RÖPORTAJ: AYŞEGÜL BEDİR AKOSMAN

            Perçin İmrek, bugüne kadar 75 ülke gezmiş ve dünyanın her ülkesine gitmeyi planlayan, genç bir girişimci. Birçok farklı alanda kendini yetiştirmeyi başarmış ve geliştirmeye de devam edeceğini söyleyen Perçin, Bosphorus Story House'un kurucusu, yazar, eğitmen, uluslararası konuşmacı...

            Hedefi, dünyadaki tüm ülkeleri görmek. Dünyanın daha iyi bir yer haline gelebilmesi için katkıda bulunmak, ülkesini ve dünyayı temsil etmek. Kısacası kendi deyimiyle ilham alıp-ilham vermek. Tüm çalışmalarına bu düşünce tarzı yön veriyor. Biraraya geldik ve yeni çıkardığı kitabı Kitlesel Fonlama Hikayeleri, yabancı dil eğitimleri ve tüm projeleri hakkında konuştuk. 

Merhaba Perçin, seni tanımayanlar için biraz kendinden bahseder misin?

            32 yaşındayım İstanbul'da doğdum, büyüdüm. Çanakkale'de İngiliz Dili ve Edebiyatı okudum. Belçika'ya gidip yüksek lisans yaptım bunun yanı sıra sivil toplumda Tüsiad'da çalıştım. Sonra Türkiye'ye gelip askerliğimi yaptım. Erasmus, gençlik projeleri gibi birçok oluşumda konferansa gitme, seyahat etme, uluslararası ortamlarda bulunma fırsatım oldu. Özellikle bu durum Belçika'dan sonra iyice yoğunlaştı. Döndükten sonra kurumsal hayata girip çalışmaya başladım. 6 ay kadar çalıştım ve benim için çok uygun olmadığını düşünüp kendi yolumda ilerlemeye karar verdim. İlk olarak girişimcilik ve eğitmenlikle başladım sonra bu biraz dallanıp budaklandı. Yine girişimcilik ve eğitim tarafı devam etsede yanı sıra  İngilizce eğitimi, uluslararası bir eğitim firması kuruluşu, online eğitimler, yazılar, kitaplar, makaleler derken birçok parametresi olan aynı çatı altında toplamaya çalıştığım bir işe dönüştü. Yaklaşık 4 sene oldu artık kendi işimi yapıyorum. Her sene bunu daha iyi yapıp uluslararası bir boyuta taşımaya ve üstüne koyarak, geliştirerek ilerlemeye çalışıyorum. Karşılığını hem maddi hem manevi görmeye başladıkça, kendime daha fazla yatırım yaparak bir ekiple bildiklerimi daha fazla kişiye ulaştırmaya çalışıyorum. Özet olarak amacım ilham alıp-ilham vermek, eğitimi herkese ulaşılabilir hale getirmek. O da senin beni yakından tanıdığın kısım olan İngilizceye hakim olmakla ilgili onu da biliyorsun. Bu sebeple İngilizce alanında çok sık ve çok yoğun çalışmalar yapmaktayım. 

Öncelikle kitaptan bahsetmek istiyorum, kitlesel fonlama önemli fakat Türkiye'de çok bilinen bir şey değil. Bir ara eski ev arkadaşım belgesel çekti, çok büyük bütçeli bir işti eksiği tamamlamak için fonlamayla uğraştı ama pek başarılı olamadı, çünkü insanlar bilmiyor. Bu nedenle kitlesel fonlama nedir? Bundan bahsedilim mi biraz?

            Genelde bizim bir projeye destekten anladığımız bir firma sponsor olsun, işi yapalım şeklindedir. Kitlesel fonlamada ise aslında benim tanımım şu: Bir projeyi hayata geçirmek için tek bir sponsora bağlı kalmak yerine farklı kişilerden çevrenizden, ailenizden, arkadaşlarınızdan, arkadaşlarınızın arkadaşlarından hatta pazarlamasını ve paylaşımını iyi yaparsanız hiç tanımadığınız insanlardan daha ufak parça parça katkılarla bir destek havuzu oluşturmayı mümkün kılan bir platform, bir terimdir. Belli başlı yöntemleri var internet üzerinden bizim imece dediğimiz şeyin biraz dijitalleştirilmiş şeklidir. İnternetteki platformlardan yurtdışında Kickstarter, Indiegogo Türkiye'de Fongogo Pro gibi projenizi paylaşabileceğiniz 25-50-100 lira gibi her ekonomik guruptan kişinin destek verebileceği ve bunların karşılığında bu bağış değil çünkü her destek kaleminin karşılığında destek verene bir hediye, bir ödül verilecek şekilde tasarlanan karşılıklı kazan-kazan odaklı bir platform. Özellikle batı toplumlarında ve Afrika'da uzun süredir devam eden oldukça popüler ve yaygın olan, bizim ülkemizde biraz daha yeni oturmakta olan ama gelecekte çok önemli yer edinecek, insanları tek bir sponsor bakmaktan kurtaracak, her projenin hayata geçme olasılığını artıracak bir oluşum diyebiliriz. 

Peki başarılı olunabiliyor mu ?

            Benim kitlesel fonlamayla ilgili şahsi tecrübem şu: Ben dört kitabımı da kitlesel fonlamayla fonladım. Bu çok detaylı bir konu olduğu için biz de Kitlesel Fonlama Hikayeleri kitabını yazmaya karar verdik. Bu süreçte yaşadıklarım, başarılarım, başarısızlıklarım bir proje fonlamada başarısız olursa bu neden olur? Başarılı olursa bu nasıl olur? gibi konuları yazdım. Fonlama, çok büyük bir organizasyon, disiplin ve takip isteyen bir yol. Öyle projemi koydum insanlar destek versin, şeklinde olmuyor. Bunun arkasında iyi takip, büyük emek, manevi yatırım gerektirdiği için aynı zamanda oldukça zor olan bir oluşum. 

Peki kitapta nelere değiniyorsun? Tam olarak neler var içinde ?

            Ben yazılarımı yazarken kuru teknik bilgiye odaklanmaktan kaçınırım. Çünkü o tip bilgiler genelde bulunabilir zaten. Kitapta, baştan sona kendi sürecimi anlatıyorum. Genel olarak edindiğim bilgileri olabildiğince interaktif ve hikayeleştirerek yazdığım bir kitap oldu. Benim öznel süreçlerimden hikayelerimin yer aldığı o nedenle başka yerde bulunamayacak bir içeriğe sahip. Kitlesel fonlama benim hayatıma nasıl girdi? Nasıl karşılaştım? İlk kitabımı çıkarırken kitlesel fonlama sürecinde neler yaşadım? İnsanlarla nasıl iletişime geçtim? Nasıl başardım? Başıma neler geldi? gibi hikayeleri ve edinimlerimi paylaşıyorum. Bunun dışında dünya çapında ve Türkiye'de başarılı olmuş projelerden birkaç  örnek, başarısız olanlardan örnekler ve bunların benim açımdan sebeplerini anlatıyorum. En sonunda kitlesel fonlama projesi açmış başarılı ya da başarısız olmuş arkadaşlarımızın da minik misafir hikayelerinin yer aldığı bir kitap oldu. Çünkü insanlar sadece benim ağzımdan duymasın, başkaları da anlatsın istedim. Okurlar, buradan edindikleri hikayeleri ve tecrübeleri kendi süzgeçlerinden geçirip çıkarımlarda bulunsunlar ve böylece kitlesel fonlama tecrübelerinde başarıları artsın diye böyle bir şey yazdım. 

Ülkemizde kitlesel fonlama yeni bir oluşum, birçok ülkeyi gezmiş biri olarak  fonlama, girişimcilik, dijital dünya adına tavsiyelerin nelerdir? Düşünsene elimizde bir telefon ve internetle kendi işimizi yapabiliriz. 

            Öncelikle kendimden örnek vereyim bana katkı sağlayan en önemli şey benim beynelmilel bir insan olmam. Dünya insanı olmam benim hayat kalitemi çok yükseltti. Bu röportajı da o yüzden yapıyoruz, teşekkür ederim bu arada senin övgülerin de bu yüzden geliyor. İngilizce seni farklılaştırıyor artık İngilizceyi İngiltere'de türemiş bir dil olarak görmemek gerekiyor. O bir dünya dili olduğu için en azından önümüzdeki 50 sene de öyle olacağı öngörüldüğü için, ona kültürel anlamıyla hakim olmak ve kaynaklara ulaşmak insanı bir adım öteye götürüyor. Hayatta hangi aşamada olursan ol. Yolun başında, ortasında, inanılmaz başarılı, Türkiye'nin en iyisi, dünyanın en iyisi de olsan, sürekli bir öğrenci olmak ve hep öğrenmeye aç olmak çok önemli. Bu açgözlülük değil bu arada yani aç derken, ben oldum dememek hiçbir zaman rehavete kapılmamak onu kastediyorum. Kendini bilmek, tanımak bize ne denirse densin, neyi ne zaman yapmak istediğimizi, nasıl yapmak istediğimizi anlamak bunlar çok önemli. Bunun içinde tabii ki seyahet etmek, dil öğrenmek, dijital kaynakları kullanmak da var. Zaten gençlerin bunlarla ilgili problemi yok. Belki problem şu olabilir, çok belli bir alanda yoğun kullanıyorlar. Örneğin instagram-snapchatte çok iyilerken evernote kullanmayı bilmiyorlar google takvim kullanmayı bilmiyorlar. Bu konuda daha verimli kaynakları öğrenebilirler. Son olarak yaptığı işten keyif alarak bunları yapmaları benim en büyük tavsiyem. Zaten bu temeller oturduktan sonra kitapta çıkartabiliyorsunuz, seyahatte edebiliyorsunuz. Sen de sohbetimizde şu aralar seyahat etmem pek mümkün değil demiştin. Bence istersen hayatta herşey mümkün (gülüyoruz)

Aslında evet mümkün ama bir yerden başlamam gerekiyor sanırım. 

            Çok önemli bir parametre olmadığı sürece sağlık problemi gibi her zaman mümkün. İlk başta mümkün değil dememek iyi bir başlangıç. Her şey için geçerli bu! Sadece seyahat için değil. 

Haklısın! Peki bu kitlesel fonlamayla ilgili ilginç bir anın var mı ?

            Genelde kitlesel fonlamayla ilgili yaptıklarım sıkıcı ? 

Yola çıktığında olmuyor mu peki ? 

Kitlesel fonlamayla ilgili değil de seyahat bazında var tabii ki. Genelde seyehat edenler öyle düşünmez yani illa bir anım olsun diye bakmaz her şey yolda gerçekleşir. İngilizce konuşmayla ilgili, yabancı birinin evinde kalmamla ilgili bir çok anım var. Mesela Meksika'da bir çocuğun evinde kalmıştım ama evin iki duvarı yoktu. Böyle birçok hikaye var ama seyahat edenlerde Bestami'yle de konuşmuştuk o da interrailturkiye'nin kurucusu. Evet en komik hikaye bu en enteresan hikaye bu diye değil, genelde daha çok konsept üzerinden bu hikaye enterasandı ve komikti diye adlandırıyoruz. Seyahatlerde benim için en keyifli kısım şu oluyor. Sonuca değil sürece odaklanmaya çalışıyorum. Yoldayken, bir yere varana kadar, vardıktan sonra ya da döndükten sonra hep bunu yapmaya çalışırım. Senin de söylediğin gibi benim de en çok keyif aldığım şey sosyal medya vs. gibi yaptığım işi her zaman yolda yapıyor olabilmek. İşte İngilizce dersleri verebilmek, online eğitim videoları satabilmek, oraya gittiğimde seminerler verebilmek derken, yaşadığım her an benim için unutulmaz bir anıya dönüşüyor zaten. Aynı zamanda güzel olan tarafı kendi hayatını idame ettirebiliyorsun bu da ayrı bir keyif tabii ki. 

İngilizce konuşuyorsun ve eğitmensin bu konuda ders veriyorsun. Genelde İngilizceyi çok iyi konuşanlar Türkçe konuştuğunda böyle yayarak falan konuşurlar. Sen de o yok...  Harika bir diksiyonun var özellikle o dikkatimi çekmişti. Mesela bununla ilgili ne söylersin? Sadece kitabı değil biraz da seni konuşalım, okurlarımız tanısın. 

            Teşekkürler benim içinde böyle bir sohbet daha tercih edilebilir ve keyifli olur. Öncelikle yargılamıyorum insanları, insan yargıladığını yaşamadan ölmezmiş öyle bir laf var. Bir de bir şeyi yargılıyorsak o bizim içimizde bir rahatsızlıktır, komplekstir. Çünkü insan içinde olmayan şeyi görmez, o yüzden yargılamamaya çalışıyorum. Ama beni de rahatsız eden şeyler var. Bir konferansa gittiğimde bilmem nerenin Ceo'su ya da sahibi bir konuşma yapıyor. Evet İngilizce çok uluslararası bir dil, terminoloji tüm dünyada aynı, örneğin selfie demek çok anormal değil. Özçekim kelimesini çok az kişi kullanıyor. Ne bileyim enternasyonal diyorsun uluslarası demiyorsun fakat Türkçeye yerleşmiş bir kelime kullanmakla İngilizceden direkt kelime kullanmak, kelimeyi alıp olduğu gibi yapıştırmak beni de rahatsız ediyor. İşte yönetici demek yerine manager demek, reklam demek yerine advertisement kullanmak açıkçası bana çok hoş gelmiyor. 

           Biyolojik olarak da beynimiz anadilini konuştuğumuz bölgeyle, ikinci üçüncü dördüncü dili konuştuğumuz bölgelerde ayrı davranır, o yüzden bunun birbirine giriyor olması bilinçli bir çaba gerektiyor. Bu üzücü tabi. Birçok insanın İngilizce öğrenememesinin ya da psikolojik olarak İngilizceye dirençli olmasının sebebi de bu. Batı toplumuna karşı büyük bir aşağılık kompleksi var, insanlar içten içe o toplumların daha üstün olduğunu düşünüyor. Bu sebeple kendini küçük görüyor. Bazı insanlar biraz İngilizcede ilerleyince o topluma ait olduğunu hissetirmek adına konuştuklarında araya İngilizce kelimeleri yerleştiriyorlar. Bu rahatsızlık verici duruyor, ben havalı olduğunu düşünmüyorum ve yapmamaya çalışıyorum. Bazen karıştırabiliyorsun örnek veriyorum dört sene Belçika'da yaşadım buraya geldiğimde acıktığımda istem dışı pasta alalım mı demiştim. Pasta mı demişlerdi? Biz de pasta tatlı bir şey orada ise pasta makarna demek. Ben makarnayı söylemek isterken pasta demiştim. Böyle ufak şeyler oluyor ama bunun bilinçli yapılması kötü, çünkü ben her zaman şunu söylerim. Siz eğer başka bir dili öğrenmek istiyorsanız öncelikle kendi dilinizde kendinizi çok iyi ifade edebilmeniz gerekiyor. Bana öyle çok kişi geliyor ben İngilizce öğrenmek istiyorum diye yazıyorlar ama korkunç bir Türkçeyle -de -da'lar karmakarışık sesli harfler yok.  Öncelikle çok kırmamaya çalışıyorum. Türkçeye yönlendiriyorum kendi dilinde, kendini ifade etmeyi öğrenmezsen İngilizceyi iyi öğrenmen mümkün değil diyorum. O yüzden ikisi tamamen ayrı şeyler ama bu yapılıyorsa bilinçli bir çaba oluyor ve dışarıdan senin de dediğin gibi sevimsiz görünebiliyor malesef. 

Kesinlikle sana katılıyorum.  

           Örneğin, dayım 25 senedir Amerika'da yaşıyor. Böyle yayarak konuştuğunu görmedim. Gayet iyi, düzgün bir Türkçe'yle konuşuyor. O da bana rol model olmuştur. Sadece bazen kelime hatırlayamıyorsun mesela insan kaynakları diyecek onu human resources diye öğrenmiş direkt kafasında çevirmeye çalışıyor, hatalı söyleyebiliyor ama bu bilinçli bir çaba değil. 

Gelelim kitaba, Kitlesel Fonlama Hikayeleri kaçıncı kitabın daha önceki kitaplarından da bahseder misin?

           Dört kitabım var, ben yazmayı çok seviyorum, yazdıkça da birikiyor, sonra düşündüm ben bunları neden kitap haline getirmiyorum. Çünkü kitap olması güzel kalıcı bir anı, yarın öbür gün göçüp gittiğimizde bu ne zaman olur bilmiyoruz en azından arkamızda bırakabileceğimiz güzel anılar olsun istedim. Günümüzde her ne kadar dijitalleşsekte kitaplar hala değerli ve uzun sürede böyle olacak diye düşünüyorum. 

           İlk kitabım 2,5 yıl önce çıkarttığım Girişimcilik Hikayeleri, bu kitapta kurumsal işimden ayrılıp ilk girişimciliğe başladığım hostel işini anlattım. Kurumdan ayrılmaya nasıl karar verdiğimi, neden kurumda mutsuz olduğumu anlatıyorum. Hatta kurumdaki patronuma da hediye etmiştim, bunu okuduktan sonra bana küsmüştü. Hiç isim belirtemiştim ama malesef kişisel algılamış, sonra yine konuştuk tabii. Olabildiğince gerçekçi anlattığım ve girişimlerime başladığımda bu süreç benim için nasıl oldu hepsini yazdığım bir kitap. Mesela ilk girişimimi batırdım 100 bin civarı para kaybettim, benim için çok ciddi bir miktardı. Ama bu deneyimden neler kazandığımı anlattım.

            Sonra ikinci kitabım  Dünyanın Yerlisi. Sık sık seyahat eden biri olduğum için, seyahat hikayelerimi paylaştığım bir kitap. Benim zaten bir seyahat blogum var Dünyanın Yerlisi diye hatta ilk İngilizce yazıyordum. 'Live the world like a local' ismindeydi bir lokal gibi yaşa yerli gibi yaşa. Sonra Türkçeye çevirmeye başladım Dünyanın Yerlisi diye. Seyahat hikayelerimi blogta paylaştıkça çoğaldı, kitaplaştırmaya karar verdim. İçerik olarak işte Paris'e gidin, Eyfel Kulesi'ne gidin, giriş 10 Euro diye anlatmıyorum o tarz bir kitap değil. Mesela Paris'te bir kıza nasıl aşık olduğumun hikayesi, örnek veriyorum Madrid'de havaalanında geçişte nasıl takıldığımın hikayesi, Japonya'da trende giderken yaşadığım bir olayın hikayesi gibi böyle özel anılarımı anlatıyorum. 

           Üçüncü kitabım ise; İngilizce benim çok emek harcadığım bir alan olduğu için, İngilizce Öğrenmeyi Öğreniyorum kitabı.

Evettt o bende de var. 

           Çocukluğumdan beri İngilizcenin önemini erkenden farketmiştim ve iyi ki İngilizceye önem vermişim bunun karşılığını çok fazlasıyla aldım. Aynı şekilde insanların İngilizceyi günlük hayatlarına nasıl entegre edebileceklerine dair ipucuların yer aldığı ve kendi hikayemi anlattığım, sadece teknik bilgilerin olmadığı deneyimlerimi de paylaştığım bir kitap. Ve son kitabım Kitlesel Fonlama Hikayeleri... 

Kitlesel Fonlama Hikayeleri yeni çıktı ama yeni projelerin var mı?

           Bu konuyla ilgili şöyle söyleyebilirim. Şimdi topluluk önünde konuşmayla hitabetle ilgili bir kitap yazmaya başladım. Yine benzer bir şekilde benim hikayemi ve başkalarının hikayelerini paylaştığım bir kitap olacak. Bunun dışında Dünyanın Yerlisi çıktıktan sonra gezmeye devam ettiğim için çok şey birikti. İran'a Nepal'e, Hindistan'a, Güney Amerika'ya, Orta Amerika'ya, Meksika'ya çok yere gittim, epey bir hikaye birikti ve Dünyanın Yerlisi 2'yi çıkarmak istiyorum. Ayrıca uzun süredir aklımda bir roman fikri var onu da yazmak istiyorum.

Harika! Dünyanın Yerlisi olarak okuyucularımıza neler tavsiye edersin?

           Az öncede belirttiğim gibi çok fazla şey söylemeye gerek yok, kendini tanımak çok önemli. Hatta geçenlerde konuşma yapmak için Hacettepe Üniversitesi'ne gittim. Dört kişiydik panelde, çok keyifli bir etkinlik oldu. Benzer erdemlerde insanlarla birlikteydim yaşlarımız da yakındı. Orada konuştuğumuz şeyi hatırladım şimdi. Bir insanda ilk başta hangi özellik olmalı ki bazı şeyleri onun üzerine kurabilsin diye konuştuk. Çünkü günümüzde artık teknik bilgiye ulaşmak çok kolay. Bir şeyin Ne'si ve Nasıl'ı çok kolay, bence Neden'ine odaklanmak çok önemli. Örneğin ben sana sırt çantanı al, gez derken dünyayı gezmeni, insanlar tanımanı, yerel insanlarla etkileşimde olmanı kastetmişimdir. Ama sen bunu her şey dahil bir tatil köyü anlarsın. Onun için insanlara ahkam kesip tavsiyelerde bulunmak yerine bir şeyi neden yaptığınız sorusuna cevap vererek başlayın diyorum. Ben neden eğitim veriyorum? Neden İngilizce öğreniyorum ya da öğretiyorum? Neden seyahat ediyorum gibi sorulara cevaplar bularak yaşıyorum. O yüzden benim birinci tavsiyem; bir şeye nedenini anlayarak başlayın ve bununla ilgili çok güzel bir kitap var Simon Sinek'in Neden İle Başla diye. Sonra kendinizi tanımak önemli ben de seyahat ettikçe kendimi tanıyorum. Meditasyon yapıyorum, bol bol kitap okuyorum işim sebebiyle kendimi tanımada son 2-3 senede çok ilerledim ki bu sonsuz bir yol, dünyanın her yerine gidemeceğin gibi kendinde de her yeri göremezsin. Ne istiyorsun?  Hangi frekansta olmak istiyorsun? Kendini nasıl geliştirebilirsin? Bunlar kendini tanıdıkça çok kolay ortaya çıkıyor. 

           Hep şey derim, biz dış dünyada olan ve hayatımızı etkileyen birçok şeyin yüzde doksanını değiştiremiyoruz. İşte politikacının bir lafıyla ekonomik kriz olabiliyor, savaş olabiliyor ya da bir deprem olabiliyor bunları engelleyemeyiz ama bunlara olan tavrımızı ve adaptasyonumuzu değiştirebileceğimiz için ben her zaman kendinizi tanıyın, değişimi dıştan içe beklemeyin diyorum. Yani dolar bugün kaç olmuştan ziyade içten dışa değişip şartlara kendinizi adapte edin diye tavsiye ediyorum. Dünya vatandaşı olmak, önce kendi dilinize sonra İngilizceye hakim olmak ve konfor alanından çıktıkça her zaman ilerleyebileceğini anlamaktır. Şimdi mesela sana Gürcistan'a gitmek bile korkunç geliyordur o zaman ne yaparsın ilk Artvin'e gidebilirsin. Sonra sınıra bir bakarsın orada bir gece kalıp Gürcistan'a geçersin aaa burada öcüler yokmuş dersin bir de Azerbaycan'a gideyim dersin onun tadını alırsın, artık sonra Avrupa'ya gideyim dersin böyle adım adım ilerlersin. Biraz spor yapmak gibi, birden karın kası yapamıyoruz ama yavaş yavaş yapa yapa fitleştiğimiz gibi bunda da kendinizi keşfedebilirsiniz diyorum ki bunun da sonu yok. Her zaman konfor alanını daha fazla genişletebilirsin. Bunu hesaplanmayan risk al kendini tehlikeye at anlamında değil, yaptığım şeylerin çok da tehlikeli olmadığını gör anlamında söylüyorum. 

Son olarak çok merak ettiğim bir şey var. İlham aldığın neler var hayatında? Kitap, film veya bir kişi...

           Son konuşmalarımda en çok ilham aldığım insan gurubu olarak bebekleri örnek veriyorum. Çünkü doğduğumuz andan itibaren özellikle ilk 2-3 sene de herşeyi yapacak kapasitedeyiz. Fiziksel olarak daha kısıtlıyız ama en azından mental olarak sınırlarımızı her zaman zorluyoruz. Bebeklerin binlerce kere düştükten sonra yürümeyi öğrenmesi gibi, düştüklerinde pes etmeden ayağa kalkıp hemen tekrar denemeleri, zaten kalktıkları için yürümeyi öğreniyorlar. Ama yetişkin olunca düşmekten korktuğumuz için, ayağa kalkmıyoruz. O yüzden biz doğduğumuzda ne kadar cesurduk, bunu hatırlamamız gerekiyor. Ne kadar maskesizdik ve ne kadar konfor alanımız sonsuza doğru uzanabiliyordu, anı yaşıyorduk. Açsak açız, mutluysak mutluyuz gibi bunları biraz hatırlamamız gerekiyor. Yani benim en çok ilham aldığım şey bebekler. Farklı alanlarda insanlara güzel örnek olan kişiler de var. Örneğin Atatürk, Pakistanlı Malala, Gandhi bunlar çok klişe örnekler ama işte farklı bir kadın belgeselci Mersinli Ümmiye Koçak var mesela. Bu yüzden rol modellerimi sınırlı tutmuyorum. Bizim ülkemizde Atatürk, Mevlana gibi o kadar çok rol model var ki. Bunların içinin dolu olması gerekiyor.  Atatürk hayranıyım ama onun tek bir kitabını okumadıysam bunun bir anlamı yok! Havalı olduğu için böyle söylememeliyim. Gerçekten fikirlerini, düşüncelerini anlamak için kitaplarını okumak, hayatına bakmak gerekiyor. Bunu yapınca zaten neden örnek aldığın ortaya çıkıyor. Kuru kuru rol model almakta yanlış, o zaman fikirlerini de yanlış özdeşleştirip yanlış temsil edebiliyorsun. Özellikle önerdiğim şey insanlar istisnasız çok kitap okumalı. Sadece kitap değil makale okusunlar, video izlesinler, sesli kitap dinlesinler zaten bunlar alışkanlık olduktan sonra insan bırakmak istemiyor. Normal bir insan senede en az iki kitap okuyormuş fakat bu rakam Türkiye'de bire düşüyormuş. Malesef okuma alışkanlığımız çok düşük. En çok kitap okuyan insanlar da haftada bir kitap okuyan insanlarmış. Ben de şimdi kendime öyle bir düzen kurmaya çalışıyorum. Bir hafta roman, bir hafta kişisel gelişim gibi. En son geçen hafta Bülbülü Öldürmek'i okudum. Sonra kişisel gelişim veya özel bir alanla ilgili okuyorum. Mesela şimdi Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları diye bir kitaba başladım, Ufuk Tarhan önermişti. Eee böyle olunca dünyadaki herkes senin rehberin olabiliyor ve bakış açını inanılmaz değiştirebiliyor. Bir kitap listem var, istersen onu seninle sonra paylaşabilirim. 

Harika olur. 

           2018' den beri okuduğum kitapları tek tek listeliyorum. Dönüp baktığımda bu kitap bana ne anlatmıştı, ne öğretmişti, insanlarla paylaşayım diye. Hayat kalitenizi arttırmak istiyorsanız okumak zorundasınız, İngilizce-yabancı dil öğrenmek zorundayız, kendinize bakmak ve kendinizi tanımak zorundasınız. Yapmayadabilirsiniz ama o zaman da hayat kalitesiniz malesef sınırlı kalıyor.   

Ayda iki kitap okusak, yılda 24 kitap eder müthiş bir şey aslında bu. 

           Haftada bir kitap okuduğunu düşün, bu biraz uç bir örnek ama onunla ilgili de şunu söyleyeyim. Ben İstanbul'da yaşıyorum evim Esenler'de genelde toplantılarım Levent tarafında İstanbul'da araç kullanmayı sevmediğim için her zaman metroyu tercih ediyorum ve aradaki mesafa 40-45 dakika yanıma bir kitap alıyorum ve yolda okuyorum. Odaklanırsam bir 30 sayfa giderken, bir o kadar da dönerken okuyorum böylece günde 60 sayfa okuyabiliyorum. Bunu yedi gün boyunca yaptığımı düşün 420 sayfa yani kalın bir kitabı bile bitirebiliyorsun. Onun için haftada bir kitap aşırı bir örnek değil. İşte ben kitap okumak için metroyu tercih ediyorum, bazı insan uyumadan önce okur. Her gün 20-30 sayfa okursan haftada bir kitap eder. 

Kesinlikle beynimizi buna kodlandırmamız gerekiyor aslında. Sevgili Perçin, ben sormak istediklerimi sordum teşekkür ediyorum. Bu güzel sohbete son olarak ilave etmek istediğin bir şey var mı?

            Söylediklerim dışında günümüzde kapitalist sistem, insanları belli bir yere konumlandırmaya yönlendiriyor. Çünkü sistem öyle işlemek zorunda. Herkes benim gibi yaşasa o zaman sistemin değişmesi gerekecek. İnsanların konfor alanından çıkmadığı, belli başlı şeylere kendini bağladığı okul, ev, iş veya ufak hobilerle kendini mutlu ettiği bir süreç var. Örneğin diziler, yarışmalar gibi. Bunun dışına çıkmak biraz zor, bu biraz dirayet ve farkındalık istiyor ama hiçbir zaman geç değil. Benim mesela sivil toplumda aktif olarak çalışmam çok etkili oldu. İnsanların şuna dikkat etmesini öneririm, başkasının onlar için istediği hayatı değil de kendilerinin gerçekten ne istediğini anlayıp o hayatı yaşamaları önemli. Çünkü hiçbir şey istemediğin bir şeyi yapmak kadar ağır değil. İstediğin şeyi yaptığın zaman iyi de yapıyorsun ve para kazanabiliyorsun tıpkı şu an benim hayatımı idame ettirebildiğim gibi. Yani istediğin şeyi yapmanın bedeli aç kalmak değil, iyi yapman gerekiyor sadece istemek yeterli değil. Kendinizi tanıyın ve istediğiniz şeyi sonuna kadar yapın diyorum. Çünkü ne kadar yaşayacağımızı bilmiyoruz. Yarın da ölsek 60 yaşına kadar da yaşasak onu dolu dolu yaşamak en anlamlısı bence.