Merhaba Deniz Can, şimdilerde “Kendi Düşen Ağlamaz” dizisinde yönetmen koltuğundaydın. Henüz yeni final yaptınız. Çok uzun zamandır sektörün içindesin. Nasıl başladı bu yol?
Ben aslında daha çok kurumsal işlerde çalışmayı düşünüyordum okul döneminde. Malum benim sektöre çalışmaya başladığım dönemde çok daha uzundu çalışma saatleri, fakat bir gün bir arkadaşım geldi Mert, onunla İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinde tanışıp arkadaşlığımızı ilerletmiştik, o dönem Leyla ile Mecnun’u bitirmişti yeni bir projede çalışmaya başlayacaktı. Bana reji asistanlığı yapmayı teklif etmişti başta istemedim az önce söylediğim sebeplerden sonra bir his bana bir daha düşün dedi. Yalnızca bir gece düşündüm, ertesi gün diziye girmeye karar verdim (gülerek). Arkadaşım Mert bi süre sonra işi bırakınca ben tek başıma üstlenmek zorunda kaldım. Uzun süre asistan bulunamamıştı, Tek başına bir birimi idare etmeye çalışmak kariyerimin önünü açtı. O birimde yapılması gereken her işi yaptım.
Hayallerini süsleyen yönetmen olma arzusuyla şimdi bulunduğunu yer aynı mı yoksa işin içine girince hiç de hayallerindeki gibi olmadığını gördün mü?
Benim için hayallerimi süsleyen bir meslek yoktu, ama genel olarak işimi layıkıyla yapmaya çalışıyorum o da beni başarı denilen şeye daha yakınlaştırdı diyebilirim. İlgimi çeken şeyler vardı, ama çocuktum; çocukça şeylerdi Hiçbir zaman hayatımda “Çok iyi bir doktor olayım, en popüler yönetmen olayım” diye hayaller kurmadım. Benim için önemli olan işini en iyi şeklide yapmak. Herhangi bir şey yaparken de en iyisini yapmaya çalışırım. Bizim meslekle ilgili çocukluktan gelme şöyle bir şeyim var hatırladığım, her zaman kafamda hikayeler dolaşırdı ve onları zihnimde canlandırıp sahnelerdim. Gerçek hayatta tanıdığım bildiğim bir çok kişiye hikayeler uydurduğum bir çocukluk geçirdim. Eskisi kadar olmasan da bu tarz kurmacalar hala zihnimde beni dürtmeye devam ediyor:)
Hayallerini gerçekleştirdin mi?
Henüz hiç birini gerçekleştiremedim (gülerek). Hayallerimin çok başındayım. Bundan sonra yapmak istediğim şeylerin başında komple bir hikayenin başında olmak var. hikayesi, castı, yönetmenliği her şeyin içinde olmak istiyorum. Bir şeyi yoktan var etme hissini çok seviyorum bu yüzden kendi hikayemi herkese anlatabilme ve karşılığını görmek için sabırsızlanıyorum. Umarım bir gün gerçek olur sonuç pek de önemli değil.
Yönetmen olmak, kelimenin kök anlamıyla da yönetmek demek. Sette o disiplini kurmak zor mu?
Sete adımını attığı andan itibaren sorun çözmeye başlıyor yönetmenler. Çok fazla şeyi oldurmaya çalışıyoruz. İletişiminizin çok kuvvetli, enerjinizin çok yüksek olması lazım… Bir yandan da hayatı ve insanları tanıyor olmamız lazım. Kimden hangi tarzla verim alabileceğinizi çözmeniz gerekiyor. Kendimle ilgili en rahat söyleyeceğim şeylerden biri disiplinli olduğumdur, sizin karakterinizin sete de yansıması lazım aksi takdirde başarının zor olduğunu düşünüyorum.
Yönetmen olarak kendini gösterdiğin ilk proje Kendi Düşen Ağlamaz mı?
Bir Küçük Gün Işığı benim ilk yönetmenlik yaptığım diziydi. Güllerin Savaşından sonra tekrar bir araya geldiğimiz Emre Kabakuşak hocam sağ olsun o dönem bana güvenip projeyi devretmişti, yapımcımız Nazlı Hanım ve Müge Hanım da her daim destek oldular bu güven için üçünü de minnettarım. İlk projemin yeri o yüzden bende ayrıdır. Dizide duygusal olarak çok ağır sahneler çektik. O ekibin başında olmak beni kariyer anlamında daha çok iyi geldi. Kendimi, kendime ispat etmek için bir fırsat oldu. Benim için sahnenin gerçekliğine inanmak çok önemli, o sahneyi içselleştirmek o yüzden kendime uygun bir tarzdı. Genel olarak kendimin dram türünde daha başarılı olacağını düşünüyorum ve asistanlık kariyerimde genel olarak o tarzlarda çalışmayı tercih ettim.
Güllerin Savaşı, Kadın, Anne, Bir Küçük Gün Işığı bu işlerden bazıları
Kendi Düşen Ağlamaz henüz geçen hafta final yaptı. Yazın başlayıp, sezona kadar ayakta kalmayı başaran tek dizi olmuştu. Seyircinin ilgisini çekmeyi nasıl başardı?
Bence “Kendi Düşen Ağlamaz” çok büyük bir başarıya imza attı. Yaz dizileri arasında ayakta kalmayı başaran sürpriz at’tı bence. Bunun en büyük sebebi iyi bir cast seçimin yapılmış olması olarak görüyorum ben. Hani derler ya bir şeyi nasıl anlattığın önemlidir diye. Cast seçimi de bir şeyi farklı şekilde anlatmanın önemli bir olgusu diye düşünüyorum. Çok tecrübeli isimlerimiz vardı, ama bunun yanı sıra başrollerimiz sektörün yeni yüzlerindendi, taze sıcaklardı herkes onları tanımak istedi ve tanıdılar.
Sahne enerjilerinin yüksekliği özellikle romantik komedilerde çok önemlidir ve biz bunla ilgili sorun yaşamadık ve bu da işimizi kolaylaştırdı
Eylül Tumbar ve Enes Koçak’ı ilk gördüğünde bir yönetmen olarak ne düşündün?
Televizyonda çok fazla içerik çok uzun yıllardır üretiliyor böyle olunca sizin üretici olarak bazı şeyleri farklı bir dille farklı bir şekilde anlatmanız gerekiyor ki fark edilebilir olabilelim. Eylül ve Enes de o nefes almayı sağladı bence bize. Eylül ve Enesin partnerliği sektörde süre gelen diğer partnerlik anlayışına karşı bir meydan okuma olduğunu ve başarılı olduğunu düşünüyorum. İkisi de bunun için çok çalıştılar nasıl daha iyiyi yapabiliriz sorusuna ikisinin de sette kafa yorduğunu çok kez gözlemledim. Eğer bu karakter ve özveriyle işe sarılırsanız zaten başarılı olmanız çok da gecikmiyor. Onları gördüğümde içlerindeki heyecan ve çabayı da gördüm bu yüzden güzel şeyler yapabileceğimiz hissiyatı onların ilk sahne çalışmalarını izlerken oluşmuştu bende.
Seni genelde Dram ağırlıklı işlerden tanıyoruz, Oyuncular için oynadığı karakterlerin üzerine etiketlenmesi gibi bir terim var. Aynı şey yönetmenlikte de geçerli mi?
Dram ağırlıklı işlerde tabi biraz daha hayattan kopuyoruz (gülerek) Saç sakal birbirine giriyor daha yaşlı gözüküyoruz falan gibi şeyler var. Romantik komedilerde şu turuncu kazağı giysem etrafıma daha çok enerji verir miyim acaba diye düşünüyorum, kendi hayatıma böyle bir etkisi var :)
Şu ana kadar önüne gelen projeler arasında okuduğunda en çok heyecanlandığın dizi hangisi oldu?
Sanırım Anne dizisiydi. Farklı bir işti. Neredeyse erkek karakteri yoktu (gülümseyerek) Annesinden ve üvey babasından şiddet gören bir çocuğun hikayesiydi ve çok gerçek sahneleri vardı. İlk bölümü yayında izledikten sonra kendimi hüngür şakır ağlarken buldum. Ki kendi çalıştığınız işin sizi o duruma sokması ayrı bir keyif veriyor. Sosyal medyada da çok büyük ilgi görmüştü o zaman kendi kendime ‘başardık galiba’ demiştim.
Bir Küçük Gün Işığında da orada yaşadığı travmalardan dolayı konuşmayan sessizleşen bir karakterimiz vardı Güneş, o hikayeyi de çok sevmiştim. Genel olarak duygusu yüksek sahneler beni cezbediyor ve o tarz sahneleri çekmeyi daha çok seviyorum.
Kariyerini nasıl yönlendirmek istiyorsun? Hedeflerinin arasında neler var?
Kendi yazdığım bir hikayeyi hayata geçirmeyi çok istiyorum. En temel isteğim sanırım bu. Sonra, Tarihle aram çok iyi bu yüzden tarihi bir projede asistanken de yer almayı çok istemiştim umarım yönetmenken o tarz bir şey yapmak nasip olur.
Setteki Deniz Can ile evdeki Deniz Can’ı birbirinden nasıl ayırırsın?
Büyük bir fark var. Çalışırken tamamen işime odaklanıyorum. Bu konuda disiplinli olmaya gayret gösteriyorum, çoğu zaman aramalara mesajlara dönmem. Tembelliğe karşı çok sinirli, ama hatalara çok açığımdır. Özel hayatımda asla işle ilgili bir şey yapmak istemem; eğlenceli ve rahat olmaya çalışıyorum. İşi işte bırakırım. Yardımcı yönetmenken işi işte bırakman çok zor, yönetmen olunca biraz daha kolay oluyor.
Yoğun temposu olan, neredeyse hayatının tamamını bir kare kutunun içine sığdırdığın hayatın var. “Hayatı kaçırıyor muyum?” sorgulamasını yapıyor musun?
Zeynep’e sormak lazım (Gülerek) Eskiden bunu daha çok sorguluyordum, ama şimdi sorgulamayı bıraktım. Şu an yoğun bir dizi sürecinden geçtim, bir süre dinlendikten sonra yine yoğun bir sürece gireceğim. Bu dengeyi korumayı başarıyorum. Dışarıdayken gözlem yapıyorum. Kendi özel hayatımı çeşitlendirmeye çalışıyorum.
Büyük bir ekibi yönetiyorsun. Kendi hayatını yönetirken zorlandığın oluyor mu?
Aslında kendi hayatıma daha çok artısı oluyor bu durumun, planlama, aksi durumu düşünme, farklı açılardan bakma, empati, iletişimin doğruluğu gibi olgular bizim sektörümüzde önemli şeyler bunları yapamadığımızda ne iş hayatında ne özel hayatta başarılı olmamız pek mümkün değil o yüzden bir ekibi yönetme işindeki olumlu şeyleri kendi özel hayatıma monte etme durumu hayatımı daha da kolaylaştırıyor.