YAĞMUR TANYILDIZ'ın röportajı için tıklayınız...
“Birkaç Söz” ve “Dilber” kitaplarının yazarı, öğretmen SALİH KORKMAZ ile bir araya geldik. Kitaplarından konuştuğumuz Korkmaz, Dilber kitabından bahsederken; “Her şiire Dilber diye başlayarak günlümün sultanı anneme hitap ediyorum. Dilber; çok güzel, çok sevilen kadın anlamlarına gelmektedir” dedi.
Hoş geldiniz Salih Bey. Öncelikle sizi tanımak isteriz…
Hoş buldum. Öncelikle bu çalışmanız için teşekkür ederim. Ben 1983 Muş doğumluyum. 2003 yılında Atatürk Üniversitesi Eğitim Fakültesinden mezun oldum. O tarihten beri de öğretmenlik görevini zevkle icra ediyorum. Evli ve iki çocuk babasıyım.
Çocukluğunuz nasıl geçti?
Çok rahat bir çocukluğum olmadı. Çok sık hastalanırdım, bundan dolayı bilhassa kış aylarında arkadaşlarımı çoğu zaman pencereden izlemek durumunda kalırdım. Yaz aylarında da kümes hayvanı bakıcılığı yapardım. Çünkü çocukluğumda çocukların birçoğu ellerinden geldiğince aile işlerine yardımcı olmak durumundaydı. Hem sık sık hastalanmam hem de aile işlerine yardımcı olmak durumunda kalmama rağmen akranlarımın, arkadaşlarımın büyük çoğunluğundan çok daha şanslıydım. Her anne mükemmeldir, benim çok başka bir annem vardı ve ben şefkate ve anlayışa ziyadesi ile doydum. Altı kardeşin en küçüğü olduğumdan sevginin ve ilginin alasını yaşadım. Gençliğim de hiç kolay geçmedi. Farkında olduğum kabiliyetime uygun bir eğitim imkanına sahip değildim. O zamanlar ergenlik gerçeğinin farkında olanlar oldukça azdı. Beklentiler ile gerçekler uyuşmayınca çatışma ortaya çıkar. Ben ilkokul beşinci sınıfa devam edinceye kadar birleştirilmiş sınıf öğrencisiydim; iyi ve çalışkan bir öğrenci olmama rağmen maalesef olmam gereken seviyede değildim. Ortaokulda ilçede ikamet etmemizle birlikte müthiş bir sıçrama gösterdim; ancak lisede yukarıda söz ettiğim nedenler bende bir isteksizlik yaratmıştı. Bu duruma rağmen ilk denememde ve çok çok sınırlı imkanlarla üniversite sınavında başarılı oldum ve şükürler olsun ki bugün sizinle röportaj yapacak imkanı buldum.
Öğretmen olma yolculuğunuz peki?
Okuma yazma öğrendiğim zamandan beri filozofun belirttiği gibi bildiğim bir şey varsa bir şey bilmediğim tespitine uyarak devamlı olarak araştırma ve öğrenme çabası içinde oldum. Elbette her şeyi öğrenmek mümkün değildir ama her şeyin bir şeyini öğrenmek lazım diyerek kendimi geliştirme çabası içinde oldum. Bu durum bende yılmaz ve sonu gelmez bir şevkle farklı alanlarda beceriler edinmeme yol açtı. Mütevazı olmak gerekir mi bilmiyorum meslek alanımla ilgili olanlarla birlikte biri terk olmak üzere beş üniversite bölümünden ve iki yüksek lisanstan eğitim aldım. Bunlardan ayrı olarak halen de hem lisans hem de yüksek lisans öğrencisiyim. Çeşitli alanlarda aldığım onlarca eğitimin yanında mesleğime ilişkin aldığım onlarca hizmet içi eğitimlerim ve çeşitli uluslararası kongre ve konferanslarda bildiri hazırlayıp sunumlarım mevcuttur. İzlediğim filmlerden, dinlediğim müziklere kadar hayatımdaki her etkinlikte yeni bir şeyler öğrenme fırsatı aradım.
Yazmaya nasıl başladınız? Sizi teşvik eden neydi?
Annem okuma yazma bilmeden, hatta derdini Türkçe ifade edemeden vefat etti. Doktora giderken ona tercüman olduğum, onun derdini anlatamadığım zamanları acı acı hatırlarım. Ben de ilkokul beşinci sınıfa kadar bir köy okulunda birleştirilmiş sınıf öğrencisi olarak ve ancak derdini anlatabilecek kadar bir okuma yazma becerisi geliştirebildim. O süreçte, babam büyük bir toplum ve din adamıdır, babamın sürekli okumalarına, insanların ona danıştığına şahit oluyordum. Annem, ki o benim canlı gözlerle gördüğüm en büyük Allah dostudur, insanlara nasıl yardım ettiğine ve şefkat gösterdiğine şahit oluyordum. Altı kardeşin en küçüğüydüm ve doğal olarak bütün ilgi bana yönelikti. Bilge bir babanın ve Allah dostu bir annenin çocuğu ve şefkat ehli ağabeylerin ve ablaların kardeşi olmak, öğrenme ve gelişme merakımın verdiği olgunlukla zaman içinde bir taşma durumu oldu.
“Birkaç Söz” neler anlatıyor?
Ben gelenekselci değilim, gelişen bilim ve teknoloji ölçüsünde gelişme taraftarıyım. Ancak başkalaşmayı doğru bulmuyorum. Gelişimden istifade etmek başka tamamen değişmek başka şeydir. Kendi kültürel değerlerini geliştirmek, hayat şartlarına uymak bir zorunluluktur. Fakat tahta kaşıkla yemek yemeye direnmek bir kültürel gereklilik değil akla direnmek, bilimi inkar etmektir. Bir toplum uzun bir zaman içinde tecrübe ederek ürettiği değerleri ile var olmuş, medeniyet yaratmıştır. Bu açıdan kültürel kıyaslamalar yapmak yanlış olduğu kadar bir kültüre yanlıştır demekte doru değildir. Çünkü o kültürel birikimle ayakta kalabilmiştir. Bu o toplumun beslenme ve giyinme tercihlerine, düğün ve cenaze merasimlerine, inanç ve mizaçlarına, mizah ve düşünme biçimlerine kadar yaşamlarının her alanında belirleyici unsur olmuştur. İşte Birkaç Söz bu düşüncelerin ürünüdür. Birkaç Söz; kendi yerel kültürümden başlamak üzere Anadolu’ da evvel zaman içinde yaşanmışlıklar hakkında dile getirdiğimiz birkaç sözdür.
“Dilber” nasıl çıktı ortaya?
Sahip olduğum en büyük değer annemdir. Bildiğim ve yaptığım her doğru onun eseridir. Her anne fedakardır, bu doğru. Ama Şerife Anne başka bir anneydi. Babamın veya babaların hakkını inkâr edemem, zira ben de bir babayım. Daha öncede ifade ettim, benim canlı gözlerle gördüğüm en büyük Allah dostu insan annemdi. Veysel Karani hazretleri gibi sırtımızda taşıyamadık, layık olduğu hürmeti ve ilgiyi gösteremedik. Eksikliğimin farkında olarak Dilber şiir kitabımı bu yüzden ona ithafen yayınladım. Her şiire Dilber diye başlayarak günlümün sultanı anneme hitap ediyorum. Dilber; çok güzel, çok sevilen kadın anlamlarına gelmektedir. Kitabın isim hikayesi budur.
Yeni kitaplar gelmeye devam edecek mi?
Evet, yeni yıldan hemen sonra basılmak üzere yayınevinde bekleyen iki çalışmamız bulunmaktadır. Çalışmalarımızdan biri eğitim konusunda araştırma inceleme yazılarıdır. Diğer çalışmamız ise motivasyon konusunda yazılmış kişisel gelişim yazılarından oluşmaktadır. İlk önce siz yaptığınız işi beğeneceksiniz. Eğer gerçekçi olursanız girdiğiniz sınavdan yaklaşık puanınızı tahmin edebilirsiniz. Bu çalışmalarımı öncelikle büyük bir zevkle hazırladım ve doğal olarak büyük beğeni alacaklarından da eminim. Şimdi de yayınlanması zaman alacak bir şiir kitabı hazırlığı içindeyim. Aslında benim yazma konusundaki asıl becerim şiirdir. Aşıklık derecesinde değil ama şiir yazma konusunda çok motiveyim. Her an bir şiir yazacak çıkış noktası arama çabası ile yaşıyorum. Yazmak, üretmek, bir seri oluşturmak kolay iş değil elbette. Benim de isteğim ve hazırlıklarım bu yönde. İnşallah daha birçok eser üretirim ve sizinle de bunların söyleşisini yaparız.
İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı’nda da okurlarınızla bir araya gelmiştiniz. Okurlarınızdan gelen yorumlar nasıl? Kitaplarınız sevildi mi?
Benim için çok özel, çok güzel bir anıydı. Doğrusu bu kadar ilgi göreceğimi beklemiyordum, sıradan bir iş gözüyle bakıyordum. Fakat çok daha fazla bir ilgi ve memnuniyetle karşılaştım. Öncesinde kitaplarımı okuyanlardan zaten güzel geri dönüşler alıyordum, fuarda ziyaretçilerden inceleyip satın almak isteyenleri görünce çok mutlu oldum. Eleştirilse her işte bir kusur elbette çok kolay bulunur, insanları memnun etmek kolay değil. Hatta bazen bu mümkün bile olmayabiliyor. Genel olarak elbette eleştiriler aldım, daha iyisini yapmak adına. Ancak insanlarda aynı histe bu kadar birliktelik yakaladığımın farkında değildim. Geri dönüş yapan her okuruma teşekkür ederim.
Örnek aldığınız yazarlar var mı?
Ben renkli bir okuyucuyum. Yani her yazardan okumaya çalışırım. Ancak hiçbir yazarın birden fazla kitabını arka arkaya okumuyorum, mutlaka araya biraz zaman bırakıyorum. Çünkü seri şeklinde okuduğunuz zaman onun gibi düşünmeye ve yazmaya başlıyorsunuz. Bundan dolayı çok gerekli olmadıkça bir yazarın birden fazla kitabını satın almıyorum ve okumuyorum. Genellikle aynı türde yazılar da okumuyorum, bir çeşitliliğe dikkat ederim. Bu çeşitlilik bir alanda derinleşmenize engel olabilir biraz ama ufkunuzun açılmasını, düşünme türleri ile tanışmanızı da sağlıyor. Kelime hazineniz genişliyor, farklı cümle yapıları tanıyorsunuz; daha yaratıcı oluyorsunuz.
Aynı zamanda bir eğitimcisiniz. Öğrencileriniz ile aranız nasıldır? Sizinle gurur duyuyorlardır eminim, öğretmenimiz aynı zamanda bir yazar diye…
Hayatımda en büyük başarım, belki de hayatımın kırılma noktası öğretmen olmamdı. Tercihen okuduğum ve yaptığım bir meslek değildi ilkin. Zamanla tecrübe ettikçe işime ısındım, ısındıkça kendimi geliştirmeye çalıştım; bundan keyif almaya başladım. Öğretmenlik kazanılması, okunması birçok bölüme göre belki kolay olabilir. Ama öyle sanılanın aksine çok kolay icra edilebilen bir meslek değildir. Öncelikle vicdani boyutu çok ağır basıyor. Ardından bir insanın bütün hayatına direk etki ettiğiniz için sorumluluğu çok büyük. Mesleğinizi yerine getirmeniz için birden fazla beceriye aynı anda sahip olmanız gerekir. Bu açıdan aslında öğretmenlik bir sanat dalıdır. İnsanların günlüne girmek, kalbine dokunmak zor iştir. Her insanın ilgi ve ihtiyacı farklıdır, öğrenme şekli ve öğrenme hızı farklıdır. Bütün bu farklılıkları aynı anda hesaplayacaksınız ve üstüne üstlük bir de kendinizi sevdireceksiniz. Bu kadar zorluğu ancak öncelikle insanı sonra işinizi çok sevmenizle aşabilirsiniz. Yani insanın günlünün etrafı dikenlidir. Hem o dikenleri aşmayı bileceksiniz hem de o dikenlerin acısına katlanacaksınız. Çok mutlu ve gururluyum; yirmi yıllık öğretmenlik hayatımın on beş yılı aşkın bir süredir okul müdürlüğü ile geçmesine rağmen teneffüslerde okul içinde veya dışında karşılaştığım öğrencilerim koşarak bana samimiyetle sarılırlar. Kaldı ki okul müdürü olarak bir ders öğretmeni gibi çocuklarla çok zaman geçiremezsiniz; okulu eğitim-öğretime hazır hale getirme, çalışanları motive etme, velilerle görüşme, ihtiyacı olan öğrencilerle bireysel ilgilenme gibi birçok planlama ve uygulama işi ile uğraştığınızdan dolayı doğal olarak çocuklara bir öğretmen kadar yakından temas edemiyorsunuz. Siz insan ve çocuk sevgisini içinizde taşıdığınız zaman bunu davranışlarınızla gösterirsiniz ve çocuk sizden o enerjiyi alıyor, karşılığınıda veriyor. Yirmi yıl az bir zaman değil ve doğal olarak bir unutma durumu olabiliyor; süre uzun olduğu için birçok farklı okulda da çalışmış oluyorsunuz. Şükürler olsun ki önceki öğrencilerimden de bir şekilde arayıp bulanlar oluyor. Hatta kitap fuarına giderken yolculuk esnasında sosyal medya hesaplarım üzerinden bir öğrencim beni buldu ve kendi döneminde görüştüğü eski öğrencilerimden bir gurupla birlikte fuarda beni ziyaret ettiler. Bu çok büyük bir gurur ve mutluluktur. Bu ayrıcalığa sahip olduğum için çok şanslıyım.
Sohbetiniz için teşekkür ederim. Son olarak neler söylemek istersiniz?
Ben de teşekkür ederim. Çok keyif aldım, güzel zaman geçirdim; emeğinize sağlık. Hayata ilişkin söylenecek çok söz ve çok ilke var. Cesaret, azim, sadakat… Bütün bunları bir yazı konusu yapmak mümkün değil. Siz son olarak ne söylemek istiyorsunuz deyince ben de özetle şunu söylemek isterim: Sakıp Sabancı’nın bir sözü vardı, benim de çok benimsediğim bir söz; çalışmak, çalışmak, çalışmak. Sadece zeka ve yetenek başarılı olmak için hiçbir zaman yeterli değildir. Bugün herhangi bir alanda tanıdığımız popüler insanlardan çok daha zeki ve çok daha yetenekli birçok insan kendini hissettirmeden yok olup gittiler. Fakat doğru ve yeterli çalışan her insan hayatının bir döneminde mutlaka fark yaratır, birçok olumsuzlukla yolunun kesilmesi ile sınanmasına rağmen. Farklı olma potansiyeli her insanda var, kendi farkında olan insanlar azdır sadece. Tabiatı, kaderi suçlamak teslimiyete bahane aramak demektir. Tabiat şartları herkes için eşittir, aynı iklim ve coğrafi şartlarda başarılı olmuş insanları tanımak kişinin işine gelmiyor. Yaratıcı da yarattıklarını başarısızlıkla sınamak için yaratmadı, bu da yaratma mantığına aykırıdır. O halde Sakıp Sabancı’nın dediği gibi çalışmak, çalışmak, çalışmak.