YAĞMUR TANYILDIZ'ın röportajı için tıklayınız...

“Meyus Takvimi” kitabının yazarı UMUT BAYRAK ile bir araya geldik. Hayatından ve kitabından konuştuğumuz Bayrak; “Zamanı kaçırmayalım. Hayat çok kısa. Kısa bir film ne kadar çok şey anlatabilirse ben de o kadar anlatabilmenin peşindeyim” dedi…

Hoş geldiniz Umut Bey. Ne güzel isminiz var, hepimizin ihtiyacı olan şey… Nasılsınız öncelikle?

İnceliğiniz için teşekkür ederim Yağmur Hanım. Umarım herkesin umudu daim olur. Hayallerime giden bu yolda attığım ilk adımdan itibaren oldukça iyiyim. Sizlerle tanışma şansını yakaladığım için ayrıca mutluyum. Sizler de iyisinizdir umarım.

Tanımak isteriz sizi. Kimdir Umut Bayrak?

27 Nisan 1998 tarihinde Bartın-Amasra’da doğdum. Şu an İstanbul’da yaşıyorum. Daha önce Bartın’da yaşadığım süre zarfında eğitim hayatımı orada tamamladım. Önlisans mezunuyum. Okul hayatım ve sonrasında beni karşılayan durağan yaşantı boyunca kendimi sürekli kitaplara ve aslında kendimi tanımaya verdim. Kendi memleketimde iş gücü kalkınamadığı için kendimi tanımaya bolca zaman kazanabildim. Edebiyata olan yönelimimden ziyade, daha birçok dalda kendimi geliştirdim ve geliştirmeye devam ediyorum. Kendimi içime kapattığım bu dönemde dostluğunu benimle paylaşan kitaplar, kalemler ve tabi ki sokakta başını okşamadan geçemediğimiz kediler sohbetimin tek ortağı oldu. İstanbul’a taşınmamın ise beni tamamen çağ atlatacak kadar büyük bir değişime uğrattığını söylemeden geçemeyeceğim. Bunca zaman yalnızca kendimle ve satırlarla dostluk edebilirken içime yerleşen çekingenliği burada atlatabildim. Kitaplarımı raflara kaldırıp hayatıma yeni bir yön çizmedim, bunun yerine fikirlerimi paylaşabileceğim çok güzel dostluklar edinebildim. Bana bu yolda sonuna kadar destek olan başta ailem, sonra Serap, Burak ve Cengiz olmasalardı bu kadar yol alamayabilirdim. Şimdi ise gezdiğim, gördüğüm ve kendimce düşündüğüm birikimlerimi kâğıda döküp sadece kendimle değil diğer insanlarla da buluşturmak için yoluma devam ediyorum.

“Meyus Takvimi” nasıl çıktı ortaya? Neler anlattınız?

Yaklaşık sekiz yıl önce kapıldığım bir heves ilk adımı atmama vesile oldu. Sahaflarda, kitapçılarda ve internet sitelerinde kitapların arasında gezinirken “Benim de anlatacak bir şeylerim olmalı” dedim ve daha on yedi yaşımın bir akşamı ilk satırlarla başladım. “Bulutu eksik bir göğün içindeyim” sanırım ilk sayfadan en sonuna kadar değiştirmediğim tek cümle bu olabilir kitabımda. Buhranlı zamanlarda, dediğim gibi kendimi daha tam olarak tanıyamadığım ve insanlarla iletişimi tamamen kestiğim için beni temsilen bir karakter yaratmak oldukça zordu. Hayatı boyunca yaşadığı zorluklara rağmen yaşam ışığına tutunmayı başarabilen bir gencin hikâyesini anlatmak istedim bu sebeple. İlk yazdığımda bu ışığa ulaşması güç görünse de, kendimin de zamanla yaşadığı olumlu şeylerden yola çıkarak bir umut ile atlatılamayacak bir şeyin var olmadığını anlatan bambaşka bir hikâyeye dönüştü. Materyalist toplumdan arınarak elle tutulamayan şeylerin değerini fark ettiren bir hikâye olduğunu düşünüyorum. “Dostluk ve aşk denilen saklı bir hazine, herkesin gözü önünde ama ulaşılması mümkün değil. Parlamadıkça değer biçilmeyen maneviyat alınmıyordu dünyaları da verseniz ama ben bunların en güzeline sahiptim.” Bunlar hem kitabımın ana karakteri Yiğit’in hem de benim hayatımda çok büyük yeri olan satırlardır. 

Neden ismi Meyus Takvimi oldu?

Kitabın ana karakterinin ismi Yiğit olduğu için ve aslında bir çıkar yol, bir kurtuluş yolu aradığı için Meyus ismini kullanmayı tercih ettim. Karamsarlıkla başlayan bu hikâyede Meyus (hüzün) takvimi sona erecek. Yiğit bu Meyus takviminden kurtuluşunu da yine kitabımdan bir alıntıyla anlatıyor. 

“Duvarlarda derin anlamlar aradığım günleri geride bırakıp pencerenin de orada bulunduğunun farkına varabilmiştim.” 

Okurlarınızdan gelen yorumlar nasıl? Kitap sevildi mi? Geçtiğimiz aylarda TÜYAP’ta okurlarınızla buluştunuz. Ondan da bahsedelim isterim.

İlk yorumlar yine yakın olduğum ama her yorumunda dürüst olacağına inandığım arkadaşlarımdan gelmişti. Aktarmak istediğim duyguları yoğunluğunu abartmadan kıvamında işlediğimi duymak beni sevindirdi. TÜYAP için öncelikle yayınevine ilgi ve alakalarından dolayı ayrıca bir teşekkür borçluyum. Yanıma gelip benimle tanışan, sohbetime ve kitabıma şans veren okurların da samimiyetiyle birlikte kitabıma gelen yorumlar beklediğimden de güzeldi. 

Yeni kitap çalışmanız var mı?

İlk kez kitap yazmaya başladığım günden beri defterler tükettim. Raflara koymaya layık gördüğüm her hikâyeyi elbette değerlendireceğim. Şimdi de yazmakta olduğum ve sonucuna ulaşana kadar beni yoracak bir kitap çalışmam mevcut. Daha da farklı kitaplarla edebiyat dünyasının hiç olmazsa kuytularında kendimi göreceğim birçok yazım bulunuyor. 

Yazarlık dışında başka neler yapıyorsunuz? Hobileriniz var mı?

Yazarlık dışında zamanımın büyük bir kısmını resim çizmeye ayırıyordum. Kitap yazmaya, yeniden hikâye yazmaya başlamadan önce penceremi dünyaya kapatıp yine kalemi elime alırdım ama bu sefer resim çizerdim. Fırsat buldukça gezmeye, İstanbul’u tanımaya zaman ayırıyorum. Tarihimizin en geniş zamanda toplandığı ve hala yapısını kaybetmediği sokaklarında gezip bazen sahafları bazen de müzeleri ziyaret etmeye çalışıyorum. Bu gezilerde ilk ve son dostum olacağını sandığım kedileri beslemek ise günümün en önemli kısmıdır. İş, sosyal yaşantı ve kitaplar ile zamanımı doldurunca günün dışında kalmaya başlayan çizimlerimden şimdilik uzaktayım. 

Takip ettiğiniz ve örnek aldığınız yazarlar var mı peki?

Dürüst olmam gerekirse,  bir zamanlar elime kitap almaz olmuştum. Okuduğum satırlar beni bunaltıyordu. Beni bu durumdan çekip çıkartan Zülfü Livaneli olmuştur. Sevdalım hayat kitabı ile yaşadığı tüm zorluklara ve bastırılmalara rağmen hedefi doğrultusunda devam etmesi beni oldukça etkiledi. Sonrasında diğer kitaplarını edinerek okumaya yeniden tutundum. Yazılarımda özgün bir anlatım kullanmayı tercih ediyor olsam da Ayşe Kulin, Fyodor Dostoyevski, Yaşar Kemal, John Steinbeck ve Sabahattin Ali gibi birçoğu sevdiğim, takip edip örnek aldığım yazarlardır.

Son olarak neler söylemek istersiniz?

Beni bu röportaja dâhil ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Son olarak belki haddime olmadan naçizane fikrimce söylemek isterim ki; zamanı kaçırmayalım. Hayat çok kısa. Kısa bir film ne kadar çok şey anlatabilirse ben de o kadar anlatabilmenin peşindeyim. Eskiyen şeylerle övünürken hayatı avucumuzda tutalım. Kim ne der kaygısını bir kenara bırakıp, “Ben kimim?” sorusunun yanıtını bulalım. Ben nasıl yaşanır bilmiyorum. Pencerenin ardında akmakta olan yaşamı görmeden, kuşların kanat çırpışını dinlemeden, yıldızların kayıp gidişini seyretmeden, çiğ düşmüş sabahların keyfine gözümü açmadan veya günün telaşıyla yorgun düşen bir kediye dokunmadan. Gözler kapanmadıysa görmeye, kuşlar uçmayı bırakmadıysa şayet, dünya karanlıklar altında kalmadıysa veya kediler kurban edilmediyse insanlığın vicdanına. Görmeden, dokunmadan ve yaşamadan nasıl yaşanır bilmiyorum. Kapıyı pencereyi kapatıp hayat bana kötü davrandı demeyelim.