinde bulunmalarını seviyorum. Okurlarım da kendi yaşantılarında izi olan şeyleri şiirlerimi okuduklarında hatırlıyorlarsa, onlarda bir duraklama, kırık bir tebessüm oluşturuyorsa o zaman olmuş demektir. “İz” bir mesaj vermeyi değil, okuyan kişiyle bir bütün olmayı amaçlıyor.

Kitabın ismi nereden geliyor?

28 Şubat 2015, Yaşar Kemal’in vefat ettiği tarih. Ailecek oturup yemek yiyorduk. Haberlerde Yaşar Kemal’in vefatına duyulan üzüntüden bahsediyordu. Bütün haber kanallarında o vardı, büyük, önemli insanlarla O’na dair röportaj yapıyorlardı. Babam, çok büyük bir Yaşar Kemal hayranıydı. O gün bana; “Görüyor musun, herkes ondan bahsediyor. Büyük bir insan göçtü bu dünyadan, bir daha da onun gibisi gelir mi, bilmem; ama hep hatırlanacak. Çünkü çok büyük bir iz bıraktı. İnsan ölür gider, bıraktığı izlerle yaşar bu dünyada.” demişti. Bu, beni çok etkiledi. Doğruydu. Her gün stresine düştüğümüz o işler, acabalar, keşkeler… Bir gün bunların hiçbir önemi kalmayacaktı. Kimse için kalmayacaktı. Bugün kalkıp birine benim için çok önemli bir şeyi anlatabilirim; ama ben göçtükten sonra o anlattıklarım da benimle göçecek. Bu gerçek, bana o an dank etti. O gün kendime bir söz verdim. Küçük de olsa bu dünyada bir iz bırakacağım dedim. Kitabın ismini bu yüzden “İz” koydum. Hayat bende izler bırakabilir; ama ben de onda bir iz bıraktım. Ödeşmiş olduk.

Sizce kitap, beklenen başarıya ulaşacak mı?

Bir haber sitesinde Japonya’da kişi başına düşen kitap sayısının 25, Fransa’da 7 olduğunu okumuştum. Türkiye’de ise 1 kitap başına 12 bin kişi düşüyormuş. Bu orana bakarak söyleyecek olursam; “Öyle umuyorum.” demem gerekiyor herhalde. Açık konuşmak gerekirse; bir medyacı olarak sosyal medyanın bizi ve yapmak istediklerimizi de etkilediğini düşünüyorum. Sosyal medya hesaplarında vakit geçirmek, gittiğimiz pahalı mekanları, yediklerimizi içtiklerimizi insanlara sergilemek şu an kitap okuma oranımızın yerleri süpürüyor olmasının en büyük nedenidir. Genel olarak hepimiz ne moda ise, ne popüler ise onu yapmakla yükümlü hissediyoruz kendimizi ve kitap okumak, bu yükümlülükte maalesef yer almıyor; ama tüm bunlara rağmen ilgilenen kesimleri memnun edebileceğini düşünüyorum. Umarım, her şey güzel olur.

Kitabınıza bir okur gözüyle nasıl bir yorum yaparsınız?

Bu, zor bir soru. Kendi kitabımı tabii ki defalarca okudum. Her okuduğumda da farklı şeylere daldım, gittim. O şiirleri ben yazdım, kendi yaşadığım heyecanla, korkuyla, umutla, aşkla yazdım. Her okuduğumda da o duyguları tekrar yaşıyorum. Benim olana dışarıdan bir gözle bakamam; ama okurlarımın neler hissedeceğini gerçekten merak ediyorum. Şiirlerimde vazgeçmişliklerden çok bahsediyorum; ama sonunda mutluluk şiirlerinden bahsediyorum.  Umutlansınlar istiyorum. Çok klişe olacak belki ama her karanlık gecenin ardından güneş doğuyor, aydınlanıyoruz. Yeter ki perdeleri açık bırakalım. 

Hazırlık aşamasında olan yeni bir eseriniz var mı?

Böyle bir isteğim var elbette; ama ortada planladığım bir şey yok. Yazmaya devam ediyorum, durmadan yeni bir şeyler çıkıyor. “İz” benim ilk kitabım ve henüz yeni çıktı. Şimdilik onun insanlarla olan iletişimini izlemek istiyorum. Paylaşmaya hazır bir şeyler olduğunda da yeni bir eserle karşınızda olacağım.

Son olarak gazetemiz okurlarına neler söylemek istersiniz?

Öncelikle bu röportaj için size teşekkür ederim. Kitabımda “Şark’ı da Garp’ı da bir şiir birleştirir.” diye bir sözüm var. Bahsetmek istediğim; bütün farklılıkları, zıtlıkları, uzaklıkları bir şiirle yenebiliriz. Aklımızdan çoktan çıkmış gitmiş bir şeyi bir şiirin mısralarında yeniden hatırlayabiliriz. Şiir, bizim eksikliklerimizden oluşur; özlemlerimizden, kırgınlıklarımızdan, izlerimizden… Şiir okudukça da sanki bütün eksiklikler, kırgınlıklar, özlemler kaybolmaya yüz tutar. Şiir okumalarını isterim. Kitabımı da okurlarsa çok mutlu olurum. İzleriniz bakidir; ama bütün eksikliklerinizin tamamlanacağına inanıyorum. Mutluluk şiirleriniz, eksik olmasın hayatınızdan. Şiirle kalın.