NEDRET HOTUN

Bu haftaki konuğumuz  profesyonel fotoğrafçı ve son dönemlerde yaptığı uzun soluklu projeleriyle  öne çıkan sanatçımız Cengiz Akduman. AFİAP ve EFİAP ünvanı ile onurlandırılan sanatçı, 45 yıllık sanat yaşamını , hayata dair ipuçlarını, tavsiye ve önerilerini bizimle paylaştı. Bu keyifli ve cesur söyleşiyi gelin hep birlikte izleyelim.

  

-Cengiz Bey merhaba,  biyografinize baktığımızda fotoğrafla dolu 45 yıl görüyoruz. Kuşkusuz Türk Fotoğraf Tarihi’ne İz Bırakanlar’dan olacaksınız. Bize biraz kendinizi anlatır mısınız?

Cengiz Akduman kimdir? Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?

Babamı, küçük yaşımda kaybetmem nedeniyle zor ama bir o kadar da güzel bir çocukluk yaşadım. Çocukluğumun geçtiği İstanbul o kadar keyifliydi ki okul dışında kalan zamanımız sokaklarda geçerdi. 

İnternet yoktu, bırak interneti evlerde telefon bile yoktu. En yoksul ailenin evine bile siyasi meşrebine göre bir gazete girerdi.

Yazları sokaklar kızartma patlıcan ve biber kokar, Noel’de Rum komşudan paskalya çöreği ya da yaşlı Ermeni teyzeden Topik gelmesini dört gözle beklerdik.

Bizim ev, benden çok büyük abim ve ablamın varlığıyla şanslıydı. Okunurdu ve benden hiçbir şeyi esirgemezlerdi. Ben çok küçük yaşta Orhan Veli çevirisi ile Lafontaine okumuştum. Hala kitaplığımda durur, abimin hediyesiydi.

İşte bu sokaklarda olmanın, sıcak insan ilişkilerinin ve okuma alışkanlıklarının bugün fotoğrafımda etkili olduğuna inanıyorum.

-Fotoğraf sanatına yöneliminiz nasıl oldu?

Fotoğrafa yönelmem biraz rastlantı ile geç sayılabilecek bir yaşta oldu. Fotoğrafa başladığımda 23 yaşındaydım. Abim  ABD’den dönerken kendine bir fotoğraf makinası getirmişti. Fotoğrafa meraklı biriydi ve evde karanlık oda kurmuştu. Çalıştığı iş nedeniyle sürekli yurtdışına gider kitap ve dergi alıp gelirdi. O kitapları okuyup inceleyerek farkında olmadan bir alt yapı oluşturmuşum kendime. Bir gün abim Kayhan’ın Pentax Spotmatik kamerasını istedim. Film taktırdım, film takmayı bile bilmiyordum ve çıktım fotoğraf çekmeye. Çekiş o çekiş, kırkbeş yıl geçti hala çekmeye devam ediyorum.

-Fotoğraf sanatının birçok alanıyla ilgilendiniz. Sizi en çok heyecanlandıran alanı hangisi oldu Cengiz Bey?

Ben fotoğrafın çeşitli biçimlerini kullanan biri olmadım, daldan dala atlamadım yani. 

Belgesel, yaşam, an fotoğrafı, sokak fotoğrafçılığı adını ne koyarsanız koyun tercihim hep bu yönde oldu. 

“Duygusuz bir insan nasıl sıkıntı verirse, duygusuz bir fotoğrafa bakmaya da gönlünüz elvermez” diyorsunuz. Duygu yüklü fotoğrafları nasıl ürettiniz hocam?

Duygu yüklü fotoğraflar mı üretmişim, ne güzel bir övgü bu. 

Duygu herhangi bir şeye zorla yüklenen bir olgu değil.  İçinden geçenlerin işine yansıması. Kendini nasıl geliştirdinse fotoğrafına o yansıyor. 

Sözün kısası duygu yüklü fotoğraflar çekmek için özel bir çabam olmadı. Sadece o anda ne hissediyorsam çekerken gördüklerimi öyle yorumladım diyebilirim.

-Kitaplıklarda yer alan kitaplarınız ve İstanbul Modern arşivindeki fotoğraflarınız kuşkusuz sizi kalıcı kılıyor. Aklınızda yapmak isteyip yapamadığınız, içinizde ukde kalan fotoğraf projesi var mı?

İçimde ukde kalacak bir durum yok, güzel bir fotoğraf yaşamım oldu. 

Sergiler açtım, kitaplarım yayımlandı, ülkemde ve yurtdışında yolculuklar yaptım, sevdiğim bir işi meslek olarak yaptım anlayacağınız. Eğer yaşamında yapmak istediğin bir şey varsa onu gerçekleştirmek senin elinde. Ama örneğin kapsamlı bir reprospektif sergimin ve kitabımın yapılmasını isterim. Ancak bu, sanırım bu dünyadan gittiğimde olacak bir şey.

İki oğlum var ikisi de fotoğrafa saygılı ve meraklı. Küçük oğlum Mehmet Akduman Londra’da grafik tasarımcısı, tüm sergi ve kitaplarımın grafik tasarımlarını zaten o yapıyor. Büyük oğlum Kerimcan ise gezgin. Yolculukları sırasında fotoğrafla ilgilenmeye başladı. Şimdi bana gore iyi bir fotoğrafçı aynı zamanda iyi bir “drone” pilotu. Karım Nursabah, mesleğime saygı duyan ve destekleyen bir bilim kadını. Bunları neden yazdım? 

Yani bana bir şey olduğu zaman gözüm arkada kalmayacak. Onlar benim arşivime sahip çıkar, fotoğraflarımı geleceğe taşırlar. Güveniyorum.

-Bir dönem reklam fotoğrafçılığı alanında iş yapmışsınız. Reklam fotoğrafçılığı sanat mıdır hocam?

Reklam fotoğrafçılığı sipariş üstüne fotoğraf çekilen bir meslektir. Sizden istenen fotoğrafı, fotoğraf bilgilerinizle doğru teknikle müşteriye sağlamaktır. Müşterinin reklam stratejisine, isteklerine hatta size hazırladığı eskize bire bir uymaktır reklam fotoğrafçılığı. 

Benim için “reklam fotoğrafçılığı” sanat değil, yaşamınızı sürdürmek adına para kazanmak için yapılan diğer meslekler gibi bir iştir.

Ülkemizde bu işi çok iyi yapan, hatta müşteriye kendi isteklerini empoze edebilen ve reklam fotoğrafını bir yerde sanatsal boyuta taşıyabilen çok sevdiğim iki dostum, meslekdaşımdan burada söz etmeden geçemeyeceğim Fethi İzan ve Serdar Tanyeli. 

-Etrafta bir çok spekülatif söylemler duyuyoruz. Cengiz Bey size göre kim amatör fotoğrafçı, kim profosyonel fotoğrafçı, kim fotoğraf sanatçısıdır?

Bu spekülasyonlara aklım ermiyor doğrusu. Bu işi uluslararası platformda halletmişler. Türkiye’de “amatör” denen fotoğraf heveskarlarına dünyada hoby fotoğrafçıları deniyor. Şimdi bu tanımı çok net ortaya koymamız lazım. Sanat kelimesini çok kullanmak istemesem de burada zorunlu olarak kullanacağım. 

Hafta sonu minibüslere doluşarak, izci takımı gibi, ağırlıklı sosyalleşme adına, derneklerin kirasına katkı için (!) gidilen fotoğraf gezilerinde üstüste çekilen birbirinin benzeri fotoğraflarla sanat filan olmaz. 

Ben “dijital çıktıktan sonra fotoğraf demokratikleşti” lafına da inanmıyorum.

Bu konuya Elliott Erwitt’in bir lafıyla devam edeyim. Çünkü bu sorduğunuz dijital patlamayla çok ilgili bir konu. Elliot Erwitt’e sormuşlar "Dijital fotoğrafçılık patlaması hakkında ne düşünüyorsunuz?"

“Patlamaları sevmiyorum. İlerlemeyi umursamıyorum. Ancak dijital fotoğrafçılık, her erkek, kadın, çocuk ve şempanzeyi bir nevi fotoğrafçı yaptı ve sonuç olarak fotoğrafların genel kalitesini uyuşturdu.” diye yanıt vermiş.

Kimseye şempanze demem ama bu izci takımı gibi dolaşıp ünvanlar, aferinler almaya çalışan heveskarlar ve bunları feci şekilde gaza getirip nemalanan kurumlar yaptıklarına çok büyük anlamlar yüklüyor.

Profesyonel fotoğrafçılar ise fotoğrafla iç içe geçmiş, bunu meslek edinmiş kişilere deniyor. Çok basite indirecek olursak “ Nikon’mu, Canon’mu” diye sorana gülüp geçen insanlar bunlar.

Sanatın ise amatörlükle ya da profesyonellikle bir ilişkisi yok. Sanatçılık tamamen içsel bir mesele. Rahmetli Ara Güler “ fotoğraf sanat manat değildir” dediğinde dernekler ayağa kalkmıştı. Şimdi neden ayağa kalktıklarını daha iyi anlayabiliyorum.

Dernekler ve üyeleri ne yazık ki geçmişten günümüze çok negatif bir değişim gösterdiler. Ben 80’li yıllarda Ankara’ya gittiğimde AFSAD’dan içeri girdiğimde bir kültür mabedine girmiş gibi olurdum. Şimdi Ankara’da yaşadığımdan haberleri bile olduğuna inanmıyorum.  

-Türk ve Dünya Fotoğrafında kimleri beğeniyorsunuz?

Eugene Simith, Walker Ewans, Salgado, Mark Riboud ve Brassai yurt dışından işlerine hayran olduğum fotoğrafçılar.

Türk fotoğrafçılar arasında beğendiklerime gelince; artık aramızda olmayan Şemsi Güner, Sabit Kalfagil, Ara Güler ve Allah uzun ömür versin Ozan Sağdıç gibi ustaların fotoğraflarını beğenirim.

Kendi kuşağımdan da kendime yakın hissetiklerim başta dostum Cengiz Karlıova olmak üzere, Mehmet Ünal, Haluk Çobanoğlu, Nevzat Çakır, Bülent Özgören, Merih Akoğlu ve İsa Çelik  hemen aklıma gelen isimler. 

-Genç nesillere neler önerirsiniz, yarışmalar sizin için ne ifade ediyor, gençlere vermek istediğiniz mesajınız ne olurdu?

Fotoğraf yarışmaları ne yazık ki son yıllarda ek iş gibi görülen, amatörlerin sırf para kazanma amacıyla katıldıkları bir şekle dönüştü. Oysa yarışmalar fotoğrafçının kendini geliştirebileceği mecralar olarak görülmeli, öyle değerlendirilmeli. 

Fotoğraf yarışmalarından para ödülünü kaldırıp örneğin birinciye şu kadar kitabı bastırılacak diye bir ödül koyun. Yarışmalara yarışmacı bulamazsınız, hatta Hayyam’da ikinci el makina fiyatları düşer.

Gençlere tek söyleyebileceğim yarışma fotoğrafçısı olmamaları. Katılmasınlar demiyorum ama yarışma tuzaklarına düşmeden kendilerini sınama amacıyla katılsınlar. 

Bir de gençlere önerim artık ticari bir hal alan fotografik ünvanları önemsemesinler. Şu kadar sergileme garanti diye yarışma düzenleyen ülkeler varmış. Türkiye’de bize şu kadar bin Avro verin size ünvan kazandıralım diyen kurumlar olduğunu duyuyorum. Sorarım size bu koşaullarda alınan ünvanların saygınlığı nedir?

Bu işe harcadıkları parayı fotoğraf kitaplarına ayırsınlar, kendilerine çok daha büyük yarar sağlamış olurlar.

-Değerli katkılarınız ve içten söyleşiniz için çok teşekkür ediyorum hocam.

Ben teşekkür ediyorum, güzel bir sohbet oldu. Umarım gençlere bir faydamız olmuştur. 

Bu arada yaptığınız bu röportajları çok önemsiyorum. Hiç bir gazetenin yapmadığı bir işi üstlendiniz. Kutluyorum.

-‘Önce Vatan Gazetesi’ adına teşekkür ederiz. Bizim sormayı unuttuğumuz ya da sizin bize söylemek istediğiniz son bir şeyler var mı?

Yurtdışında fotoğraf çevrelerinde değerlendirmeler hangi yayınevi ya da ajans ile çalıştığın, hangi galeri ile sözleşmenin olduğu ya da hangi müzenin kolleksiyonlarında işlerin var, kaç kitabın yayınlandı gibi kıstaslarla yapılıyor. 

Yani kimse dijital mi çekıyorsun analog mu diye sormuyor. Üret de nasıl üretirsen üret. 

Dilerim bir gün ülkemde de fotoğraf ve fotoğrafçı değerlendirmeleri bu şekilde yapılır.

Sevgi ve saygı ile..

CENGİZ AKDUMAN KİMDİR?

(d.1952, İstanbul) profesyonel fotoğrafçı.1975 yılında, üniversitede öğrenci iken fotografla ilgilenmeye başladı. 1989–1993 yıllarında Anadolu Üniversitesi, İletişim Sanatları Fakültesi’nde ‘Reklam Fotoğrafçılığı’ dersleri vermiştir.
Mönchengladbach (Almanya), Plovdiv (Bulgaristan), Prag (Çek Cumhuriyeti), Varşova (Polonya), Boston (ABD) ve Türkiye’nin önemli merkezlerinde toplam 20 kişisel sergi açmıştır. Sekseni aşkın fotoğrafı, yüzün üzerinde uluslararası karma sergiye kabul edilmiş ve kataloglarda yayınlanmıştır.
Paris Auteurop 2. Ödül (Fransa), Ruzemberok Fotoforum Prize (Çek Cumhuriyeti), Helsinki Fotoğraf Bienali Mansiyon (Finlandiya), Antwerp Fotograf Bienali Mansiyon (Belçika), Radom Altın Madalya (Polonya), FIAP Mansiyon (Türkiye) uluslararası ödüllerini kazanmıştır.
Siyah beyaz fotoğraflarından derlediği Anlar ve Anılar (1999), Renkli Anadolu Kapılarından hazırlanan Yüzyıllık Kapılar (2012), Bir Kurtuluş Öyküsü/Türk Pasaportu (2013), Fotoğrafta 40.Yıl (2015) ,Doğu’da Dört Mevsim (2016) ve Panatolia (2019) adlı 6 kitabı yayımlanmıştır.
Pek çok fotoğrafı özel koleksiyonlarda yer almaktadır. 7 siyah beyaz fotografı İstanbul Modern Sanat Müzesi koleksiyonundadır.