HAYATIN TAM İÇİNDEN

Yine çok özel ve kıymetli bir üstad ile karşınızdayım. Bu hafta Önce Vatan Gazetesi okuyucularımız için Kültür-Sanat Röportajlarımda “KÂTİBİN KİTABI” Öykü Kitabı ile Eğitimci-Yazar Mustafa Okumuş var. Şu hayatta; Çok Beyefendi, çok mütevazı insanlar biriktirme yolculuğuma kendisini gururla ekliyorum. Bazı röportajlarda daha bir heyecanlı oluyorum. Bu kadar dolu ve bu güzel edinimi hakkıyla, birikimiyle yapan insanlar inanın kelimelerinden, koyduğu noktasından belli oluyor. İşte o muazzam kalemlerden biri Mustafa Bey. Ben kendisini Çaka Bey kitap günlerinde tesadüfi olarak tanıdım. O zaman henüz kitabı çok yeni çıkmıştı ve o güzel heyecanını etrafa hissettiriyordu ki kendisini fark etmemek imkânsızdı. Kendisi Öğretmen, Eğitimci. Aslı Hanım; Tüm etiketlerin yükünden kurtulmaya, her şeyi bir kenara bırakıp “insan” olmaya çalışan; en büyük inancı hayalleri olan, “tamam” olamayacağını bile bile bıkmadan o yolda yürüyen, insanı kırmaktan korkan, samimi bir nezaketin hayatı daha yaşanır kılacağını düşünen, yalnız kalmayı seven ve genel olarak kendi dünyasında yaşayan biriyim. Sanırım özetim budur. Babam öğretmen olduğu için farklı şehirleri dolaştık ve farklı kültürlerle büyüdüm. Elbette tanıdığım farklı karakterler yazarken bir yerde kendini gösteriyordur. Ülkemizin gerçekleri de etki ediyor tabii. Zaten hangi ülkenin edebiyatına bakarsak bakalım o kültürü, o toprakları, o toprakların insanını kurgunun temelinde görürüz. Kâtibin Kitabı, okura 8 farklı hikâye sunuyor. Ben bunu sekiz pencereye benzetiyorum. Hayatın tam içinden hikâyeler bunlar. Bitse de bitmeyecek olan hikâyeler. Çünkü bu kitaptaki hikâyeler, gerçekler. Biz bütün bunları farklı yüzlerle, farklı seslerle, farklı nefeslerle görüyoruz, duyuyoruz, yaşıyoruz. Görüyoruz ama görmek istemiyoruz. Bir noktada bu görülmek istenmeyenleri göstermeye çalıştım. Kimi noktalara dokunmak istedim. Adalete, yalanlara, maskelere, insana... Farklı kurgularla okura anlatmak istediklerimi anlatmaya çalıştım İfadelerini kullanan Sayın Ahmet Mustafa Okumuş ile o güzel yazın yolculuğu, muazzam bakış açılarını ve bol bol Kâtibin Kitabı’nı konuştuk.

Söyleşimize sizi tanıyarak başlayabilir miyiz, kimdir Mustafa Okumuş?

Tüm etiketlerin yükünden kurtulmaya, her şeyi bir kenara bırakıp “insan” olmaya çalışan; en büyük inancı hayalleri olan, “tamam” olamayacağını bile bile bıkmadan o yolda yürüyen, insanı kırmaktan korkan, samimi bir nezaketin hayatı daha yaşanır kılacağını düşünen, yalnız kalmayı seven ve genel olarak kendi dünyasında yaşayan biriyim. Sanırım özetim budur.

İlk kitabınızı çıkartmayı ne zaman ve nasıl düşündünüz?

Uzun yıllardır yazıyorum. Yakın çevrem bunun benim hayatım ve en büyük hayalim olduğunu bilir. Yazarken illa ki bunlar bir kitap olsun, diye düşünmüyordum aslında. Ben edebiyatla var olduğuma inanıyorum. Ancak dört yıl önce bu konuyu daha ciddi düşünmeye başladığımı söylemem yanlış olmaz. Kısmet bugüneymiş.

Meraklılarına isim neden "Kâtibin Kitabı"?

Kitabı okumayanlar için söyleyeyim; Kâtibin Kitabı kitabın son öyküsü. O öykünün kitabın genel temasını iyi yansıttığını ve kitap için en uygun isim olacağını düşündüm. Aslında biraz riskli bir isim tercihiydi. Çünkü fonetik olarak insana eskiyi anımsatan yapıda. Ama öyle ya da böyle bir kitap okura ulaşacaksa ulaşır. İsim de sanırım kitaba çok yakıştı.

Konularınızı nasıl seçiyorsunuz? Konu seçimi tesadüfi mi oluyor ya da hayatta karşılaştığınız bazı olaylardan mı etkilenip yazıyorsunuz?

Öykülerdeki kurguların tümü birebir hayatın içinden. İnsanları, hayatları, yaşananları izlerim ve biriktiririm çoğunlukla. Bunlar kurguları besler. Her hayatın bir hikâyesi olduğuna da çok inanırım. Bazen birçok farklı olay bir kurguda birleşebilirken, bazen tek bir hayat bir kurguya yetebilir.

Yazın yolculuğunda ruh dünyası karakteristik mi olmalı?

Yazan kişilerin kendilerine has bir dünyaları olduğunu gördüm hep. Daha derinden bakılıyor sanırım hayata. Ama illa ki bir karakteristik farklılıkları oluyor. Ama bunun farkına, yazan kişileri çok yakından tanıyanlar varabiliyor sanırım ancak.

Melankolik biri misiniz?

Evet, bir miktar melankoli bulunur içimde. İçedönük bir yapım var. Duygularım ve düşüncelerim, baskın ve belirleyicidir. Okudukça ve yazdıkça bakış açısı genişliyor ve sanırım daha derini görmeye başlıyor insan. Bir hüznün barınmadığı hayatın gerçekliğini sorgularım. Mutluluk hüznün molasıdır çünkü. Kitaptan bir alıntı yapacak olursam “İnsan, sırtına yüklediği yüklerle, yalnız ve yalnızca son nefesine ulaşmaya çalışan bir gezgindir.” Evet, biz gezginler, hayatın içinde o uzun ince yolda yürürken modern zamanın gemlerinin rahatsızlığını hissetmeden, son teknoloji at gözlüklerimizle etrafımızı görmez olduk belki de. Oysa çevresinde yaşanan hayatları görebilen birinin, hele de kolektif mutluluğa inanıyorsa, bir hüznün pençesine düşmesi kaçınılmaz bir sonuç sanırım.

Yaşadığınız coğrafyanın yazın yolculuğunuza etkisi var mıdır?

Babam öğretmen olduğu için farklı şehirleri dolaştık ve farklı kültürlerle büyüdüm. Elbette tanıdığım farklı karakterler yazarken bir yerde kendini gösteriyordur. Ülkemizin gerçekleri de etki ediyor tabii. Zaten hangi ülkenin edebiyatına bakarsak bakalım o kültürü, o toprakları, o toprakların insanını kurgunun temelinde görürüz.

Son zamanlarda çok fazla gözler önünde olan, reklam uğruna, satış uğruna özellikle kitap çıkaran yazarlar var. Başarılı da oluyorlar bu bir gerçek. Bu husus hakkında düşünceleriniz?

Günümüzde bunun önüne geçmek imkânsız. Geçilmesi gerekir mi, bu da tartışılır. Ben şöyle bakıyorum duruma; kimin bugünde kalacağına, kimin yarınlara erişeceğine karar verecek olan okur olacaktır. Ama bu noktada edebiyat-ticaret terazisinin ayarının kaçırılmaması gerekir. Günlük popülaritesini kullanarak fırsattan istifade edip para kazanma isteğini çok da garipsemem ama bunun için kitap çıkarmaktan çok daha başka yollar da vardır sanırım.

Sayın Mustafa Bey sizin yazma tarzınızdan bahseder misiniz? Mesela nasıl bir ortamda yazmayı tercih ediyorsunuz?

Yazmak için defteri tercih edenlerdenim. Ufak notlarla yola çıkarım genellikle. Sonrasında kurgunun genel çerçevesi oluşur. Masaya başında, ihtiyacım olacak şeyleri yakınıma yerleştirip, yazarım.  Daha sakin ve sessiz bir ortam yakalayabildiğim için geceleri yazmayı tercih ediyorum.

Kitabınızda kendinizden soyutlanmış karakterlerimi yoksa sizi yansıtan karakterlerimi anlatmak daha güzel geliyor? Yani eserlerinizin sizi yansıtması hoşunuza gider mi?

Bir karakterin birebir beni yansıtması mümkün değil. Ancak her karakterimle uzunca bir süre birlikte yaşarız. Günlük hayatın içine katarım çoğunu. O anda neler yapacağını kestirmeye çalışmak, karakteristik özelliklerini belirlemeye yardımcı olur. Hiçbir karakterimin de beni yansıtmasını istemem de zaten. Zira çok daha anlatmaya değer hayatlar ve insanlar var.

Kitabınızı yazmaya başlarken kurguyu önceden mi belirlersiniz? Yoksa bütün olay örgüsü siz yazdıkça mı gelişir?

Kurgunun genel çerçevesini önceden çizerim. Bu noktada karakterlerin ipini ne çok sıkı tutmak ne de çok gevşetmek gerekir. Belli bir sınır dâhilinde hareket eder karakterler ama başı sonu bellidir, tıpkı hayat gibi.

Bazı sorular vardır bu sorumda evet artık bırakıyorum, Aslı Hanım diyen kalemdaşımıza çok rastladım. Yazmak sizin için hayat boyu sürecek bir serüven mi yoksa yazmayı bırakmayı düşündüğünüz bir zaman var mı?

Nefes aldığım sürece her anımı kitaplarla geçirmek en büyük dileğim. Yazmak ve okumak, hayatımda vazgeçemeyeceğim güzellikler. Hayatımdan bunları çıkarırsam boşluğa düşerim gibi geliyor. Bu noktada kararı şekillendiren sanırım beklentiler. Yazarken, sadece yapacak en iyi şeyinizin bu olduğu için yazıyorsanız ve maddeci ya da yararcı beklentilerden oluşan hayaller yerine daha içsel hayalleriniz varsa yazmanın bırakılabileceğine inanmıyorum.

Edebiyat dünyasında gördüğünüz en bariz sorun nedir? Bu soruna ne gibi bir çözüm önerisi sunulabilir?

Bu soruya cevap verebilecek yetkinliğe henüz eriştiğime inanmıyorum. Çok genel çerçevede, bir okur gözüyle cevap verecek olursam, fırsat eşitliği diyebilirim. Ben bir okur olarak rafların arasında yalnız kalmış fazlasıyla değerli kitaplar gördüm bugüne dek. Her kitap aynı fırsatı yakalamalı, karar okura bırakılmalı, diye düşünüyorum. Burada da daha önce bahsettiğim edebiyat-ticaret ayarı mühim. Bana göre bu bir sorun.

Yazın yolculuğunda gelecek ile ilgili projelerinizden bahseder misiniz?

Yazmaya devam ediyorum. Çıktığım yolda henüz ilk adımlarım olduğunu biliyorum. O sonu görünmeyen yolda sağlam adımlarla ilerlemek için çalışıyorum. Başka kitapları okur ile buluşturmayı elbette arzu ediyorum.

Ne tür okuyucu kitlesine hitap ediyorsunuz?

Hayattan kopuk olmayan, hayatın gerçeklerinden korkmayan, hüzünden kaçmayan herkesin kitabımı okuyabileceğini düşünüyorum. Ama her kitap özünde kendi kitlesini belirler. Benim işaret etmemden çok sanırım kitap kendi kitlesini işaret edecektir.

Yeni bir projeniz var mı? Var ise kitap ne zaman çıkıyor ve okuru bu yeni kitapta ne gibi sürprizler bekliyor?

Elbette uzun yıllardır yazıyor olmamın getirdiği bir birikim var. Ama henüz ikinci kitap için çok erken. Kâtibin Kitabı çıkalı henüz bir buçuk ay oldu. Şimdi ikinci baskı için çalışmalar bitti. Öncelikli olarak bu kitap alacağı yolu alsın istiyorum. Bu süreçte ben yazmaya ve çalışmaya devam ediyor olacağım.

Kitap yazarken konuları nasıl seçiyorsunuz? Konu seçimi spontene mi oluyor ya da hayatta karşılaştığınız olaylardan etkilenip mi yazıyor sunuz?

Öyküler bir yapbozun parçaları gibi birçok hayattan kopup geliyor ve birleşip bir bütün oluşturuyor genelde. Yazdığım her şeyde hayatın etkisi çok büyük. Gelişigüzel yazdığımı söyleyemem.

"Kâtibin Kitabı" ile birlikte güzel bir okur kitlesi yakaladınız bunu yakinen takipteyim. Kitap ile sizce ilgili dönütler nasıldı?

Güzel dostlar, güzel yürekli insanlar... Her fikrin, her hissin, her görüşün benim için fazlasıyla kıymeti var. Güzel bir başlangıç yaptı kitap. Çok güzel insanlar tanımama vesile oldu. Mutlu eden bir süreç yaşıyorum. Gelen görüşlerin verdiği manevi hazzı tarif edebilmem olanaksız.

Ben de bu yazın meziyetin sonradan kazanıldığına inananlardan değilim. Sizi yazmaya özendiren şeyler neydi?

Kendimi bildim bileli bir şeyler yazdığım için çıkış noktamı kestiremiyorum. Uzun yıllar önce yazdığım şeyler hâlâ bir yerlerde saklı. Ama hiçbir zaman duygularımı kolayca ifade edebilen biri olmadım. Belki de bu yönüm yazmaya yönelmeme neden oldu. Sonrasında sanırım da okumayla dolu bir hayat itici bir kuvvet etkisi yarattı.

Kimsenin okumayacağını bilseniz bile yazar mıydınız?

Bugüne kadar kimse okumuyordu ve ben yazıyordum. Dediğim gibi beklentilerinizin ne olduğu önemli. Benim yazarken maddesel ya da yararcı bir hayalim yok açıkçası. Bu yüzden evet, kimse okumasa da yazarım.

Yaptığım birçok yazar söyleşilerinde Türkiye'deki yayınevleri ile yazara değer verilmediği hususunda ilgili çok şikâyet alıyorum. Sizin konuyla ilgili düşünceleriniz nelerdir?

Günümüzde maalesef kapitalizmin getirisi bu. Bu konuda çok değerli yayınevlerinin olduğunu düşünüyorum. Para kazanma amacı ile edebi değerin dengesini sağlayan, yazarlarına kıymet veren yayınevlerini bir okur olarak da görüyorum. Ama bazı yayınevlerinin de yazarı, yazarın emeğini hiçe saydığını cebimde duran sohbetlerden biliyorum. Henüz isminiz bilinmiyorsa bazı kapıları açmak kolay olmuyor elbette.

Türkiye’de kitap yayımlamak zor mudur? Bu yolculuğa adım atacak lakin hiç bilmiyorum ne yapacağımı diyen genç kalemdaşlarımız için bir kitabı yayımlatmak için hangi süreçlerden geçmek gerekir?

Kolay olduğunu düşünmüyorum. Ama hangi hayale kolay ulaşılır ki. Bir hayali gerçekleştirmek için çabalamak gerekir. Yazdıkları her ne ise önce bekletsinler. Bir süre sonra tekrar okusunlar. Dosyalarına güveniyorlarsa, türüne uygun gördükleri bir yayınevi ile iletişime geçebilirler. İşin zor kısmı da bundan sonra başlıyor zaten. Çünkü yıllar boyu da bekleyebilirler.

Bu noktada yine bir örnek vereyim müsaadenizle... Külliyatını okuduğum ve hayranı olduğum yazar Jose Saramago'nun ilk kitabı Çatıdaki Pencere idir. Peki, yazarın ilk yazdığı kitap ne zaman çıktı biliyor musunuz? Öldükten sonra... Kitabı gençliğinde yazıp dosyayı yayınevine gönderen yazarın dosyasına hiçbir cevap gelmez. Yıllar sonra Saramago, Nobel edebiyat ödülünü almış, kitapları tüm dünyada okunan bir yazar olmuşken, yayınevi ofisini taşırken Saramago'nun dosyasını bulur tozlu depoda. Saramago'ya bu dosyayı yayımlamak için teklif götürseler de yazar bunu kabul etmez. Kendisi öldükten sonra eşi yayımlatır kitabı.

Her neyse diyelim ki dosyanız incelendi. Yayınevi editörleri dosyayı inceledikten sonra olumlu dönüş yaparsa önce kitap yayın programına alınır. Buna göre ayarlanan bir süreçte önce editöryal çalışma yapılır. Sonrasında dizgi, kapak tasarımı ve kitabın yayımlanması, diye devam eder süreç.

Okumayı sevmeyen bir milletiz. Günümüzde gençlerin sosyal mecralarda çok zaman geçirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz hocam?

Sosyal mecraları önemsiyorum. Her şeyin öz kontrol ile kullanılması, bu bilincin aşılanması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle küçük yaş grubunun mümkün olduğu kadar sosyal mecralarla geç tanışması gerektiğine inanıyorum. Öğretmen olarak bunu çok yakından izleme şansına sahibim. Sosyal mecraların kullanımı okumaya bir engel değil. Ama okumayı bir boş zaman aktivitesi olarak görmekten ve göstermekten kurtulup, bir temel ihtiyaç olarak görmeliyiz.

Eskiden yazarlar görünmezdi şimdiki yazarlar şöhretli olma baskısı mı hissediyor?

Yani bu yazarın beklentisiyle doğru orantılı olarak gelişebilir tabii ki. Dediğim gibi maddesel beklentiler olabilir elbet. Bunun için yazar, neden yazdığını, sorgulamalı sanırım. Eğer beklentileri bu yöndeyse elbette bu yolda ilerleyebilir. Ama bunun zorunluluk olduğunu ve yazarın tepesinde bir baskı unsuru olarak dikildiğini düşünmüyorum. İhsan Oktay Anar, çağdaş Türk edebiyatı ve hatta bence dünya edebiyatı için müthiş bir kalemdir. Peki nerede görüyoruz onu? Hemen hemen hiçbir yerde.

"Kâtibin Kitabı" isimli ilk öykü kitabınız piyasada satışta. Genel tema ve içerikten biraz bahsedebilir misiniz?

Kâtibin Kitabı, okura 8 farklı hikâye sunuyor. Ben bunu sekiz pencereye benzetiyorum. Hayatın tam içinden hikâyeler bunlar. Bitse de bitmeyecek olan hikâyeler. Çünkü bu kitaptaki hikâyeler, gerçekler. Biz bütün bunları farklı yüzlerle, farklı seslerle, farklı nefeslerle görüyoruz, duyuyoruz, yaşıyoruz. Görüyoruz ama görmek istemiyoruz. Bir noktada bu görülmek istenmeyenleri göstermeye çalıştım. Kimi noktalara dokunmak istedim. Adalete, yalanlara, maskelere, insana... Farklı kurgularla okura anlatmak istediklerimi anlatmaya çalıştım.

İnsanların çoğu ‘hayatımı yazsam roman olur’ der. Sizce herkes kitap yazabilir mi? Yazmak bir yetenek midir?

Herkes yazabilir sanırım ama herkesin yazdığı roman olmaz. Yetenek mi bilmem ama karakterle, dünyaya bakışla ilintili olduğunu söyleyebilirim. Elbette fazlasıyla da donanım gerektiriyor. Bunu sağlamak için de çok çalışmak ve bununla birlikte üslubu şekillendirmek şart.

Neden şu an rövanşta olan şiir, roman ve deneme değil de öykü yazarlığı?

Neyin daha popüler olduğunu düşünerek yazmak çok da doğru gelmiyor. Şiir yazmanın diğer her şeyi yazmaktan daha zor olduğunu düşünüyorum. Şiir hassas bir yapıdır. Bir eksikle de bir fazlayla da yıkılır gider. Şiiri, yetkin şairlere bırakmalı. Deneme ise esasen çok ciddi bir alan ama günümüzde bu alan fütursuzca işgal edilmiş durumda. Roman... Aslında öykü ve romanı birbirinden ayıran net sınırlara inanmıyorum pek.

Bu noktada çok sevdiğim Milan Kundera'nın görüşünü aktarayım: Evet, roman ile şiir, roman ile tiyatro arasında bir fark vardır, ama öykü ile roman arasında ontolojik bir fark yoktur. Sözcük dağarcığının olasılıklarının kurbanı olan bizler, aynı sanatın, büyük ve küçük, iki biçimini kapsayabilecek bir tek sözcükten yoksun bulunuyoruz.

Elbette farklı düşünenler çıkacaktır ama benim tamamen katıldığım bir görüş bu. Zira aynı kurgu aşamalarından geçiyoruz. Yalnızca romanda, yazarın hareket alanı daha genişken, öyküde dar alanda manevra yapmak zorunda kalıyor yazar. Öykülerin, romanlar kadar ön plana çıkmadığı bir gerçek ama ben bunu yazmayı seviyorum. Günün birinde roman da olabilir tabii. Ama illa ki olsun diye bir düşüncem yok.

Peki, bu yolculukta ne zaman ben artık yazarım diyebildiniz? Ya da kendinizi ‘yazar’ olarak tanımlıyor musunuz? Sizde Estağfurullah Aslı Hanım gönül işçisiyim diyenlerden misiniz?

Etiketler çok kolay yapıştırılır hale geldi. Ben tüm etiketlerden uzak kalmak istiyorum. Yalnızca yazıyorum. Gönül işçisi de değilim. Bu benim yaşam biçimim sadece. Bir okur olarak “yazar” denilince aklıma inanılmaz isimler geliyor ve ben yalnızca onlara ulaşmak için hayatını adamak isteyen biriyim.

Okumaktan hoşlandığınız Dünya ve Türk edebiyatı yazarları kimler?

Maksim Gorki, Çehov, Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev, Platonov, Balzac, Steinbeck, Mario Vargaz Llosa, Saramago, Milan Kundera, Kafka, Marquez kitaplığımın en özel yerinde duran yazarlardandır. Yerli edebiyatımızda da öncelikli olarak Sait Faik, Vüs'at O. Bener, İhsan Oktay Anar gibi yazarlar vazgeçilmezimdir.

Biraz uçlarda bu soru bu. Yazı yazmak sizce sizin tek mesleğiniz olabilir mi? Örneğin Orhan Pamuk gibi zamanınızın tamamını yazmak için kullanabilme imkânınız olsa ne kadar verimli olabileceğiniz kanısındasınız? Başka bir deyişle, tek uğraşınızın yazmak olduğunu düşünebiliyor musunuz?

Bunun olması günümüz şartlarında pek mümkün olmasa da yalnızca okuyarak ve yazarak geçirebileceğim bir hayat muhteşem olur elbette. Böyle bir durumda zamanı daha rahat kullanabilirdim. Görmek, düşünmek, araştırmak, çalışmak ve yalnızca yazmaya odaklanmak, bir yazarın gelişimine muhakkak katkı sağlar. Kim bilir, belki günün birinde böyle bir fırsatım olur.

Adını yakın tarihte duymaya başladığımız yazarlar arasından severek okuduklarınız kimler?

Okur olarak her kitabını okumaktan keyif aldığım yazarlar var. Mine Söğüt, Serkan Türk, Barış Bıçakçı, Yavuz Ekinci, Kemal Varol, Turan Dağlı, Sezgin Kaymaz... Gerçekten benim için bir okur olarak çok özel ve ne yazsa okurum dediğim kalemler.

Ben de yazmak istiyorum diyen genç yazarlara tavsiyeler desem? Günümüzün gençliğine üç tavsiye verecek olsanız bunlar ne olurdu?

Tavsiye verebilecek kadar haddimi aşmak istemem. Yalnızca yolun zor olduğunu, seçici bir okur olarak bol bol okumak gerektiğini, yalnızca hayal kurmakla olmayacağını bilmelerini, sürekli çalışmak ve kendine karşı acımasız olmak gerektiğini söyleyebilirim naçizane.

Son Olarak gündemde ısrarla kalmaya devam eden bir türlü bitmek bilmeyen çocuk istismarları, kadın cinayetleri ve hayvana şiddet hususunda neler söylemek istersiniz?

Duygusal yapımdan kaynaklı kapkaranlık günler geçiriyorum. Attığım her adımda aklıma gelenler tüylerimi diken diken ediyor. Ateş yalnızca düştüğü yeri yakmasın, birlikte yanalım ve gerekirse kül olalım, istiyorum. Maalesef insanların birbirini sevmediği, hoşgörüyü yitirdiğimiz, anlayışın ve bir arada olma duygusunun kaybolup, bireysel tatmin ve mutluluklarla yaşadığımız, kısacası değerlerin kaybolduğu günlere denk gelmiş hayatımız. Bu iğrençliklerin çözümü için hep birlikte samimi bir şekilde cehaletle savaşmalı ve kolektif mutluluk bilincini geliştirmeliyiz. Devlet yasa koyucudur, bu doğru. Bu aşağılık davranışlara en ağır cezalar verilmelidir elbette. Ancak ben vicdanın ve saf iyiliğin olmadığı durumlarda yasaların yalnızca bastırma görevi göreceğine inanıyorum. Zaten ne kanunların ne de olguların bu insanları engelleyemediği görülüyor.

Yolunuz Açık, yürek sesiniz daim, kaleminiz kavi olsun Sayın Mustafa Bey.

Röportaj: Aslı M. Sarı