Celalettin Tutkun: Geleceğin beyefendi ve hanımefendilerini yetiştirmeye talip oldum

Başarılı yazar Celalettin Tutkun ile yazın hayatına ve “Kardan Adam ve Çocuk” adlı kitabına dair konuştuk. Keyifli sohbetimiz sizlerle…

RÖPORTAJ: AYŞENUR MAMA

Öncelikle sizi tanımak isteriz. Celalettin Tutkun kimdir?

İzmir’in Selçuk ilçesine bağlı Barutçu köyünde dünyaya geldim. Memur bir babanın üçüncü çocuğuyum. İlkokulu köyümde okudum. Ortaöğrenimimi İzmir’in Torbalı ilçesinde, yatılı okulda tamamladım. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden ve Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldum. 

Her şeyden önce bir öğretmenim, sonrasında ise yaşamı anlamaya çalışan ve üzerine yazılar yazan, en önemli amacı insana ve topluma faydalı olmak olan bir yazarım. Mesleğimden dolayı Anadolu’da birçok şehir gezdikten; insan, dost tanıdıktan sonra Samsun’a yerleştim ve halen burada ikamet ediyorum. 

Yazın hayatınız nasıl başladı?

Yazmak, öyle zannediyorum ki kitabı tanıdıktan sonra kendiliğinden içimde büyüyen bir kavram. Daha ilkokul yıllarında öyküler ve şiirler yazdığımı hatırlıyorum. Belli bir yaşa gelince okumak kadar yazmak da bir tutku halinde gelişti bende. Tabii insan, bazen kendi yazdığını beğenmez. “Acaba yazdıklarımın bir değeri var mı?” diyerek yıllarca öykülerimi biriktirdim, bilgisayarımdaki bir dosya olarak kaldı. Ta ki 2015 yılına kadar… Güncel sanat dergisinin Kaygusuz Abdal adına düzenlediği öykü-şiir yarışmasında “İçimdeki Çocuk” isimli öyküm ödül alınca özgüven sorunumu aştım ve daha önceden zaten var olan öykülerimi kitaplaştırdım. Sonrası kendiliğinden geldi. Ağustos ayında 9. bireysel kitabım olan “Kardan Adam ve Çocuk” yayınlandı. Antolojilerde yer aldım, bazı sosyal sorumluluk projelerine yazılarımla destek oldum. Farklı yarışmalarda yine ödüller aldım ve zaten içimde var olan yazar ortaya çıktı. Öyle zannediyorum ki bu can bu tende oldukça yazmaya devam edeceğim.

Yazarken nelerden esinlenirsiniz? Örnek aldığınız yazar veya şairler var mı?

Kurgudan ziyade yaşanmışlıklar, beni daha çok etkiliyor. Kurgu, edebiyatta çok önemli bir yer tutuyor. Hayal gücünüzün sınırlarını zorladığınız zaman insanı şaşırtan etkileyici kurgulara sahip eserler yazabilirsiniz. Elbette benim de kurgu üzerine öykülerim var; ancak yaşanmış olaylar üzerine yazmak, beni daha çok motive ediyor. Örneğin; Anadolu’da nesli tükenmekte olan canlılar konusunda bir duyarlılık oluşturmak için yazdığım “Son Leopar” yaşanmış olaylardan derlediğim öykülerden oluşuyor. Bir öğretmenin yaşam öyküsünü anlattığım “Öğretmenimin Defteri” isimli eseri kaleme alırken öğretmen arkadaşlarımın yaşadığı olaylardan esinlendim. Bir önceki kitabım olan ve yarı otobiyografik bir roman olan “Dağı Aşmak” benim ve akranlarımın yaşadığı olaylar üzerine kurgulandı. Bir olayın zamanında insanların yaşamında bir yer etmesi, yaşanmışlığı beni etkiliyor ve kalemim haliyle o tarafa eğriliyor. Adeta o olayı ben de yaşıyorum ve yapabildiğim kadarıyla okura yaşatmaya ve hissettirmeye çalışıyorum.

Elbette etkilendiğim yazarlar var. Öncelikle yazmak için en önemli eğitim; okumaktan, hatta yıllarca okumaktan geçiyor. Bu gün yazıyorsam bunun için şimdiye kadar okuduğum tüm kitapların yazarlarına minnettarım. Hepsinin katkısı olmuştur; ama özellikle isim saymam gerekirse başta bence Türk dünyasının en büyük yazarı olan Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’u söyleyebilirim. Onun “Dişi Kurdun Rüyaları” kitabını okumam, belki de Son Leopar’ı yazmama esin kaynağı oldu. Eserlerinde efsanelerden bahsetmesi, benim gibi mitolojiye ilgili bir okuru mutlaka etkileyecektir. Bunun dışında Amin Maalouf “Semerkand” kitabıyla, Victor Hugo Sefiller’i ile, Dostoyevski Ölü Evinden Anılar’ı ile, Gogol Palto’su ile, Hemingway Yaşlı Adam ve Deniz’i ile beni etkilemiştir. Bu liste, uzatılabilir. Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun “Türküler Dolusu” isimli muazzam şiirinde kullandığı “Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası, ayak seslerinden tanırım, ne zaman bir köy türküsü duysam şairliğimden utanırım.” ifadelerinde kullandığı gibi ben de bazen bir köy türküsünden, bir maniden, bir şiirin dizelerinden etkilenebiliyorum. Başta da söylediğim gibi hepsine minnettarım ve okuduğum her dize bana bir fayda sağlamıştır ve hoş bir seda bırakmıştır üzerimde.

Geçtiğimiz ağustos ayında okurlarla buluşan “Kardan Adam ve Çocuk” adlı kitabınızdan bahseder misiniz? Bu kitabı neden yazdınız?

“Kardan Adam ve Çocuk” çocuklar için yazıldı. Bir çocuk kitabında elbette çocukların sevdiği kavramlar yer almalı. Kardan adamın yanı sıra korkuluklar, keloğlan, leylekler, oyuncaklar, bayram sevinçleri, sürprizler ve macera var içerisinde. On bir yaş ve üzerine hitap ediyor. İçerisine çocukların eğitimine katkı sağlayacağını düşündüğüm bazı değerlerimizi de serpiştirdim. Bu kitabı okuyan çocukların sevgi, paylaşma, dostluk, anne-baba sevgisi, saygı gibi değerleri benimsemesi ve yetişkin olduklarında bunları hayatlarında uygulaması benim en büyük temennim. “Kitap yirmi bir çocuk öyküsünden oluşuyor ve her öykü, ayrı bir değeri içerisinde barındırıyor.” diyebilirim.

“Kardan Adam ve Çocuk” okurlara hangi mesajları vermeyi amaçlıyor?

“Kardan Adam ve Çocuk” özelinde tüm kitaplarımda tek bir mesaj vermek istiyorum aslında. Bir eğitimci gözüyle olaylara bakıyorum. Geleceğin beyefendi ve hanımefendilerini yetiştirmeye talip oldum öğretmen olarak. Eğitim, sadece sınıfta veya okulda verilen bir kavram değil. Eğitim, hayatın her anında var. Sokakta gezerken, toplu taşımayı kullanırken, televizyon izlerken, sosyal medyayı takip ederken ve elbette kitap okurken öğreniyoruz. Okuyan, eğitimli, çalışkan insanlara ihtiyacımız var. Bundan otuz yıl sonrasının toplumunu yetiştiriyoruz. İyi kitaplar okumalılar, ruhlarını güzel değerlerimiz ile beslemeliyiz. Bu kitap, bu alanda atılmış küçük bir adımdır.

Kitabın ismi nereden geliyor?

Kitap, adını içerisinde yer alan öykülerin birinden alıyor. Kitap, baştan sona bir kardan adamı ve çocuğu anlatmıyor. Öykülerden birinin adını verdim. İzmirli olduğum için kara olan özlemimden dolayı “Kardan Adam ve Çocuk” ismini vermiş olabilirim. İçimdeki çocuk, hâlâ kar ve kardan adam ile oynamayı seviyor çünkü.

Sizce kitap, beklenen başarıya ulaşacak mı?

Her kitap, geleceğe yazılmış bir mektuptur ve er veya geç okuruna ulaşacaktır. Bugünden yarına bir başarı hikâyesinden ziyade benim için geride bırakılmış bir mirastır. Kitap raflarında var olduğu ve okunduğu sürece başarılı olmuş bir eserdir. Başarının göreceli bir kavram olduğunu da özellikle belirtmek isterim. Başarının mutlak ve göreceli başarı şeklinde sınıflandırmaları var. Oldukça derin bir konu. Umarım, kitabımın yolu bahtı açık olur ve umarım, çok okunur.

Kitabınızı bir okur gözünden nasıl değerlendirirsiniz?

Burada okurun yazardan ne beklediğini konuşmalıyız belki de. Aslında bir çocuk kitabı yazarı değilim. Daha çok öykü ve roman yazarı kategorisinde kendimi görüyorum. Genelde bu alanlarda eserler verdim çünkü. Aslında ben de merak ediyorum okurdan ve özellikle çocuk okurlarımdan gelecek eleştiri ve yorumları. Çocuklar, mutlaka eğlenceli bir kitapla karşılaşmak isteyeceklerdir. “Kardan Adam ve Çocuk” çocukların yüreklerinde bir okuma keyfi ve tatlı bir anı bıraksın diye çok çapa harcadım. Beklentileri karşılayacağını umuyorum.

Hazırlık aşamasında olan farklı bir eseriniz var mı?

Elbette… Bir insanın aklından günde ortalama 60.000 düşünce geçermiş. Bu, fikir üretmek için güzel bir sayı. Geleceğe yönelik yazmayı düşündüğüm birkaç fikir var tabii. Bunlardan bir tanesi Türk mitolojisinden esinlenerek yazmayı düşündüğüm fantastik bir roman. Türk mitolojisi, inanılmaz zengin ve ilginç karakterler ile dolu. Hepimizin bildiği Dede Korkut öykülerinde geçen Boğaç Han, Deli Dumrul ve Türk destanları dışında göğün 16. katında yaşayan iyilik tanrısı Ülgen, kötü ruhların başında yer alan Erlik, bir cadı kadın olan Alkarısı, Köpekbaşlı insanlar diyebileceğimiz İtbaraklar, “Cennet kuşu” olarak tasvir edilen Hüma… Tolkien’in yıllar önce kaleme aldığı Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi serileri sinemaya aktarılınca tüm dünyada ses getirdi ve fantastik edebiyat, ön plana çıktı. İnanın, bizim kültürümüzde yer alan mitolojik karakterlerin Tolkien’in kitaplarında geçen karakterlerden hiç farkı yok, belki fazlası var.

Ortadoğu’da yaşanan savaşlar ve göç hareketleri sonrasında ortaya çıkan mülteci sorununu önemsiyorum. Bizzat tanıdığım, konuştuğum, evini gönüllü olarak görev aldığım yardımlaşma dernekleri vasıtasıyla ziyaret ettiğim mülteciler oldu. Anlattıkları olaylar, dinleyen insanlar için gerçekten de çok zor.  Bombalanan evler, yitirilen babalar, yetim çocuklar, farklı bir ülkede yaşamanın getirdiği yalnızlık… Onlara kulak vermemiz gerektiğini düşündüm ve mültecilerin yaşamından aldığım notlar üzerinden bir kitap çalışmasına başladım.

Unutulmaya yüz tutmuş geleneksel çocuk oyunları üzerinde de çalışıyorum. Oyun dediğimiz şey, asla sadece bir oyun değildir. Tabii geleneksel çocuk oyunlarından bahsediyorum. Dijital oyunlar için bir faydalılık söz konusu değil. Oyun oynamak; çocuğun kendine olan özgüvenini geliştirir, zihinsel ve dil gelişimi açısından faydalıdır. Hayal gücüne katkı sağlar, hayata ve geleceğe hazırlar, konsantrasyonunu, el ve göz kabiliyetlerini arttırır. O kadar çok ki oyunun faydaları… Bir eğitimci gözüyle baktığımda çocuklarımıza evde, sınıfta, bahçede, sokakta oyunun tadını, mutluluğunu sağlamalıyız, diye düşünüyorum. Çocuğun eline cep telefonunu, bilgisayarı vermek çocuğu sadece o an için meşgul eder; ancak az önce saydığım geleneksel oyunların verdiği kabiliyetleri veremez. Oyunun, çocuk eğitiminin ve gelişiminin bir parçası olduğu düşüncesi ile hareket etmemiz en doğrusu olacaktır.

Şu aralar bu konulara kafa yoruyorum. Bakalım, gelecek neler getirecek? İki kapak arasına girinceye kadar bir şey söylemek için erken; ancak bu konular üzerinde yazmayı düşünüyorum.

Son olarak gazetemiz okurlarına neler söylemek istersiniz?

Bir anı ile bitirelim isterseniz. Sahaflarda gezmeyi severim. Eski kitaplar, ilgimi çeker. Orada vakit geçirmeyi, eski dergileri, kitapları hatta fotoğrafları incelemeyi seviyorum. Bir defasında bir kitabın ilk sayfasında yer alan bir yazı, ilgimi çekmişti. Kitap, bir kişiye hediye edilmişti ve şöyle yazıyordu:

Güzel gözlüme sevgilerimle… Kitapları okuyalım, okutalım. Kitaplar, geleceğimizi aydınlatır. Teyzen… Tarih: 05.07.1970

Bakın, bundan elli yıl öncesi. Bir kitapseverin temennisi… Kitapları okuyalım, okutalım. Ne güzel bir tavsiye… Kitaplar, geleceğimizi aydınlatır. Ne kadar doğru bir tespit… Aradan elli yıl geçmiş ve biz, hâlâ aynı yerdeyiz. Evet, herkes okumak gerektiği konusunda hemfikir. TÜİK verilerine göre kitap okumak, Türk insanının ihtiyaç listesinde 235. sırada.  Televizyon izlemeye günde ortalama 6 saat ayırırken; kitap okumaya ayırdığımız süre, günde sadece 1 dakika. Çocuklara kitap hediye edilmesi sıralamasında Türkiye, 180 ülke içerisinde 140'ıncı sırada. Bunlar; benim için, bizim için acı tablolar. Oysa görüyoruz, okuyan toplumlar daha güzel imkânlara sahip. Kitap okuyan toplumların kültür seviyeleri ve gelişmişlikleri artıyor. Okuma alışkanlığını benimsemiş toplumlarda sorunlar, kendiliğinden çözülür. Hani bir söz vardır; “Müzik, ruhun gıdasıdır.” diye. Çok doğrudur; ama ruhun gıdası, sadece müzik değildir. Okumak, hem ruhun hem de aklın gıdasıdır. Sihirli bir formül arıyorsanız buyurun, söylüyorum: Okumak, birçok sorunumuzu çözecek. Buna inanıyorum, bunu biliyorum; ama hâlâ bunu yaşantımızda uygulayamadık. Kitapta yer alan o temenni ile bitiriyorum.

Kitapları okuyalım, okutalım. Kitaplar, geleceğimizi aydınlatır.