Türk Sinemasının duayen yönetmeni Ümit Efekan; Doğal, samimi, zeki, çok alcak gönüllü bir şahsiyet, şahane bir röportaj oldu hatta sohbete doyamadık, yazı dizisi halinde yayınlayacağız, bir devre ve toplumun değer yargılarına, ikili ilişkilere farklı bir bakış açısı ile derinden inceleme, unutulmaz anılar ile klasikler arasına giren bir söyleşi oldu.

Kariyer yolculuğunda aldığı eşsiz eğitimin ve çok özel isimlerin değerini bilip, üzerine müthiş bir çalışma ile bugünkü zirve noktasına gelişinin hikayesini, 

Zamanında yapılan filmlerin bugünün köklerini attığını ve daha pek çok detayı, 

Çok kibar, tatlı dilli, Güler yüzlü İstanbul beyefendisinden dinledik, buyrun...

Merhaba Ümit bey yıllardır sinema sektöründe yer alan duayen bir yönetmensiniz sinema ile olan yolculuğunuz nasıl başladı?

Yolculuk şöyle başladı, benim çocukluğumda 9-10 yaşlarındayken evde bir starımız vardı bizim, bir iki sene içinde çıkıp, star olan Efgan Efekan. Ben Sultanahmet cankurtaranıydım. Bir çok film çekiliyordu abimin filmleri de orada çekiliyordu. Orada bütün sanatçıları tanıma fırsatım oldu. Çocuktum ve starın arkadaşaları bizimleydi. Oraya daha sonra gelen Erol Taş oraya kahvahane açtı. Efgan abimde filmcilikle haşır neşir olunca filmlere girdi. Sonra devam etmeye başladık. Bende  Efgan abimin sete gidiyorum. Osman Seden’in çektiği filmler Türkan Şoray, Efgan Efekan onları herkes tanıyor. Okulda yarım gün olduğu için Cuma günleri öğleden sonra set neredeyse oraya gidiyorum. Velhasıl setlerde böyle herkesi tanımak bir de rahmetli Osman Seden’i tanıdığım için işte asistanlık yapacak yönetmenlik yapacak derken, Osman abiyle Efgan abim konuştular dediler ki “hem okusun hem de bu işin mutfağına girsin” dediler.

Ne güzel ozaman sizin gelecek  kaygınız olmadan yönünüz belirlenmiş.

Belliydi, çünkü ben 8-9 yaşlarındayken sinema merakım, abimin sektörde olması derken belliydi yani ama ben oyuncu olayım falan diye hiç öne atlamadım. Benim derdim arkada bir yönetmen olmaktı. 

   

Siz aslan burcuydunuz değil mi? Tabii ki liderlik söz konusu yönetim konusunda başarılısınız.

Burçlarla ilgili pek bir şey bilmiyorum ama  kamera arkası benim çok ilgimi çekmişti. Osman abi, Atıf Yılmaz bu ustalar benim içinde çok büyük bir şans oldu, Efgan abiminden ötürü. Sonra Acar Film Stüdyosuna girdim. Orada işin mutfağı tabir edilen teknik, montaj, senkron falan derken bir yandanda liseyi bitirdim, Tam böyle üniversiteye gideceğim dedim ki; benim üniversiteyle işim yok ben zaten asistanlık yapıyorum, 6 sene çalıştım sonra askere gittim. Orada da foto film merkezindeydim. 

Maşaallah yolunuz açık olmuş

Allah’ımıza çok şükür şansımızda var. Yattığı yer cennet olsun abiminde katkıları çok büyük. 

Amin, mekanı cennet olsun.

Bu konuda bize yol gösteren herkese, vefat edenlere minnettar kalmışımdır onların hepsi benim hocalarımdır. Sonra stüdyo, reklam vs derken askerlikten döndük. İstanbula geldim biraz reklam çekimi ve asistanlığa başladım. Osman abi, Zeki Ökten, Atıf Yılmaz çok önemli isimler bunlar ve stüdyoda karşılaştığım Yılmaz Güney hep bana çok güzel sözler söyledi. Onun güzel sözleri vardır “mutlaka olacaksın sen belli” demişti bana. Bende çok uğraşıyorum senaryo okuyorum, devamlı sinemaya gidip film seyrediyorum. Hayatımı sinema ve filme adayarak ve bunu zevkle inanılmaz keyif alarak yaptım. Velhasıl bu iş böyle giderken Müjde Ar, Ertem Eğilmez benimde filmleri seyrediyor ve Efgan abimi de çok seviyor zaten, “Artık sen Müjde Ar’la bir filme başla” dedi, “Yeter dedi senin asistanlığın, sen artık aştın oraları” dedi ve başladık. İlk filmim Müjde Ar iledir. 

Müjde Ar duayen bir sanatçı, çok samimi. Kendisi ile bir davette karşılaştık geçenlerde. Düşüncelerini dobra bir şekilde ifade edebilen biri, ben böyle insanları çok seviyorum ve çok güzel. 

O hep öyledir, üç tane filmim var onunla yani hakikaten hem meslek olarak hem de benim uğurum canım. 

Çok selamlar o zaman buradan Müjde Ar’a, annesi Aysel Gürel ile de tanışma fırsatım olmuştu, tanıdığım en zeki ve özel kadınlardandı mekanı cennet olsun. 

Daha sonra filmler başladı, filmlerde tutunca ardından Tarık Akan Acı Dünya, Tarık Akan Halkalı Köle sonra Kadir İnanır filmleri biraz toplumsal filmler Yılmaz abiden ötürü toplumsal filmler. Sanatçı olunca biraz da toplumsal filmlerin içinde olmak lazım yoksa ne işimiz var. Biraz kendi içinde mesajı insanlara ve hayata bırakmak, bir şeyler yapmak lazım. Onun için okuyarak, seyrederek, bilerek yaptık. Bütün starlar ile çalışma şansım oldu. Sonra Madde 438 diye evsizler için bir film yaptık. Bir kadın hikayesi. Kadınların toplumsal yerini sorguluyor, oradan ödüller aldık. Madde 438 filmi çok önemlidir benim için çünkü kadın haklarıyla ilgiliydi. Daha sonra devam etmeye başladık tabii biz bütün bunları yaptık ama sinemanın kriz geçirdiği dönemle başlayan o durgunlukta 1,5 senede kazandığımız parada bitti, bütün yönetmenler ve karakter oyuncuları hepimiz duman olduk. Çünkü sadece bir çark var ve bu çarkı döndürüyoruz büyük paralar kazanmıyoruz sene de 3 tane film çekiyoruz. İşte kendini idare edecek kadar sonra öbür sene 1-2 tane daha çekip çarkı döndürüyoruz. İşte biz böyle bir dönemin insanlarıyız. Daha çok belli yapımcılar ve sinema sahipleri kazandılar. Ne yönetmen kazandı, ne kamera arkasındaki asistandı kameramandı duman olduk. 

Ümit bey, sinema haricinde birçok dizi de çektiniz, peki bu geçiş süreci nasıl oldu?

Neyse sonra Allah’tan Türker İnanoğlu falan dizilere başladık. “Gel bakalım şu işleri bir girelim” dedi. Peki dedik ve “Böyle mi Olacaktı” diye bir diziye girdik. Daha sonra Fatma Girik ve Sibel Can’la “Bize Ne Oldu?” dizisini yaptık. Ardından ‘Kırık Ayna’ Kadir İnanır, birde Mahsun Kırmızıgül’ün ‘Yıkılmadım’ dizisi o zaman zirve yapmıştı. Bizim Sedanın Kanal D show programı “abi sen çekeceksin benim işimi” demişti. Sonra Sedaya yine “Ah Geceler” diye bir şarkısı vardı ona da klip çekmiştik. Hep böyle devam ettik birçok dizi sonrasında yine Zara’yla ‘Gelin’ diye bir dizi çektik. Sonra Fatma Girik’le bir dizi daha çektik. Fatma Girik bizim hayatımızın her döneminde çocukluğumdan itibaren yanımızdaydı. O da Sultanahmetlidir. Sonra da dedi “Gel bakalım, bize film çekeceksin” yönetmen olarak ve ona ‘Bu Devrin Kadını’ diye bir film çektim. Tabii Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Necla Nazır gibi değer sanatçılarla büyük işler yaptık. Sinemanın bütün starları, şarkıcılar, oyuncular birçok isimle filmler çektik. 

Son dönemlerde kendimi fena halde tiyatroya verdim. Tiyatroda bazı şeyleri oraya hazırlamaya çalışıyorum. Tiyatronun televizyona aktarılması anlamında bir şeyler yapmak istiyorum. Velhasıl hayatta işini sevmek gerekiyor. 

İşini sevmeden çalışarak, başka türlü hayata katlanılır mı?

Bu kadar iş yapacaksın, edeceksin benim ülkemde. ben ülkemi çok seviyorum ama yaptığım işin yüzde birini Amerika’da yapsaydım çok farklı olurdu. Oralarda sinema ekonomisi artılar var burada da çok mutlu oluyorsun ama bazı şeylerinde ekonomisi var maalesef. 

  

Haklısınız. 

İşte sizin de gazeteniz var “Hadi bakalım ekonomi olmadan oluyor mu? olmaz! gazeteyle savaş veriyorsunuz. Gazeteyi okudum da gördüm de elinize, kolunuza, beyninize, emeğinize, her şeyinize sağlık çok önemli çok güzel şeyler paylaşıyorsunuz. Gazetenizin yolu açık olsun her zaman söylüyorum inşallah alıcısı fazla olsun mühim olan o. 

Eksik olmayın sağ olun, sizden bunları duymak daha güzel ve anlamlı bizim için. Ümit bey sinemada birbirinden özel birçok film yaptınız unutamadığınız bir anınız var mı anlatabileceğiniz?

Benim ‘Halkalı Köle’yi çekmem çok önemliydi. Halkalı Köle parmağa yüzük takıyorsun ve onun kölesi oluyorsun yani evlilik üzerine bir filmdi. O dönemde de ben yeni evlenmiştim. 

Eşiniz alındı mı biraz? Zamanlama kötü olmuş sanki...

Yaa, dedi ki bu nasıl bir film? Hatta dedik ki evlilik hakikaten bu kadar zormuymuş. Evliliğin anlam ve önemini sorguluyorum. 

Çektiğiniz filimlerin de hayatınızda ne kadar etkisi oluyor öyle değil mi? onu yaşıyorsunuz çünkü.

Bize toplum tarafından yaşamımız boyunca dikte edilen şeyler var. Aile, iş, çevre, arkadaş tarafından şimdi öyle olunca evliliğin böyle olduğunu bilmiyordum diyorsun. Bazı zorlukları çözüyorsanız, filmini yapıyor, kitabını okuyarsanız bu konuda aşıyorsunuz ve diyorsunuz ki bir dakika bu işte galiba bir yanlışlık var! Bize yanlış öğrettiler, gerçekten yanlış öğrettiler.  Bizim bir kere kendimize özgü bir yaşantımız var kültür olarak uymuyoruz. İki kişi evleniyor ya, ardından tüm aileyle evleniyorsun. Kadının annesiyle, babasıyla, kardeşiyle ve görev dağılımı yok. Bir kere geline erkek kısmından hele birde biraz boynu bükükse, gelin dediğin şey hizmetçi olarak görülüyor. Diğer tarafta kadın gözünden de erkek için geçerli olan şu var; erkek olarak beni kollayacak, para getirecek, adam olacak, beni hoş tutacak, çok sevecek vs. Erkek tarafı da kadına kadın gibi olacak, hoş olacak, yemek yapacak, evi temizleyecek, çocuklara bakacak mümkünse işe gidecek ekonomide de yardım edecek, güleryüzlü olacak yani böyle derken bakın evlilik kaç parçaya bölündü. Sen çalışan bir kadınsın, evde bir annesin, eşine hanımsın ayrıca çevrene ve ailene karşı sorumlulukların var. Böyle olunca kaç parçaya bölünyorsun. Sırtınıza bu kadar yük vuramazsınız. Siz kendiniz 54-56 kilosunuz ama sırtınızda 100 kilo yük var, yere yapışmış dizleriniz bu evlilik niye gitmiyor? duyoruz sonra...

Çok güzel söylediniz, güzel özetlediniz Ümit bey gerçekten. 

İşte evliliğin temel taşlarını ben o filmde öğrendim. Her şeyi bitirip birde çocuk yetiştiriyorsunuz. 

    

Çocuk yetiştirmek ve büyütmek, başlı başına bir sorumluluk ve sanat zaten. 

Hayatım, karı koca olarak çocuk yetiştiriyorsun evdeki durumun ne, yetişen çocuk nasıl yetişiyor? Acaba sizin birbirinizle sürtüşmenizde nasıl etkileniyor? Çocuk anne ve baba arasında böyle mi büyür? İşte hergün kavga, tartışma vs. derken hadi evlen diyorsun yeni nesile ben evlenmem diyor. Yaşamda aslına bakarsan yani köküne bakarsan Tanrı’nın bize verdiği şey şu: İnsan özgürdür ve birey özgür olduğu müddetçe mutlu olur ve yaratıcı olur. 

O zaman mutlu olunca da yaratıcı oluyorsun...

Evet yaratıcılıkta özgürce düşünmeyle alakalı zaten. Özgürce yaşıyorsun ve özgürlük senin keyfin. Ama sıkışıpta baskılar başlıyorsa, ekonomik sıkıntılar başlıyorsa bu sefer kadın olarak daha da zavallı hale geliyorsun, orada da o zaman bazıları, başka birine tutunabiliyor. Ben birine tutunayım bana güç versin diyor. Erkeklerde de bunu görüyoruz. Aslında senin kendi kişiliğin önemli, o kadar önemlisin ki, kadınlar daha hırslı erkeklerden artıları daha fazla. Siz kadınlar çok hassasınız, çok detaycısınız bizim böyle gelip höt dediğimiz bir şeye siz oradan buradan şuradan derken 10-15 tane seçenekle geliyorsunuz. Biz erkekler öyle kala kalıyoruz. 

Erkekler biraz daha düz mantık gidiyor...

Evet biz düz mantıkla gidiyoruz ama zaten ikimizde öyle olsaydık kadın, erkek ilişkileri olmazdı. Kadının bu kadar becerili, ince düşünceli olma erkeği idare etmesi sonucunu doğuruyor. Erkek bir kadını idare etmiyor, bir evi idare etmiyor. Erkek mücadele edip parayı buluyor bir şeyi alıp getiriyor, ondan sonraki düzen çaktırmadan kadına ait. Hem savaş veriyoruz dışarda parayı getiriyoruz hem de birde evde fırça yiyoruz. (Gülüyor)

   

Halbuki o kadar safız ki çok ince geçişler var burada hemen teslim oluyoruz 2-3 güzel söze teslim oluyoruz. ‘Canım’ dersin biter. “Aaah geldi hayatım, sana şunu yaptım” de biter. İşte çocuk bir şey ister babayı üzmek yok vs. Bunun gibi 8-10 tane kalıp cümle var bunu bilen kadın işi çözer.  Siz kadınların da birçok özelliği var bu kadar şeyi idare etmek insanın sinir sistemlerini bozar. Evi, çocuğu, kocayı, işi, parayı, sağlığı, yemeği idare et derken yıpranıyorsunuz. Velhasıl iki insanın bir arada kadın erkek ilişkilerinde özellikle yaşaması çok zor. Bunu benimsemek, içselleştirebilmek zor, evlilik zor. Onun için 5 senelik mukavele şeklinde kanunlar hazırlanıyor yurt dışında. 

  

Yani 5 sene evli kalıyorlar sonunda iki taraftan biri memnun değilse ayrılıyorlar mı?

Ayrılıyorlar değil, çiftlere soracaklar devam ediyor mu diye, çiftler 5 seneliğine imzalayıp devam ediyorlar, bu 5 yılın sonunda mukavele bitiyor, yani evden çıkıyorsun.  

Memnun musun? Değil misin? Kira kontratı gibi. 

Evet kira kontratı gibi, diyor ki çiftlerden biri ben memnun değilim, nedeni şu vesaire dediğinde bu 5 senelik mukavelede devam etmiyor ilişkinin gidişatına göre karar veriyorsun. 

O zaman çiftler birbirlerine daha çok özenirler

Dizi gibi tutmadı mı kaldırıyorsun ortadan, dizilerde öyledir ya reyting yok mu sonlandırırsın bu da öyle bir şey. Çünkü reyting yoksa kazanamıyorsun o zaman hadi artık herkes kendi evine. Eğer iyi gidiyorsa o zaman bir mukavele daha yapıp devam ediyorlar. Bunun doğrusu bu, böyle olursa ne olur biliyor musunuz? Herkes kendine dikkat eder, birbirine özenli davranır, karşılıklı anlayış gösterir çünkü işin içine 5 yılın sonuna yaklaştıkça kaybetme korkusu girer. Çiftler birbirini nasıl mutlu edebilirim diye düşünmeye başlar böylece daha mutlu olurlar. Çiftler birbirine mecbur diye baktıkça ilişki yıpranıyor. 

Hiç hoş değil, çiftlerin içinden gelerek özenle davranması gerekiyor birbirlerine.

Evet bu yüzden dağılıyor evlilikler zaten. Birde insanların yapısal kitle indeksleri var yani kilo taşıma kapasiteleri var. Eşlerden biri su istiyor sonra bir daha ki sefere kahve, sonra hem su hem kahve derken istekler artıyor. Sen yapmaya devam ettikçe verdikçe istiyor. Sonra bu durum sanki senin görevinmiş gibi bir zorunluluk haline dönüşüyor, Murphy Kanunları gibi bir adama bir işi yapın sonra bir daha yapın ondan sonra bu sizin göreviniz oluyor. Evliliğin insan psikolojisiyle ilgisi çok büyük ve bir kere çiftlerin dinlenmesi lazım. Benim söylediğim bir söz var ve ben gerçekten bunu çok seviyorum.” İlişkiler, çiftler, arkadaşlıklar yoruluyor.”

Katılıyorum, adını koymuşsunuz. Hatta yaptığınız iyilikler bile bazen sizin göreviniz gibi yorumlanabiliyor. 

Ne yaparsın yorulunca dinlenebilirsin, örnegin bir arkadaşınız var iç içesiniz o kadar yakınsınız, her gün görüşüyorsunuz. Ben iddia ediyorum 1 ay sonra başlar çatırdamaya. Niye iç içe oldunuz birbirinizle mesafe kalmadı. Arkadaşlıklar, kardeşlikler, baba-oğul, karı-koca, sevgili hepsi böyle ilişkiler yoruluyor. 

İşte ‘Halkalı Köle’, evlilik üzerine bir film ve çok şey öğrendim. Çünkü hayatta dip dibe giden iki insanın yaşayıp yaşayamayacağına bir örnek. Yaşanmış bir hikaye Bekir Yıldız’ın kendi eşiyle olan ilişkilerinin anlatıldığı bir film, hatta kitapları da var. Hayatımın bir parçası olduğu için bu filmden etkilendim ve onun için çok keyifle çalıştım ve Zuhal Olcay’a rolü verdiğim zaman havalara uçtu. Çünkü niye hayata bıraktık biz o filmi. 10 sene, 20 sene, 30 sene, 40 sene geçsede bir Halkalı Köle olacak ve o film seyredilecek. 

İkincisi, Madde 438 hayat kadınlarını dövüyorsun. Ama hayat kadını olduğu için daha az ceza alıyorsun, tabi kadın şikayete gidiyor. İnsana değer vermiyorsun. Birde ‘Acı Dünya’ diye bir film çektim Tarık Akan ve Harika Avcı’yla o da bir yaşam. Şimdi sinemada bir hayali şeyler çekebilirsin ya da birisi bir kitap yazmıştır o kitabı alırsın çekersin ve birde kendi yaşadıkları vardır yaşamak, nefes almak, dokunmak, kavga etmek, sarılmak, bir araya gelmek, her şeyi yaparken işte bu noktada neler çıkıyor biliyor musun? Bir senaristin bir yönetmenin hayal edemeyeceği şeyleri bulabiyorsunuz yaşanmışlıklar çok önemli. ‘Acı Dünya’ ve ‘Halkalı Köle’de ben bunları gördüm. Çünkü birebir yaşananları ele alıyor. Öyle bir şey ki mesela kendimiz bir şey yaşamışızdır onu biraz senaryoyla değiştirebiliriz. Ama sen bana gelir öyle bir şey anlatırsın ki hiç aklımıza bile gelmeyen bir hikaye olabilir. Örneklerden bir tanesini söyleyeyim bende çok çektim. Şöyle bir hikaye vardır onu siz de çok seyrettiniz. Adamın birinin ilişkisi iyi değildir ve gider bir başka bir kadınla birlikte olur onun adına da metres denir. Kadında evde kıyameti koparır, çocukları vardır lanet olsun diye bağırır çağırır. İşte adam gelir, çocuklar kadınla tanışmaz kabul etmez, kavgalar, sürtüşmeler bunu film olarak düşün. ADam metresine gider evine pek dönmez vs. biz bunu böyle çektik. Hatta Türkan Şoray’la Can Gürzap’ın bir filmi var böyle adı Metres. Adamın bir evliliği var Türkan Şoray’da çok güzel bir kadın onunla metres hayatı yaşıyor. Seneler sonra bu filmi çektik biz ve senaristlerde yazdı. Sonra Susan Sarandon’un filmi geldi Julia Roberts oynuyor, seyrediyorum. 

Evet hatırladım. Şok ediciydi.

Susan Sarandon’un iki tane çocuğu var, erkekte Richard Gere’di galiba sürtüşüyorlar ilişkiler bozuluyor, kadın yorulmuş. Julia Robert ise tam bir ceylan gibi genç, güzel ve hoş. Eşi böyle bir kadınla birlikte oluyor evde zaten sorun var. Evdeki kadın idare ediyor falan, dedim ki biz bu filmi çektik hem de kaç kere çektik bu film nereye gidiyor acaba merak ediyorum bizim çektiğmiz gibi mi? Ama akıl akıldan üstün, senarist ne yapmış biliyor musun? Susan Sarandon anne ya deliriyor tabii o kadını çocuklarına kötülüyor. Çocukları babasına göstermiyor her şeyi yapıyor derken birden hastalanıyor ve asıl senaryo o zaman başlıyor. Tam burada bizim düşünemediğmiz senaryo giriyor devreye ve inanamadım bu nasıl bir şey dedim. Senaryoda kadın hasta, kanser oluyor, ölüyor yani ölecek. Ölünce ne olacak çocukları ortada kalacak işte o kötülediği kadınla (kocasının sevgilisiyle) yüz yüze konuşuyor ve dost oluyorlar. Çocuklarımı sana emanet ediyorum diyor. Çocuklarına bir konuşma yapıyor babanız haklı olabilir belki benden bıkmıştır gibi ılımlı konuşarak çocuklara o kadını sevdirmeye çalışıyor. Çocuklar istemediği halde kadın çocukları oraya doğru itiyor. İşte bu bizim aklımıza gelir mi? Bir kadın çocuklarını annelerinin nefret ettiği, babalarının metresi olduğu başka bir kadına teslim ediyor ve çocuklarda o kadını seviyor. Alkış kadına alkış kötü kadındı hani. Şimdi ben neyi anlattım bir şeyi öğretiyor bu bize. Senaryo böyle bir şey o film topluma doğru mesaj verdi ama biz veremedik o filmlerde veremedik. 

Tam yeri gelmişken şöyle bir soru sormak istiyorum Ümit bey, siz Safa Önal’ın senaryolarını da çekmişsiniz biz üniversitedeyken kendisi bizim festivallere geliyor ve seminerler veriyordu. Hep senaryo yazmanın öneminden bahsederdi. Sizce neden ülkemizde böyle çarpıcı senaryolar yazılmıyor?

Evet kendisi çok değerli hocadır, profesördür. Çünkü yaşanmışlıklar çok önemlidir bu seviyeye gelmek için uzun süre yazmak gerekir bu fikre gelmek için 10-15 yıl uğraşmalısın. Hani nerede 20-30 senelik senarist yok tabii ki. Senaryo yazan var mı var. Peki senaryo para kazandırıyor mu?, Hayır. Senaristlik bir meslek olarak yapılıyor mu olsa da iş bulabilecek misin? Nerede tecrübe kazanacaksın oysa kendini yazdıkça geliştirirsin. 

Örneğin biz de üniversitede senaryo dersi aldık fakat daha fazla ülkemizde senaryo eğitimiyle ilgli neler yapılabilir?  

Senaryo nasıl çalışılır? Senaryo nedir? Senaryonun sinemaya aktarımında halkın beklentisi nedir? Bazı şeylerin kuralları vardır yani sizler daha iyi bilirsiniz. Nedir bu kurallar? Bir filmde neyi anlatacağın çok önemli neyi anlatıyorsun? Mesela soruyorum size Titanic ne anlatıyor? 

Bir geminin batması, içerisinde birçok mesaj barındıyor. İçindeki insanların yaşantısı onlar olmazsa bomboş hiç iz bırakmaz. Filmdeki flashbackler (geriye dönüşler) çok önemli. Hocam sosyolog, psikolog olarak insanları inceleyen gören bir göz olması gerekmiyor mu?

Bakın hep birlikte filmi çözüyoruz. Tüm bunlara rağmen aynı gemi içinde çımacı, zirvedeki trilyoner bir insanla aynı yerde yaşıyor. Kadın erkek ilişkisi var, aşk yaşayan var, kaçamak aşklarvar, üçkağıtçı var. Birisi çok paralı diğeri çok fakir, birisi çok sağlıklı diğeri çok sağlıksız bütün bu insanların doğanın ya da yapılan büyük bir yanlışın sonunda farklılıklarına rağmen aynı yerde bulunması ve geminin içindeki insan faktörünün ne hale geldiğini görüyoruz. 

Özetle statüsü ne olursa olsun hepimiz aynı gemideyiz. 

Bitti işte bu kadar aynı gemideyiz ama ben bir yönetmen olarak bir şey ekliyorum oraya dikkat edin. Sen bu kadar havalıydın az önce yüz vermediğin adama beni kurtar diyorsun. Orada düştüğün durum, aynı masada oturamayacağın insanlardan bile yaşam adına düştüğün duruma bakar mısın? Sen hiç böbürlenme param var pulum var diye. Peki biz ne anlatıyorduk? Hani sadece bir gemi batıyordu?

Evet içinde bir çok mesaj var...

Demekki ne oluyor doğa olaylarında, topluluğun olduğu felaketlerde insanların zavallı hale geldiği, kendini hiçbir şekilde anlatamadığını görüyoruz, çünkü doğanın gücüne karşı koyamayız. Depremde böyle, geminin batması da, uçağın düşmesi de o anın o ölüm anının içindeki o zavallılık halini anlatıyor. Sen o havaları atma mesajı veriyor. İşte bize bunu sinema veriyor ne lazım bize senarist lazım. Peki bu senaristi neyi bu kadar çok iyi yaşamış ki senaryo yazacak. 

Benim programım var biliyorsun televizyonda, bana yeni sanatçılar da gelmek istiyor fakat gelme diyorum çünkü arkada küfesi yok. 3-4 senede 3 tane film çekmiş bana neyi anlatacak. Yaşanmışlık çok önemli bu yüzden ben niye diyorum ki ‘Halkalı Köle’ çok iyi film. Çünkü adam hem yazar hem kitapları var hem de aile içinde bu durumu yaşamış. Yaşanmışlığı yazıyor yani, mahkemeye çıktı kadın “ayrılmak istemiyorum çocuk var arada” dedi, Halkalı Köle’de. Adam ben istemiyorum iki sevgisiz insan var ve çocuk büyüyor böyle bir ortamda iki sevgisiz insanın arasında bir çocuğun büyümesine razı değilim diyerek hayır dedi. 

Adam yazar sedece kitapları var  ve başka geliri yok. Mahkeme gelirini kadına tazminat olarak vermeye kalkınca itiraz ediyor bir dakika diyor. Bu ev değil, araba değil, eşya değil, bir taşınmaz değil benim kağıda dökülmüş beynim bunu veremezsiniz diyor. Benim beynimdeki kitaba dönüşmüş düşünceleri alıp siz kadına tazminat olarak veremezsiniz diyor. 

Nerede baskı var orada sıkıntı var hocam. 

Onun için ne diyorum, özgürlük diyorum, insan gibi yaşamak diyorum, o zaman yaşam alanın sana kalıyor. Daha rahat üretebiliyorsun, ne kadar kişiliklisin, nerede oturuyorsun, ailen nasıl, ne iş yapıyorsun bu gibi konularda psikolojin rahat değilse  ve yaşanmışlıkların yoksa o zaman senarist olman zor. Oyuncu olmak daha kolay ama senarist olmak zor. 

Bizim bölüm başkanımız bu konuda şöyle derdi “ister sinema olsun, ister tv olsun her şey bir fikirle başlar, fikriniz yoksa bir hiçsiniz tüm ekibi bir fikir bir araya getirir derdi.”

İşte bu fikir kısmı senaryodur, senaryoyuda yaşanmışlıkla ve düşünceyle oluşturabilirsiniz. 

Ümit bey, peki Türk sinemasının dünya sinemaları içindeki yerini nasıl buluyorsunuz? Aslında tarih ve kültür olarak çok dolu bir ülkeyiz sizce neden kullanamıyoruz?

Size ben bir şey söyleyeyim mi? Yılmaz Güney’lerin, Atıf Yılmaz’ların yani Türk sinemasının sinema olduğu dönemde yapılan 600-700 film içinde öyle 100 tane film var ki onun bir tanesini bile çekemezler. Mesela ‘Sürü’ filmi.

Evet çok önemli bir film. Hocam peki şimdi niye çekemiyoruz?

Çekemezsin çünkü onları yaşamadın.  Biz bir minübüsün içinde Fatma Girik ben yanında yönetmen, kamera arkada bir tarafta kameraman diğer tarafta makyözün oturuyor, asistanın orada minübüs şöforü var. Arabanın içinde yanımızda figüran var mesala set işçisi var. Hepimiz bir minübüsün içinde gidiyoruz. Şimdi hanımefendiler, beyefendiler kendilerine özel araç istiyorlar. Şimdiki oyuncular Fatma Girik’le yan yana bile gelemez. Mesela Oya benim canım çok samimi sıcak ve içten bir insan iyilik yapmak için çırpınırd. Biz birini sevdiğimiz zaman “sete gel o iş senin” derdik ve her türlü yardımı yapardık, eğitim verirdik kol kanat gererdik. Şimdi bu ilişkileri kuracak kimse yok, artık kopuklar herkes bir havalarda geliyorlar bir görsen sanki hepsi Elizabeth Taylor. 1-2 yıl iş yapıyorlar ondan sonra piyasada yoklar, silinip gidiyorlar. Şimdi öyle bir durum var ki Türk sinemasında 1-2 tane film ya çekilir ya çekilmez. Bakın şimdi genç yönetmenlere ne çekiyorlar komedi ya da uyarlama yapıyorlar niye çünkü üretim yok. Bizde yurtdışından uyarlama yaptık ama bize uygunsa yaptık. Yılmaz Güney’in Sürü’sünü çekebilmek için yaşamak lazım böyle bir hikaye biz bilmiyoruz ki göçer bir ailenin yolculuk sırasında gariban koyunlarını trenin içinden alıp atıyorlar. Örneğin Tarık Akan karşı düşmanın kızıyla evlenmiş, kız da konuşmuyor, kız aldım verdim davası var, kan davası var. 

Evet bunlar hep bizim kültürümüz. 

Bu filmlerde hırsızlık var, üçkağıt var, yerleşik düzen değil seti bir oraya kur bir buraya kur. O topraklar kadınlar sabahın 4 ünde kalkıyor çocuklarına yemek hazırlıyor, hayvanlarına bakıyor, derede saçını yıkıyor, kadının kadınlığı var  gece adamın koynuna giriyor, bir yerde çocuklar yatıyor bir yerde onlar, yerleşik düzenleri yok, evi yok.  

Sinemada yeni beğendiğiniz isimler var mı?

Şimdi ben isim vermeyim doğru olmaz ama şunu vurgulayalım bir kere bizim Yeşilçam Sineması olmasaydı bugünkü sinema olmazdı kimse boş konuşmasın. Yeni nesilde var birkaç isim tabii ama Atıf Yılmaz, Yılmaz Güney, Metin Erksan, Orhan Aksoy, Osman Seden, Ömer Lütfü Akad bunlar çok büyük isimler onlara yetişmek zor. 

Biz sinema eğitimi alırken bize Susuz Yaz, Vesikalı Yarim gibi filmler izletildi bunlar zaten çok önemli filmler ve Türk sinemasının temelleri zaten

Temel işte tabii hem de ne temel bugün bir Türkan Şoray, Fatma Girik veya bir Kadir İnanır, Tarık Akan var mı? Kötü adamları saysak var mı? Karakter oyuncuların var mı? Adile Naşit, Münir Özkul var mı? 

Çok doğru söylüyorsunuz Ümit hocam. Maden filmi var mesela Tarık Akan’ın 

Evet Tarık Akan’ın her türlü filmi var. Maden’i, Halkalı Köle’si, Acı Dünya’sı var bende. Onun bir sürü filmi var bende her şeyden öte Sürü’sü var. 

Ümit bey siz de çok güzel arşiv vardır mükemmel, harika bir şey. Sosyal içerikli daha çok toplumsal filmler yapmayı mı tercih ediyorsunuz?

Her zaman toplumsal filmlerde mutlaka mesaj verelim diye bir şey yok. Kaliteli bir hikaye olur aşk filmi olur onda bile mesaj verilebilir. Şöyle mesaj verilir mesela, iki insan bu kadar birbirini severde neden bu kadar kıskançlık yaparak birbirini tırnakla kanatır, yıpratır gibi. Bu kadar ilişkiyi parçalarsan ayrılırsın tabii. Kendine özel bir alan ayır duygu akımı varsa insanca davranmak gerekir. 

Örneğin; Nebahat Çehre, Fatma Girik ve ben film çekerken sette göz göze geliyoruz, işte rol yaparken biraz sağa kay, şunu yap bunu yap vesaire diye bir iletişimimiz var. Şimdi ise oyuncular yönetmeni göremiyoruz diyor, niye çünkü günümüzde ekrandan bakıyorlar. 

Göz teması olmadan zaten olmaz ki...

Ben o dizileri çekerken bakıyorum her şeyi hazırlıyorum, resmi hazırlıyorum bitti benim için orası. Hemen gidiyorum Kadir’in yanına (İnanır) Kapadokya’da Kırık Ayna’yı çektim ben Kadir’de beni görüyor, anlıyor, ben onların yanındayım. Kamerayı ayarlıyorum oradan asistana seyrettiyorum o da niye seyrettiyorum kamera filmi kaydediyor mu diye, kamera kötü hareket yapıyor mu diye. Kamerayı görüyorum, ölçekleri, hareketleri ve oyunları veriyorum, evet alıyoruz seni diyorum kayıt. Onu kayda çekiyoruz, oyunları seyrediyoruz ve stop. Olmamışsada hadi diyorum bir daha alalım ve devam. 

Tamamen saygı ve insani ilişkiler içerisinde işler yürüyor...

Ben başka yerde olsam oyuncu başka yerde olsa sadece ekrandan yapsak o duygu işini nasıl işin içine sokacağız bunlar önemli detaylar. İstediğimiz şeyleri o şekilde tam olarak nasıl aktaracağız böyle olmaz.

Suni kalır böyle. Hocam televizyondaki diziler için ne düşünüyorsunuz? 

Teknik ilerledi şimdi, bizde film, kamera vardı ama teknik yoktu. Şimdi diziler başladı, dizileri de sinema gibi çekmeye başladılar yine öbür diziler bu yüzden hep aranır oldu. Bizim çektiğimiz dönemin dizileri ‘Böyle Mi Olacaktı?’ Fatma Girik’in oynadığı ‘Bize Ne Oldu?’ 10 günde çektik biz bunları şimdi 5 günde dizi çekiyorlar. Birde diziler yurtdışına satılıyor muhabbetinden ötürü kültürümüze uymayan birçok öge yer alıyor ve insanlar bunları seyrediyor. Seyrediyor ama kendi yaşamının içinde olsa kıyamet kopar ahlaksız diye. Şimdi reyting önemli olduğu için bu tip şeylere dikkat edilmiyor maalesef. Dizilerde şiddet sahnelerini yayınlıyorsunuz sonra karakterlerin ağzındaki sigara ve alkolü göstermemek için kapatıyorlar. Adamın elinde silah var onu kapatmıyorsun ama  aslında en önemlisi şiddeti göstermemek lazım. 

Doğru söylüyorsunuz, bizimde seyrederken aynı şey dikkatimizi çekti.   

Birde ülkemizde iki şey çok öne çıktı maalesef dizilerde ve filmlerde oynarsan çok para kazanırsın, futbolcu olursan köşeyi dönersin gibi. Böyle düşünmek olmaz gençlerin eğitim alması gerekiyor. 

Yeni projeleriniz neler

Bizde Can Gürzap ile sinema üzerine dersler veriyoruz.  Mesela insanlar sadece film seyretmiş merakı var ve ders almak için geliyor. Kim geliyor doktorlar, avukatlar geliyor kadın erkek fark etmiyor. 

Çok ilginç kendi hayatında uygulamak için mi geliyor?

Öğrenmek istiyor, gerekirse de bir yerde oynamak istiyor. Çocukluğundan beri en büyük hayali bu, belki bir tiyatroda veya filmde bir avukat rolü oynarım diye düşünüyor. Bunlar var bende avukat, doktor, estetisyen var. Şimdi televizyona çok çıkan estetisyenler var. Televizyona çıkıyor, şarkıda söylüyor, tiyatroda yapıyor, Cuma gelip Pazar dönüyor ve Pazartesi günü Adana’ya gidip estetiğini yapıp geliyor. Hafta sonları buraya geliyor. Diyorum ki ona sen insanları fiziksel düzeltiyorsun biz de seni sanatsal düzeltelim diyorum şakalaşıyoruz. “Çok hoşuma gidiyor hocam diyor”. Birde genç yetenekler var çok güzel birkaç ders içinde yani bir ay içinde bakıyorsun yeteneği varsa görüyorsun zaten. 17 kişilik sınıflar oluyor aralarından bazen aralarından 3 kişi kendini gösteriyor böyle yetenekler var biz onlara yardımda ediyoruz bir yerlere gelebilmesi için. En azından yol açıyorum ben onlara hocaları olarak yol gösteriyorum inanılmaz saygı duyuyorlar ve çalışıyorlar. Sette kamera var ışık var her şey var uygulamalı bir senaryo yazıyoruz ve çekiyoruz. Kadın, erkek, baba, oğul, arkadaş, sevgili oynamaları yapıyoruz, ezber yapıyoruz. Yakın çekiyoruz ve kendilerini görüyorlar, hatalarını görüyorlar. Şimdi ben bu alt yapıyı 2-3 ayda veriyorum. Zaten benden öncede  2-3 ay daha ders alıyorlar. Duruş,vücut, hareket, nefes, teknik olarak sonra bana geliyorlar. Bende de bu öğrendiklerinin hayata geçmiş halini görüyorlar. Bir dizide, filmde gibi benim önümde oyunlarını sergiliyorlar çok keyifli zaten. Nasıl seviniyorlar, nasıl gidiyorlar anlatamam. Birisi dizi de oynuyor birisi başka bir yerde oynamış gidiyor artık nereye kadar gidebilirlerse artık ondan sonrası onların yeteneğine kalıyor. 

Hocam ayrıca Tv Em’de keyifli çok güzel    bir program yapıyorsunuz. 

Kalplerin asla unutamayacağı sanatçıları oraya davet ediyorum. Ben o sanatçılarla beraber filmler, diziler çektim. Programı, onların hayatlarını belgesel olarak yeni nesile aktarmak için yapıyorum. Kalabalık bir ekibim var, arşivleri topluyoruz ve belgesel tadında bir program yapıyoruz. Çok keyif alıyorum çünkü onlar benim abim, kardeşim, arkadaşım, ustam.

Arşiv niteliğinde...

Evet bunlar önemli kıymetli bir arşiv çalışması ve ilk kez ben yaptım. 

Çok değerli bir çalışma gerçekten ellerinize, yüreğininize sağlık. Programın adı da çok güzel. Kalplerimiz seni unutur mu?

Böyle bir şey teklif edip geldiğiniz için ve bu güzel gazete röportajı için kalbimle sizi unutmayacağım, çok teşekkür ediyorum. Çok önemlisiniz, çok kıymetlisiniz, sevgiler...

Hocam bu güzel ve keyifli röportaj için biz çok teşekkür ediyoruz. Samimiyetiniz, açık sözlülüğünüz, ve zaman ayırdığınız için teşekkürler. Siz de bizler için çok değerlisiniz.

Ümit Efekan

Doğum Tarihi - Yeri : 20 Ağustos 1953 - İstanbul

Ümit Efekan, 20 Ağustos 1953 tarihinde İstanbul'da doğdu. Sinema oyuncusu Efgan Efekan'ın kardeşidir. Gedikpaşa Lisesi'nde okudu. Lise yıllarında ağabeyi Efgan Efekan sayesinde film setlerinde çalışmaya başladı. İlk işi filmlerde negatif şutlarını toplamaktı. Sonrasında yönetmen asistanlığına geçen Efekan, Osman Seden, Zeki Ökten ve Orhan Elmas'ın asistanlığını yaptı. İlk filmi Sarmaş Dolaş (1977) ile yönetmenliğe adım attı. Bu filmin ardından Tokat (1977), Yasak Aşk (1981), Fırtına Gönüller(1984), Halkalı Köle (1986), Madde 438 (1990) filmlerini yönetti. Son olarak Safa Önal'ın senaryosundan Papatya ile Karabiber'i 2003 yılında çekti. Televizyon kanallarının yaygınlaştığı yıllarda televizyon dizilerinin yönetmenliğini yaptı. Çiçek Taksi (1995), Böyle Mi Olacaktı (1997), Benim İçin Ağlama (2001), Kırık Ayna (2006), Zoraki Koca (2007) gibi yüzlerce bölümlük televizyon dizilerinin yönetmenliğini üstlendi. 

Yönetmen Filmografisi

Gemilerde Talim Var - 2007

Zoraki Koca - 2007

Hasret - 2006

Aşkımızda Ölüm Var - 2004

Gelin - 2003

Papatya ile Karabiber - 2002

Seni Yaşatacağım - 2002

Benim İçin Ağlama - 2001

Canlı Hayat - 2000

Sevgi Yarına Kaldı - 2000

Bize Ne Oldu - 1999

Böyle mi Olacaktı - 1997

Geceler - 1996

Çiçek Taksi - 1995

Gizli Aşk - 1995

Sevginin Gücü - 1994

Hamuş - 1993

Gerçek Bir Masal - 1993

Bayan Perşembe - 1993

Kızımı Arıyorum - 1993

Bir Kadın - 1991

Utan - 1990

Madde 438 - 1990

Darbe - 1990

Can Evimden Vurdular - 1990

Öğretmen Zeynep - 1989

Seni Arıyorum / Sensiz Yaşıyorum - 1989

Sevdim - 1989

Sevgiler Düşlerde Kaldı - 1989

Bu Devrin Kadını - 1988

Kadın Dul Kalınca - 1988

Vurmayın - 1987

Sefiller - 1987

Cennet Gözlüm - 1987

Yarınsız Adam - 1987

Kalbimdeki Düşman - 1987

Alev Gibi - 1986

Sıcak Yatak - 1986

Güzelim - 1986

Halkalı Köle - 1986

Hayat Köprüsü - 1986

Acı Dünyalar - 1986

Bir Akşam Üstü - 1985

Boynu Bükükler - 1985

Vahşi Aşk - 1985

Herşeyim Sensin - 1985

Ya Ya Ya Şa Şa Şa - 1985

Deliye Hergün Bayram - 1985

Acıların Çocuğu - 1985

Fırtına Gönüller - 1984

Zavallılar - 1984

Acı - 1984

Lodos Zühtü - 1984

Çılgın Arzular - 1984

Yaralı - 1984

Sevmek Yeniden Doğmak - 1984

Kızlar Sınıfı - 1984

Aptal Kahraman - 1983

Şaşkın Ördek - 1983

Kader Bize Düşman Mı? - 1982

Kürtaj - 1981

Uyanık Aptallar - 1981

Yasak Aşk - 1981

Eşek Şakası - 1980

Garibin Çilesi Ölünce Biter - 1979

Töre - 1978

Sarmaş Dolaş - 1977

Günahın Bedeli / Tokat - 1977

SENARYO Filmografisi

Madde 438 - 1990

Halkalı Köle - 1986

Bir Akşam Üstü - 1985

Kader Bize Düşman Mı? - 1982

Kürtaj - 1981

Yasak Aşk - 1981

Töre - 1978

Yapımcı Filmografisi

Garibin Çilesi Ölünce Biter - 1979