RÖPORTAJ: AYŞENUR MAMA

Başarılı yazar Cebeli Yerlikaya ile yazın hayatına ve “Elena” adlı kitabına dair konuştuk. Keyifli sohbetimiz sizlerle…

Öncelikle sizi tanımak isteriz. Cebeli Yerlikaya kimdir? 

Kim olduğumuzdan ziyade kim olmadığımızdır asıl mesele. Mesela en değilim, saraylı, asil veya boğazlı değilim, fularlı hiç değilim. Gökten düşmedim yıldırım düşer gibi. Yerden bittim tohum gibi, yeşerdim, serden  bittim. Yine de söz kavlinden bir iki cümle ile izah edecek olursam, göğsü nice erenler, yüreği yiğitler yatağı; mayası nice üstat otağı olan Elazığ (El-Aziz) vilayetinin dağı duman duman; yolu dolan dolan olan Maden kazasında merhaba demişim hayata. Demişim demesine; lâkin elimi vermemle gönlümü  vermem bir olmuş bu şehre. “A,B,C” demeyi, kâğıttan gemiler yüzdürmeyi, ekmek üstüne salça  sürmeyi, keveni, kengeri, merkep ile dünya yükünü çekmeyi bu şehirde öğrenmişim. O  yüzden sefam da vefam da daimdir bu şehre. 

Yazın hayatınız nasıl başladı? 

Klasik söylemler bana göre değil. Siz bakmayın “Filanca yaşımdan  beri yazıyorum.” diyenlere. Bu söylemleri kendilerini itibarlı göstermekten, sözüm ona etrafa kaliteli şair veya yazar görüntüsü vermekten öte bir şey değildir. Ne yazdığınızdan ziyade neyi nasıl yazdığınızdır önemli olan. Kalemin sizi tuttuğu zaman değil, sizin kalemi tuttuğunuz anda başlar yazın hayatınız. Açılımı şudur ki; siz kaleme  hükmedebiliyorsanız, fikir verebiliyorsanız, kendi diktiğiniz elbiseyi giydirebiliyorsanız yazabiliyorsunuzdur. İşte tam da fikrinizin zikre dönüştüğü noktadır yazın hayatına başladığınız  nokta. Gerisi, boş tencereyi elinize alıp çalmaktır. İşte benim de yazın hayatım, ses çıkarmaya başladığım anda başladı. Mevsimlerden bilmem ne, yaşım bilmem kaçtı! Bilmem, bu cevaplar yeterince anlaşıldı mı? 

Yazarken nelerden esinlenirsiniz? Örnek aldığınız yazar veya şairler var mı? 

Neye nasıl ve niçin baktığınızla ilgili bir durum bu. Gözünüz kapalıysa siyahtan başka bir renk  göremezsiniz. Gözünüz ve gönlünüz açıksa maddenin ve mananın hem önündekini hem de  ardındakini renk cümbüşü içinde görebilirsiniz. Bakışı bu olmayanın kaleme lisanı da beyanı da  olamaz. 

İşte yazara veya şaire yazdıracak olan püf nokta, tam da budur. Kısacası her bir madde, her bir varlık yazına konu olabilir. Mühim olan, ondaki manayı görebilmek, sezebilmektir. Sezgisi  olmayanın yazgısı da olmaz. 

Bir çocuk, annesini veya babasını örnek alabilir. Bir doktor, hastasından kan örneği alabilir; lâkin bir şair veya yazar, asla bir başkasını örnek almamalı. Hele ki bu yazın ile ilgili bir durumsa asla  almamalı. Yoksa yazılanın bir fotokopi makinesinden çıkma bir fotokopiden ne farkı olabilir ki… Kalemi  besleyen; şair veya yazarın kendi duyguları, yorumu, tarzı ve fikre verdiği formudur. Dolayısıyla şair ve  yazarın örneği, kendisi olmalıdır. Elbette çok değerli üstatlar, önemli şahsiyetler vardır sevdiğim ve kalemini takdir ettiğim. Bu takdir, onları taklit etmek manasına gelmemeli. Kendime has bir tarzım olduğuna inanıyorum. Bu, benim kişisel fikrim.

Haziran ayında okurlarla buluşan “Elena” isimli kitabınızdan bahseder misiniz? Bu kitabı neden  yazdınız? 

“Elena” uzak yollardan geldi. Çok diyar dolaştı. Kâh oturdu Ötüken otağına, Türk ilinde kağan oldu, kâh  Alparslan Malazgirt’te kılıç savurdu. Yesevi oldu, Anadolu’nun heybesine iman vurdu. Afrika’da siyahi  bir çocuk, renklerin hüznünde Diego’ya âhüzâr eden Frida oldu. Yeri geldi, kutuplarda buz oldu. Yeri  geldi, Leyla ile Mecnun’a çöl oldu. Tarlada ırgat; değirmende Rıza; anılarda Muhsin; İstanbul’un sokaklarında Müjgan oldu. Hayatın her telinden her rengini, farklı iklimlerden farklı esintileri önümüze seren bu kitap, derin bir felsefenin ürünüdür. Kitabın önsözünde ifade ettiğim gibi bu sofra, oturmak isteyene Halil İbrahim’dir. Doymak isteyene ikramı bol bir sofradır bu kitap. Yediden yetmişe her yaştan insanın kendisini bulacağı bir mecradır. Dolayısıyla hiç kimse, “Bu kitapta kendimi bulamadım.” diyemez. 

Söyleyecek çok şeyiniz varsa yazacak şeyiniz de o denli çoktur. Filizlenmiş, baş vermiş bir başağı tutup  da toprak altına gömemezsiniz. Bir şeylere, bir yerlere ses olmak istiyorsanız, yön tayin etmek  istiyorsanız o yola tabela koymak zorundasınız. O tabela da bilgidir, kitaptır. Sözün  uçuculuğundan yazının kalıcılığına giden yolda kalıcı olmak için yazıldı bu kitap. 

Kitabın ismi, nereden geliyor? 

Siz yazarsınız sadece. Gün gelir, kitap, ismini kendisi bulur. Mısralar münasip görmüş olacak ki kitabın  ismi “Elena” olmuş. Elena’yı ete kemiğe büründürmeye çalışırsanız yanlışa düşersiniz. O, ne bir şuh kadın ne de esrara bürünmüş somut bir esame. “Elena” soyut anlamlar yüklenmiş derin bir felsefenin  imge bulmuş halidir. Zikredileni anlayanlar, fikrin nereye vardığını kolaylıkla görebilirler. Herkes, kendi  ismini koyar bu kitabı okuyunca. Kimi sevda der, kimi vatan, kimi bayrak, kimi aşk. Ben,“Elena” dedim ufka bakarak, ufka batarak. 

Sizce kitap, beklenen başarıya ulaşacak mı? 

Uzun soluklu bir maratonda nefes tüketen, efor sarf eden binlerce koşucudan biriyim. Yarışa hangi şartlarla başlarsanız yarışı öyle bitirirsiniz. Adil bir yarışta her koşucu iddia sahibidir benim olduğum gibi. İddialı olmak, daha iyi şeyler için önemli bir gerekliliktir. Bu gerekliliği gereksiz hırslara asla kurban  etmek istemem. Onca dopingli koşucu arasında yarışı nerede bitirirsiniz, kaçıncı sırada bitirirsiniz, varın,  siz düşünün. İyi şeyler, mutlak zaferle sonuçlanır. Adil şartlarda iyiyi ve kötüyü belirleyen, okuyucudur. Dolayısıyla kitabı başarıya ulaştıracak olan da okuyucunun beğenisidir. Bu soruya muhatap olan  da okuyucudur. Takdir onlarındır. 

Kitabınızı bir okur gözünden nasıl değerlendirirsiniz? 

Her göz farklı bakar muhakkak, her sezi farklı algılar. Bu, kalplerin aynı durumlar karşısında farklı  atması gibidir. Herkes okuduğunda aynı şeyi görüp, aynı şeyleri hissetseydi tekdüze bir bakıştan öteye gidemezdi hiçbir şey. Bu sebeple ne benim bakışım başkasının bakışına ne de başkasının bakışı benim  bakışıma nazardır. Herkesin görüş tartısı farklıdır. Maddi varlıklar için ağırlık, her tartıda aynı çıkabilir; fakat fikir sahasında eşit ağırlıkta değerlendirmeler beklemek kesinlikle olanaksızdır. Bu meyanda  benim görüşüm şu; ne olursa olsun, mutlak bir sonuç değildir bu. İyisi de benimdir, kötüsü de. 

Hazırlık aşamasında olan farklı bir eseriniz var mı? 

Ben dursam da içimdeki ben koşmaya devam edecek. Söz fikre düşer, fikir kaleme, kalem yazıya. Bu  döngü devam ettiği sürece yazma işi de devam edecektir. Ne zaman fikir susar ve kalem kâğıda küserse o  zaman otururum oturduğum yerde. Sürprizleri severim. Tüm kitaplarımı hiç beklenmedik anlarda  piyasaya sürmüşümdür. Sanırım, yenisi de öyle olacak.

Son olarak gazetemiz okurlarına neler söylemek istersiniz? 

Gazeteler; toplumun haber alması, doğruyu ve yanlışı kıyaslaması için olup biteni anlama çabasını karşılayan, haberi ve bilgiyi bin bir zorlukla okura ulaştıran, emeğin yoğun olduğu basılı bir  mecradır. Dijital teknolojiler her ne kadar gazetelerin tahtını sarssa da gazeteler, önemini hâlâ korumaktadır. Okurlara düşen görev ve bu emeği boşa çıkarmamak, her gün bir gazete alarak bu mecraların devamlılığına  katkıda bulunmaktır. İsmi okur olan; fakat okumayan bir toplumda yer almak, üzücü bir  durum. Sınırlarımızı bilgiyle ve okumakla aşabiliriz. Bu; bir dergi, bir gazete, bir kitap veya ansiklopedi  olabilir. Ne olursa olsun, okusunlar; ama mutlaka okusunlar. 

Bu vesileyle bu keyifli söyleşi için öncelikle size, Önce Vatan Gazetesi çalışanlarına şükranlarımı sunuyorum. Herkese, tüm okuyuculara keyifli zaman dilimleri diliyorum.