Şu sıkıntılı dönemde güzel şeyleri okumaya ve duymaya da ihtiyacımız var değil mi? Kültür sanat röportajlarımda birbirinden değerli üstadları tanımaya devam ediyoruz. Duruşunu hayata bakışını, farklılıklarını, meziyetlerini, nevi şahsına münhasırlığını, beyefendiliğini çok sevdiğim kalemlerden birini misafir ediyorum sayfamda bugün. O, benim değerli dostum. Memleketlim. SOSYOLOG, ŞAİR, YAZAR, AKADEMİSYEN, FOTOĞRAF SANATÇISI, BİLİM UZMANI, EĞİTİMCİ SAYIN AHMET TURGUT TANRIVERDİ’den bahsediyorum.  Kendisi Çukurova diyarından Tarsus’ta doğdu. Lisans eğitimini Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünde tamamladı. Aynı yıl Milli Eğitim Bakanlığı çatısı altında öğretmenlik görevine başladı. 2015 yılında Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi Bölümünde Yüksek Lisansını tamamlayarak Bilim Uzmanı unvanını kazandı. Yurt içi ve yurt dışı kongrelerde çeşitli sunumlar yaparak akademik hayatını devam ettirdi ve Öğretim Görevlisi olarak Çukurova Üniversitesi’nde görev yaptı. Fotoğraf sanatı ile uğraşmakta. Çeşitli dergilerde yayınlanmış makaleleri mevcuttur.  Fotoğraf sanatçılığını eğitimle pekiştirmek adına Anadolu Üniversitesi Fotoğrafçılık ve Kameramanlık Bölümünü 2019 yılında tamamladı. Akademik içerikli yayınlarından sonra kısa bir süre önce, şiir ve fotoğrafları ile harmanladığı “Savaş Ya Da Pandomim” isimli şiir kitabı 2018 yılı Kasım ayında yayınlandı. İlk şiir kitabı yayınlandıktan on üç ay sonra “C-esaret Zamanı” isimli ikinci şiir kitabı 2019 yılı Aralık ayında yayınlandı. Sayın Ahmet Turgut Tanrıverdi ile röportajımız sizlerle.

Sayın Ahmet Turgut Tanrıverdi öncelikle sizi tanımak isteriz?

Merhaba Aslı Hanım. 26 Nisan 1978’de Tarsus’ta doğdum. Üniversite eğitimime başlayana dek eğitim hayatımı Tarsus’ta sürdürdüm. Lisans eğitimimi 1998 yılında Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünde tamamladım. Aynı yıl Milli Eğitim Bakanlığı çatısı altında öğretmenlik görevime başladım ve meslek yaşamımı halen Adana’da yürütmekteyim. 2015 yılında Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi Bölümünde Yüksek Lisansını tamamlayarak Bilim Uzmanı unvanımı kazandım. Yurt içi ve yurt dışı kongrelerde çeşitli sunumlar yaparak akademik hayatımı devam ettirdim ve Öğretim Görevlisi olarak Çukurova Üniversitesi’nde bir süre görev yaptım. Yürüttüğüm görevlerimin yanı sıra fotoğraf sanatı ile uğraşmaktayım. Fotoğraf sanatçılığımı eğitimle pekiştirmek adına Anadolu Üniversitesi Fotoğrafçılık ve Kameramanlık Bölümünü 2019 yılında tamamladım. Çeşitli dergilerde yayınlanmış makalelerim mevcuttur. Akademik içerikli yayınlarımdan sonra kısa bir süre önce, şiir ve fotoğraflarımı harmanladığım “Savaş Ya Da Pandomim” isimli şiir kitabım 2018 yılı Kasım ayında yayınlandı. İlk şiir kitabımdan yayınlandıktan on üç ay sonra “C-esaret Zamanı” isimli ikinci şiir kitabım 2019 yılı Aralık ayında yayınlandı.

“C-ESARET ZAMANI” isimli şiir kitabınız piyasada satışta. Genel tema ve içerikten biraz bahsedebilir misiniz?

“C-esaret Zamanı” isimli şiir kitabım ilk kitabımda daha farklı bir içeriğe sahip diyebilirim. İlk kitabımda genel olarak kişisel yaşam deneyimlerimi yansıttığımı söyleyebilirim fakat “C-esaret Zamanı” isimli şiir kitabım “Toplumsal gerçekçi” çizgiye daha yakın bir içeriğe sahip. İnsanlığın ve özel olarak ülkemiz insanının, toplumsal yaşam anlamındaki değişimleri, sorunları ve bu sorunların çözümü noktasında hangi değerlerin yeniden hatırlanması gerektiği gibi konular kitabımın ana temasını oluşturmaktadır. Bunların yanı sıra ilk kitabım için çokça sorulan “Aşk şiiri yazıyor musunuz?” “Kitabınızda aşk şiirleri neden yok” gibi sorular da “C-esaret Zamanı” isimli kitabımda yanıtını kısmen de olsa bulmaktadır.

“C-esaret Zamanı” isimli şiir kitabım üç ana bölümden oluşmaktadır. “Cesaret”, “Esaret” ve “Küçürek” isimli bölümler. Bölümlerin isimleri kitabın içeriği ile ilintili olarak oluşturuldu. Cesaret ve esaret bölümleri daha çok toplumsal gerçekçi çizgide olan şiirlerimden oluşmaktayken, Küçürek bölümü kısa şiirlerimden derlenerek oluşturulmuştur. Küçürek tarzı Edebiyat içerisinde bir öykü türü olarak yer alsa da ben bunu şiir türüne yansıtmaya çalıştım bu kısa şiirlerimde. Kısacık dizelerden çeşitli öğretiler ve sonuçlar çıkartılabilmesi ümidiyle bu bölümü oluşturdum diyebilirim.

Kitabımla ilgili olarak mutlaka belirtmem gereken özellik yüz beş şiirin yanı sıra on dört tane fotoğrafla şiirlerin temasının pekiştirilmesidir. Tıpkı ilk kitabımda olduğu gibi yine şiirlerle fotoğrafları bütünleştirmeye çalıştığımı söyleyebilirim. Hatta bu tarzımızla ilgili olarak yakın bir dostumun dile getirdiği güzel ve anlamlı bir söz sloganımız haline geldi: “Şiirle fotoğrafın dansı.”

Şiirde dili deforme etmek desem bunu birçok şair yapmakta. Bu husus ile ilgili sizin ne yaptığınızı merak ederiz?

Şiirde kelimelerin doğru anlamda ve doğru şekliyle kullanımı en hassas olduğum konulardan biridir. Bu sebeple Türk Dil Kurumu’nun yayınları ve web sayfası ile oldukça yoğun mesaim olduğunu söylemeliyim. En güvendiğimiz kelime kullanımlarının bile yanlış olabildiğine bu araştırmalar sonucunda şahit olabiliyorum. Dil için her kelimenin ayrı ayrı öneme sahip olduğunu düşünen birisi olarak kelime kullanımı konusunda küçük araştırmalarımın yanı sıra, öğretmenlik mesleğimin avantajlarından faydalanmayı eksik bırakmıyorum. Edebiyat branşındaki öğretmen arkadaşlarımın bu konularla ilgili sorularıma sık sık muhatap olduğunu söylemem yanlış olmaz.

Şair, yazdığı şiiri dünya şiirine nasıl ulaştırabilir? Bunun ölçütleri nelerdir?

ŞİİRİN DÜNYA ŞİİRİNE ULAŞMASI OLDUKÇA ZORLU BİR SÜREÇ

Şiirin dünya şiirine ulaşması oldukça zorlu bir süreç fakat imkânsız değil elbette. Bunun için ilk koşulun evrensel konuların şiirde ele alınması olduğunu düşünüyorum. Tüm insanlığa yönelik soru ve sorunların yer aldığı bir eser hangi dilde yazılmış olursa olsun vermek istediği mesajı çeviri yapıldığı tüm dillerde yansıtabilecektir. Çünkü bazı kaygılar insanlığın temel kaygılarıdır. Sevgi, saygı, emek, özgürlük, eşitlik, adalet, emek sömürüsü, erk sahiplerinin taraflı ve çıkarcı tutumları, giderek artan sınıf farklılıkları, hızlı tüketim kültürü gibi konular hangi dilde ve hangi kültürün etkisi ile yazılmış olursa olsun insanlığın sorguladığı konulardır kanaatindeyim. Evrensel konulara şiirinde yer veren şairin dünya şiirine dâhil olabilmesinin diğer bir koşulu da özgün bir anlatıma sahip olmasıdır. Her zaman dile getirdiğimiz bir konu bu aslında. Yazınsal ürünlerinizde taklitseniz popüler olabilirsiniz belki ama asla kalıcı olamazsınız.

Şiir okunmuyor, şiir bitti.” gibi sözler duyuyoruz hepimiz çevreden. Sizce bunların aslı nedir?

Eskiden olan kalitenin düşmesi buna sebep. Nicelik açısından okuma düzeyinin düşmesi buna bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Kalitenin düşüşü özellikle belli bir yaşın üzerindeki insanlar için geçerli elbette. Çünkü bizler gibi orta yaş ve üstü insanların geçmişten taşıdıkları ciddi bir okuma alışkanlığı var ve kaliteyi daha önceden yaşamış durumdalar. Bu insanlara benzer kalitede ürünler sunmaz iseniz sizi ve ürününüzü kabullenmekte zorlanacaklardır.

Genç nüfus için durum biraz daha farklı. Gençlerin ilgisini çekmek oldukça zor. Her konuyu ve her ifadeyi derinlemesine değerlendirmeyi ve okumayı sevmedikleri için, onların ilgisini çekmeyen herhangi bir yazınsal ürün doğal olarak, toplumların itici iç dinamiği olan gençlerin kaybedilmesine yol açacaktır.

Bu iki özelliği (kalite ve ilgi çekici olmak) şiirinde barındıran şairlerin ve şiirlerinin bitmeyeceği düşüncesindeyim.

Şiirde kelime seçimi gerekir mi? Yoksa insan ilhamlarına göre, hızlı bir şekilde, hiç düşünmeden ilhamın akışına göre hangi kelime gelirse onları şiire yansıtmalı mı?

KAFİYE UĞRUNA OLUP OLMADIK KELİMELERİ KULLANMAK OLSA OLSA BİR KELİME CÜRUFUDUR

Şiirde ve genel olarak yaşam içerisinde kelime konusunda oldukça hassas bir insan olduğumu tüm dostlarım çok iyi bilirler. Şiirde kelime kullanımı konusundaki fikirlerim sırf kafiye olsun diye uğraşan kimi dostları biraz üzecektir muhtemelen. Çünkü kafiye uğruna olup olmadık kelimeleri kullanmak olsa olsa bir kelime cürufu karşımıza çıkartacaktır. Anlam bütünlüğünden yoksun bir eser okuyan insana ne sunabilir ki. Elbette kafiye karşıtı bir insan değilim fakat anlam bütünlüğünü bozmaksızın bu tür edebi inceliklerin kullanılmasının daha doğru olacağı fikrindeyim. Hiçbir fikir şekil / form uğruna feda edilecek kadar kıymetsiz olamaz. Estetik demek aklımıza gelen her sözcüğü kullanmak demek değildir.

Kelime kullanımı konusunda diğer bir hassas nokta da, okuyuculara unutulmaya yüz tutmuş ve kullanılmasının dile bir katkısı olacağına inandığımız sözcükleri yeniden hatırlatmaktır. Günlük 250-300 kelime ile idare eden bir yaşamdan daha fazla sayıda sözcüğün doğru şekilde kullanılması yolunda yazınsal ürünlerin ve yazarların önemi yadsınamaz bir gerçektir.

Genelde hüzünlenince mi şiire sarılırız?

Şiir konusunda sadece hüzünlere sıkışıp kalınması söz konusu olamaz ancak bir insan çok rahat, keyfi yerinde, tabir yerindeyse dertsiz tasasız bir yaşam sürüyor veya sürdüğünü düşünüyorsa bu tür bir insandan herhangi bir soruya, soruna cevap aramaya çalışmasını bekleyemezsiniz. Hatta bu soru daha önce yazdığım bir dörtlükte cevabını doğal olarak bulmuş diye düşünüyorum:

“Keyfi yerindeyse âdemoğlunun,

Kurur mürekkebi gönlüyle birlikte,

Düşün, yaz, üret,

Keyfin kaçsın be adam!”

C-esaret zamanı kitabınız çok etkileyici her bir noktası pek kıymetli duygularınıza sağlık. Gözbebeğim dediğiniz satırlar nelerdir Ahmet Bey?

Öncelikle çok teşekkür ederim. Kitabımla ilgili değerlendirmeniz onur verici. “C-esaret Zamanı” isimli şiir kitabımı çok detaylı bir planlama ve uygulama sürecinden sonra yayınlamaya karar verdim. Elbette basım sürecinde oluşan küçük küçük hatalar olmuştur ancak içerisinde yer alan şiirlerimin tam anlamıyla içime sindiğini söyleyebilirim. Kitabımda yer alacak şiirleri seçerken, neredeyse “Savaş Ya da Pandomim” isimli ilk kitabımın ebadında başk bir şiir kitabı daha yayınlama şansı verecek sayıdaki şiirimi kitaba dâhil etmedim. Kitabımda yer alan her dizenin çok ayrı bir yeri var bende. Buna rağmen mutlaka bir seçim yapmam gerekirse birkaç örnek verebilirim bu konuda:

“Ben Nazım,…

Hiç bıkmadım tirat atmaktan duvarlar ardından

Yığınlar dinledi, yığınlar reddetti

Bir yanım kahraman

Devlet düşmanı diğeri…” (“Nazım Destanı” isimli şiirimden bir bölüm)

“…Zaman anlamsız,

Git diyen gözler olsa bile,

Zangırdıyor evren,

Külçe külçe yalanların yıkılışında,

Zamanın hırsızı yalanlar,

Bizim zamanımızın faili,

Gözler önünde ürkek bir savaş hali,

Duygular hadım,

Cesaretin ceza aldığı sokaklarda…” (“Yaprak Döktü Mügeler” isimli şiirimden bir bölüm)

“Kafiye çok şey anlatır,

Basiret,

Haysiyet,

Vasiyet,

Bihabersen ikisinden,

Ne yazarsın üçüncüye?” (“Kafiye” isimli küçürek)

Şiir insana ne yapar Ahmet Bey?

Şiir insanın en ücra köşelerindeki duyguları açığa çıkartmanın en estetik yoludur. Bir insanın günlük yaşamda dile gelmeyen fikirlerinin bile dizelerde hayat bulabilmesi muhtemeldir. “Şiir hayattır” sözünü çoğu insan kullanır. Buna bağlı olarak bir insanın şiirde kendi hayatından bir kelime olsa bulma ihtimali oldukça yüksektir. Ve kendini sözcüklerde, dizelerde bulan insan kendini özel hissetmek gibi hoş bir durumu yaşamaya başlayacaktır. Duygu yoğunlaşması sırasında insanın “işte bunu söylemek istiyordum her zaman, ifade edememiştim” diyebildiği ve bu sayede dizelerde / şiirde kendini ifade etme şansını da yakalayabileceği bir alandır şiir.

Şiirlerinizde yaşadıklarınızı mı yazıyorsunuz yaşamak istediklerinizi mi?

Şiirlerimde her ikisinin de yer aldığını söylemem mümkün ancak yaşadıklarımın daha ön planda yer aldığı bir gerçektir. Hayal dünyasında yaşamayı sevmeyen bir insan oluşumun buna etkisi olduğunu düşünüyorum. Olaylara gerçekçi yaklaşımım hayatıma genel anlamda damga vurmuş bir özelliğimdir. Bu da şiirime yansıyor ister istemez. Yaşamak istediklerimi yazmak noktasında ise daha toplumcu gerçekçi konular devreye giriyor çoğu kez. İnsanlığın nasıl bir noktaya gelmesini arzuladığımla ilgili dizeler olarak karşıma çıkıyor şiirimde bu tür hayallerim. Vefa, basiret, onur, hümanizm, değerler ve kısaca insanca yaşam şeklinde kodlayabileceğim konulardır yaşamak istediklerimi yazdığım dizeler.

Sizce neden eskisi kadar şiir kitabı alınmıyor?

Türkiye’de şiire karşı olumsuz bir önyargının oluşmasında toplumsal hayattan ya da hayatın tüm yönlerinden kopuk dizelerin insanlara sürekli sunulmuş olmasıdır diyebilirim. Ülkemizde ismi ön plana çıkmış on yıllar boyunca anılmaya, saygı duyularak okunmaya devam edilen isimlere baktığımızda, bu isimlerin toplumun kaygı, beklenti, aşk, sıkıntılı durumlar ve sancılı geçiş dönemleri gibi konuları dile getirdiğini görebiliriz. Onları bu noktalara taşıyan asıl unsur da budur zaten. İnsanlara sadece sevimli görünmeye ve onların yalnızca bir yönüne (aşk gibi) hitap etmeye çalışan hangi eser ve eser sahibi kalıcı olabilmiş? Üstelik konu sadece aşk olsa bile bunun naif bir anlatımını kim tercih etmez ki? “Ben senin en çok ellerini sevdim, sıcacık ve ak pak” diyen bir dize ve bu dizenin sahibi bu yüzden kalıcı olmuştur bence. Popüler olmakla kalıcı olmak çok ayrı dünyaların özellikleridir. Hepimizin malumu olmakla birlikte, edebiyat tarihi nice popüler isimleri yutmuştur.

Bunun yanı sıra hızlı tüketen toplum olma yolunda emin adımlarla ilerliyor oluşumuz sadece şiir konusunda değil birçok alanda sorun oluşturmaktadır. Çok kısa sürede birçok şeyi tüketiyoruz ve bunlar için harcanan emeği bir anda çöpe atabiliyoruz. İnsanlar sosyal medyadan okuduğu birkaç dizeyi şiir olarak görmeye devam ettiği sürece şiir kitaplarının satışının dip yapması kaçınılmazdır. Bir şiirin sadece iki dizesi şiiri ne kadar yansıtabilir diye düşünülmediği sürece bu malum son bizleri beklemektedir. İnsanların emek konusundaki umarsız tavrı ve kendisine sunulan kısacık birkaç dize veya fikirle yetinme alışkanlığı, şiir kitapları konusundaki bu olumsuz durumun temel sebebidir diye düşünüyorum. Çünkü bir kitabın edinilmemesi sonucunu, maddi sorunlar değil zihniyetle ilgili sorunlar ortaya çıkartır.

Yazın yolculuğunuzda gelecek ile ilgili projelerinizden bahseder misiniz?

Yazın yolculuğumda şu ana kadar akademik düzeyde yazdığım makaleler ve henüz yayınlanmamış bir kitabım bulunmakta. Elbette konumuz gereği bu kitaptan burada söz etmem pek doğru olmayacaktır. Akademik ürünlerimin yanı sıra şu ana kadar iki şiir kitabım var yayınlanmış olan: “Savaş Ya da Pandomim” ve “C-esaret Zamanı”. Bundan sonraki hedefim üçüncü kitabımı roman türünde sunmak değerli okuyucularıma. Üçüncü kitabımı yazıyorum şu an fakat ne zaman biteceği konusunda net bir tarih vermem imkânsız elbette. Ortaya koymaya çalıştığım hangi edebi tür olursa olsun asıl hedefimin özgün ve kalıcı eserler ortaya koymak olduğunu söyleyebilirim.

İlk kitabınız Savaş ya da Pandomim. İkinci Kitabınız C-esaret Zamanı okuru bol olsun. İsimler hep dikkatimi çekmiştir, özel bir isim mi? Kitap isimlerinizin hikâyesini merak ederiz?

Her iki kitabımın isimleri de özel olarak düşünülmüş ve hassasiyetle seçilmiş sözcüklerdir. İlk kitabımın isminde insanın yaşadıklarının gerçek bir savaş mı yoksa sadece bir gösteri sanatı özelliğini taşıyan geçici yanılsamalar mı olduğunu vurgulamaya çalışmıştım. İkinci kitabımın içeriği biraz daha toplumsal gerçekçi bir çizgide olduğu için ismini de bu gerçekliğe uygun şekilde seçmeye çalıştım. Cesaret ve esaret sözcüklerinin oldukça manidar bir şekilde iç içe olduğunu söyleyebilirim. Çünkü bir cesaret beraberinde bir esaretin gelişini potansiyel olarak bünyesinde mutlaka barındırır. Hangi cesaret yoktur ki sonunda bir şeylere esir olmayı ihtimal olarak barındırmasın. Bu ister ticaret olsun, ister aşk, ister fikir üretimi isterse savaş. Sonunda bir esir olma durumunu göze alır insan bunlardan hangisine başlarsa başlasın. Paranın da esiri olabilir, aşkının da. Kitabımızın ismi konusunda sloganik cümlemiz neden böyle bir isim seçtiğimizi açıklayabilir diye düşünüyorum; “EN BÜYÜK CESARET ESARETİ GÖZE ALMAKTIR.”

Etkilendiğiniz şairler var mı? Sizi ne yönden etkilediler?

Edebiyat dünyasında haklı bir isim yapmış ve etkisini hala devam ettirebilen isimlerden etkilenmemek imkânsız. Orhan Veli’nin alışılagelmişin dışında yazdığı dizelerinden her şeyin şiirde yer alabileceği cesaretini kazandım mesela. Ya da Nazım Hikmet’in şiirlerinde, hangi şartlarda olunursa olunsun insanın kendini ifade edebileceğini görmem çok etkili oldu yaşamımda ve kalemimde. Hasret çekmenin bile en azından şiir anlamında çok güzel dizelerle anlatılabileceğini hissettim Ahmed Arif’in dizelerinde.

Aşk konusunda olumsuz diye nitelendirebileceğim bakış açımı ise edebiyat dünyamıza baktığımızda daha iyi çözümleyebiliriz sanırım. Şairlerin dizelerinde genel olarak aşk acısı çekme, aşkına kavuşamama, aşk için yeterli olmama durumlarını görüyoruz genelde. Ve günlük yaşamdan da edindiğim gözlemlerimle birleştiğinde neden böylesine olumsuz bir tavır takındığım daha iyi anlaşılacaktır.

Şiire tutkusu olan ve şiir yazmak isteyen yeni kalemlere ilk önerim; düşünsel ve ruhsal olarak çok iyi beslenmeleri gerektiğidir. Beslenmekten kastım ise uzun süreli okuma süreçlerinden geçmeleri gerektiği. Bu beslenme sürecine kısa bir süre bile olsa ara vermeleri; zayıflamaya ve hatta düşünsel hayatın sonlanmasına kadar gidebilir. Bunun dışında Sosyolog olmam sebebiyle belki de; yaşamı çok iyi gözlemlemeleridir tavsiyem. Ancak tek yönüyle değil. Yaşamın her anını bir gözlem alanı olarak değerlendirmeleri gerekir. Çünkü yaşam tek yönlü olamayacak kadar karmaşık bir bütündür. Sadece acı, sadece neşe, sadece aşk veya sadece eğlence üzerine kurulu bir yaşam olamaz hiçbir zaman. Bu yüzden hayatı (kişisel veya toplumsal açıdan), her yönüyle yansıtmak gerekir dizelere.

Sizi ilgi ile takip eden okuyucularınıza son olarak söylemek istediğiniz nelerdir Ahmet Bey?

Beni takip eden okuyucularıma öncelikle çok teşekkür ederim. Onların önemi tartışmasızdır benim için. Tüm yazdıklarımız, okuyan birileri olduğu sürece anlam kazanmaktadır.

Okuyucularıma söylemek istediğim çok şey var aslında ama en önemli gördüğüm konu şudur. Hızlı tüketen bu toplum içinde, edebiyata, yazınsal ürünlere, yazarlara, toplumsal sorunlara, emeğe, insanlığa ve insanca yaşamaya karşı gösterdikleri bu hassas tavırlarını sürdürmeleri hepimizin gelecek umutlarını devam ettirecektir. Kendilerindeki bu tavrı en az bir kişiye daha aktarmaları ise toplumsal görevimizdir. Ayrıca, toplum içerisindeki birçok soruna rağmen “eller havaya” modunda yaşamını sığ bir şekilde sürdüren her kim olursa olsun onları alkışlamaktan vazgeçmek ve onlara bu toplumun bir bireyi olarak nasıl davranmaları gerektiğini hatırlatmak da yine okuyucularımızın sayesinde gerçekleşecektir.

Yolunuz Açık, yürek sesiniz daim, kaleminiz kavi olsun Sayın Ahmet Bey.

Çok teşekkür ederim Aslı Hanım. Bu güzel dilekleriniz ve eserlerime verdiğiniz değer benim için bir onur kaynağıdır. Edebiyat, şiir ve toplumsal yaşam konusunda düşüncelerimi paylaşma imkânını sunmanız büyük incelikti. Gönlü güzel insana, gönülden kopan dizelerle…

 Röportaj: Aslı M. Sarı