Bu ay ki konuğumuz Gökhan Kuruca;

Bir hukukçu olarak stajını yeni tamamlamış meslektaşlarımızın, mesleki mücadelesine kendi bürolarında başlamaları bana hep gurur ve umut vermiştir. Gökhan Kuruca da kendi bürosundan mesleki mücadeleye başladı ancak onu konuğumuz yapan bir diğer özelliği ise daha hukuk fakültesinde okuduğu yıllarda birkaç arkadaşıyla birlikte başlattıkları 21. Yüzyıl Hukuk Derneği ve gönül verdikleri bir projeleri. Mesleklerini tutkuyla icra eden, tecrübeli ve tanınan profesyonelleri; onları dinlemek ve onlardan bir şeyler öğrenmek isteyen kitlelerle buluşturuyorlar. Bir nevi ağırlıklı olarak hukuk alanında, kendi yerel “Ted” konuşmalarımızı yaratmak gayretindeler, diyebiliriz.

Gökhan Kuruca kimdir?

Gökhan Kuruca; kökeni bir Anadolu ailesi olan, geleceğe dair hedefleri aile kökeni ile asla sınırlı olmayan ve farklılığı seven, güzel işler başarmayı isteyen birisidir. Biraz bağımsız ruhlu, herkes gibi şeyleri hedeflemeyen, daha farklı noktalara bakabilen -en azından bakmaya çalışan diyelim- böyle birisi.

21. Yüzyıl Hukuk Derneği nasıl bir dernek, neler yapar ve amacı nedir?

21. Yüzyıl Hukuk Derneği, yaklaşık 2,5 sene önce kuruldu. Bunu kurarken belli bir amacımız vardı. Görüyoruz birçok seminerler, konferanslar düzenleniyor, en başta kendim izleyici olarak oralara katıldığımda sıkılıyorum. Sıkılma sebebim de formatlar sıradan, hala 50-60 yıl öncenin formatı var. Masaya oturan 3-4 tane profesör, toplanan insanlara bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar ama insanlarla göz göze bile gelmiyorlar. Onları dinleyen bir kitle var ama bence istediğini alamayan bir kitle. Biz de bu konuda dedik ki; bir farklılık yaratalım ve insanlara ulaşılmaz gelen hukukçuların, avukatların rahatlıkla ulaşılabilir olduğunu gösterelim. 

Organizasyonlarımızı düzenlerken de en büyük hedefimiz bir farklılık yaratmak. Hani televizyon dünyasının bir Beyaz Show’u vardır ya biz de projelerimiz de bu amacı güdüyoruz. Dünya çapında bir organizasyon olan Ted Talks gibi kendi projelerimizde de aynı şeyi sergilemek istiyoruz. Gelen insan gerçekten oraya oturduğunda zevk alarak dönsün, kendisine yararlı bir şeyler verileceğini hissetsin. Şuna inanıyorum ister profesör ister doçent olsun kimse bilgisini bedavaya satmaz. Konferanslarda anlatılan şeylerin de tamamen işe yarayacak kilit noktalar olduğunu da düşünmüyorum. Bir insan bir kitabı yazarken püf noktalarını kendine saklıyorsa konferanslarda da böyledir. O yüzden biz insanlara ders anlatılır gibi konferanslardan ziyade biraz daha o profesörün yerinde olmak için neler yapılması gerekiyor veya kendilerine neler eklemeleri gerekiyor bu noktada durmak istiyoruz. Bizim amacımız bu.

Konferanslarınız hep hukuk üzerine mi?

Geçen yıl düzenlediğimiz H21 Zirvesi’nde çok ünlü insanlar, hukukçular olmadı ama kariyerinde basamakları çıkmaya çalışan ve insanlarla olan iletişimlerinde genelde beğeni toplayan isimler oldu. Yaklaşık on farklı meslek dalından gelen vardı. Çünkü orada mesleğe yönelik şeyler anlatılmıyor, bir insanın mücadelesi anlatılıyor; hangi noktalardan ne şekilde döndüğü, nelerden motivasyon aldığı. Bunlar anlatıldığı için herhangi bir meslek dalından insanlar dinlemeye geldiğinde kafalarında mutlaka bir şeyler canlanabiliyor, farklılık yaratabiliyor. Zaten derneğimize üye olma şartlarımızın arasında hukukçu olmak gibi bir şart yok, hukuka ilgi duyan diyoruz. Çünkü toplumumuzda insanlar hukuk ve siyasetle iç içedir. Hukuk fakültesi bitirmemiş bir insan da hukuk ve siyaset hakkında çok şeyler biliyor ve konuşuyor olabilir. Bundan dolayı da bir hukukçu olma kimliği aramadık. 

 

Bu zirvelerin arkasında büyük sponsorlar olmadığına dair bir konuşma yapmıştınız, vermek istediğiniz mesaj neydi?

Ben biliyorum ki bir sponsorun oraya maddi veya manevi destek sağlamasında bir amacı var. Bunları da yaşadım ya kendi reklamını yapmak istiyor ya da bir şekilde o sahnede o da yer almak istiyor. Yaşadıklarımızdan biliyoruz ki bir kurum bir olayla yaftaladığında -o kurumun yöneticisi de olabilir, hiç fark etmez- o kurumun destek verdiği tüm sivil toplum kuruluşları da aynı kefeye konmaya başlanıyor. Derneğimize üye olan insanlara karşı bir sorumluluğumuz var özellikle bunlar genç insanlar olduğu için. Ülkemizde, genç insanların bir şeylere bilinçli veya bilinçsiz olarak üye olduklarında ne kadar mağdur edildiklerini gayet iyi görüyoruz. İnsanların birlik olma, toplanma duyguları çoğu topluluk tarafından suiistimal edildiği için ve olaylar devlete karşı bir provokasyona döndüğü için, insanlar zaten sivil toplum örgütlerine üye olurken zaten şüpheyle yaklaşıyorlar acaba siz kimsiniz, nesiniz gibilerinden. Bunların hiçbirine ihtiyacımız yok, kimsenin parasına da ihtiyacımız yok. Bu konuda gönüllü çalışan belediyeler var, örneğin Üsküdar Belediyesi, bize bu konuda büyük destek sunuyor. Kendileri resmi olarak bizim sponsorumuz değiller ama belediye başkanı ile görüştüğümüzde kapısının her zaman gençlere açık olduğunu söylüyor ve bize bu imkânı tanıyor. 

Biz Üsküdar Belediyesi’nin herhangi bir partiye mensup olmasından dolayı da gocunmuyoruz çünkü belediyelerin bizim belediyelerimiz, devletin bizim devletimiz olduğuna inanıyoruz. Ve tüm bu kesimlerin ister sağ kesim olsun ister sol kesim, gençlere destek vermesinin zorunlu olduğuna inanıyoruz. O yüzden başarabileceğimize inanıyoruz. Cebimizde hakikaten başlarken beş kuruş paramız yoktu ama yaptıklarımızla eğer bir özel şirket vakfının düzenlediği zirvelere yaklaşabiliyorsak demek ki bu işler destekle değil inançla oluyor. Biz bu düşünceyi benimsetmeye çalışıyoruz.

Konuşmacılarınızdan birinin zirve için tüm duyurusu yapılmasına rağmen sosyal medyadaki bir paylaşımı yüzünden konuşmayı iptal ettiniz. Hukukçu olarak ifade özgürlüğüne ve çeşitliliğe inandığınızı düşünüyorum, yönetim olarak böyle bir karar almanızın nedeni neydi?

Bir insana suç isnat edilebilir ve tabi ki de suç kesinleşmeden masumiyet karinesi gereği bu insanı suçlayamayız. Ancak o kişinin savunduğu kişi başka bir deyişle sosyal medyada tanıtımını yaptığı, sevgiyle bağlandığı kişi, tüm ifade özgürlüğüne rağmen az çok biliyoruz ki Türkiye Cumhuriyeti birliği ve bütünlüğüne aykırı ifadelerde bulunmuş bir kişi. Bu ifadelerini neden kullandığı, kimlerden talimat alarak kullandığı veya mahkemenin sonunda hüküm giyip giymeyeceği aslında beni çok fazla ilgilendirmiyor. Kamuoyuna çok net yansımış ifadeler varken zirveyi dinlemeye gelen ve o kişiye karşı olan herhangi bir kişi karşısında, o kişiyi destekleyen bir konuşmacı görürse bize küser. Küsmeyi de bir kenara bırakın, kendisini tehlikede hisseder. Bazı şeyler Türkiye’de maalesef çok keskin. Ben o kişinin savunucusunu, Üsküdar Belediyesi’nde konuşturamam zaten sonra bunun bedelini ödetirler. Bu bedel ödemekten korktuğumuz anlamına gelmiyor aslında. İnsanların önü en ufak bir şeyde kesiliyor. Siz ister bu şeyleri iyi niyetle ister kötü niyetle yapın, ne niyetle yaptığınıza bakılmaksınız hakkınızda karar veriliyor.

Açık olacağım; bu konuda kimsenin benim siyasi davrandığımı düşünmesini istemem. Bana şu an desteklediğim herhangi bir siyasi parti olup olmadığını sorsanız, ben hiçbirisini düşünceme uygun olarak görmüyorum, hiçbirinin de benim düşüncelerimi temsil ettiğini düşünmüyorum ama milli ve manevi değerlerimiz konusunda hassasım. Herkesin bilmesini isteriz ki milli ve manevi değerler asla taviz verebileceğimiz konular değil.


Topluluğunuzun çalışmalarını bir süredir gözlemliyorum, kimlerin geldiğinden, konuların ne olduğuna, duyuruların nasıl yapıldığından, sahnenin nasıl hazırlandığına, ışığına kadar detaylar ilgimi çekti çünkü ciddi emek veriliyor. Bunca emeğin yükünün altından hiçbir sponsor olmadan nasıl kalkıyorsunuz?

Bizim yıllık aidatımız, bu sene, 50 TL. Örneğin konferanslarımızın hemen öncesinde 100-150 yeni üyemiz katılıyor ve bunun karşılığında bir giriş bedeli ödüyorlar. Bunun karşılığında derneğimizin kasasına 5000-6000 TL gibi bir rakam giriyor. Bu parayla en iyi şekilde idare etmeye çalışıyoruz. 

Prodüksiyon çalışmasında şöyle bir şansımız var; çalıştığımız bir ekip var, genç bir ekip, bu işi ticari olarak yapıyorlar tabi ki ama severek yaptıkları bir iş. Kendileri bize uygun fiyatlar sunuyorlar, önce oturup konuşuyoruz, biz dünya çapındaki organizasyonları izliyoruz oradaki çalışmaları not ediyoruz, nasıl sahneye girişler olmuş, sahne nasıl hazırlanmış, görüntüler nasıl verilmiş hepsini birlikte inceliyoruz sonra bir planlama yapıyoruz görüntüsü ve kurgusuna yönelik. Daha sonra ekip olarak toplanıyoruz ve bu konferansa izleyici olarak biz katılsaydık, bizi konferans başlamadan önce ne etkileyebilirdi bunu tartışıyoruz. Yani ses, görüntü, farklı düşünülmüş her şey insanı etkiler. 

Hande arkadaşımızın girişte bir konuşması vardı örneğin. Her ne kadar o benim fikrimdi, bu benim fikrimdi diye bir ayrıma gitmesek de o konuşma için ben Handeyle konuşmuştum. İnsanlar tedirgin oldukları konularda bir şeyler dinlemeye geliyorlar, duygusal bir metin yazalım ve insanlar konuşma başlamadan önce hayatlarındaki zorlukların daha içten bir şekilde farkına varsınlar, konferansa o şekilde başlayalım, diye. Oturduk, kendisine uygun bir müzik seçtik sonra salonun Işık ayarlamasını yaptık, belediyenin desteği ile sağ olsunlar. Aslında orada çok da büyük bir ışık desteği yoktu ama biraz da sansımızdan mıdır nedir, görüntüler gelince hiç beklemediğimiz görüntüler almışız, biz orada sahneden.

Oraya ilk kez gelen bir arkadaşımız vardı, bir yorumu oldu, “para verseniz kimse böyle çalışmaz” diye. Gerçekten orada sabahtan aksama kadar insanlar çalışıyorlar, bazen azar işitiyorlar ki böyle bir şeye katlamak zorunda değiller ama ekip olarak herkes sonuçları aldığında çok mutlu oluyor. Çünkü o kadar çok topluluk ve benzer tarzda yapılan işler olmasına rağmen biz bu kaliteyi başka yerde göremiyoruz, bu da bizi mutlu ediyor.

“Herkesi gibi şeyler hedeflemeyen, biraz farklı bakabilen biriyim” dediniz, biraz daha açıklamak ister misiniz? 

Öncelikle hukuk fakültesini bitiren bir insanın, kendini sadece avukatlık çerçevesinde görmesini anlamlandırmıyorum çünkü bir hukukçu olunca aslında bütün düzenlemelerin içinde bir hukuk olduğunu görüyorsunuz. Yani tarım alanında bir kriz yaşanıyor onunla ilgili Gümrük ve Ticaret Bakanlığı hemen bir düzenleme getiriyor, belirli bir kurallar bütünü yaratıyor ve böylelikle siz bir hukukçu olarak tarımdan anlamasanız bile o işe de girmiş oluyorsunuz. Dolaylı olarak ekonominin içine giriyorsunuz, insan ilişkilerinden dolayı, sosyolojik olayların içerisine giriyorsunuz. Kadın cinayetleri artıyor, bu işlerin sadece hukukla çözülemediğini görüyor daha farklı şeylerin içine girmeye başlıyorsunuz. Ve bir hukukçu olduğunuz için de aslında hemen hemen her konuda bir fikriniz olduğu için her konuya müdahale edebilecek, her konuda fikir yürütebilecek bir kapasiteye sahip oluyorsunuz. Bundan dolayı ben de bir hukukçu olarak ofisime yeni taşındım ama kendimi bundan bir on sene sonra bu ofiste oturuyor olarak görmüyorum. Ticarete çok büyük bir ilgim var, farklılık, yeni bir marka, yeni bir girişim yaratmaya çok büyük bir ilgim var. Buna yönelik de kendimi on yıl sonra bir şirketin yönetim kadrosunda görüyorum.

Kendinizi bir şirketin yönetim kurulunda hukuk müşaviri olarak mı görüyorsunuz yoksa tamamen ticaretle meşgul olan bir yönetim kurulu üyesi olarak mı?

Örneğin danışmanlığını yürüttüğüm bir şirket var. Kendilerine belirli konularda sürekli danışmanlık veriyoruz ve aslında o insanlar bizden bir süre sonra sadece hukuki danışmanlık almıyorlar. Konkordato ilan edecek bir şirketin hukuk müşaviri olduğunuzu düşünün; o başvuruyu yapabilmeniz için finansal tablolara, ekonomik göstergelere ve ülkenin ekonomisinin geleceğine hâkim olmanız gerekiyor. Yoksa o başvurunun yazısını yazan bir kişi olursunuz sadece. Ama siz finansal tablolara ve şirketler hukukuna hakimseniz, ülkenin ekonomik geleceğini sadece siyasetçileri takip ederek değil aynı zamanda önde gelen şirketlerin CEO’larının da, ülke ekonomistlerinin de ülkenin ekonomisini nasıl gördüğünü, nasıl bir gelecek beklediğini okuyarak takip ediyorsanız, benim için şu başvuruyu yap dediklerinde başvuru sonrası talebin reddedilmesi ya da olumsuz sonuç alınması gibi sorunlarla karşılaşmazsınız. Ben avukatların sadece dilekçe yazmaktan ibaret olduklarını düşünmüyorum, en azından kendimi o noktada görmediğim için bu kadar farklı alanlara yayılmaya başlıyorum.

Topluluğunuzu kurmaya hukuk fakültesinde okuduğunuzda başladığınızı anlıyorum; o dönemde, topluma farklı bir hizmet sunmak üzere harekete geçme motivasyonunuzu sağlayan neydi?

İnsanın doğduğu andan itibaren hayatın ona sundukları ve onun hayattan bekledikleri çok önemli, böyle kararlar almasında. Ben çok zengin bir ailenin çocuğu değilim. Allaha şükür orta gelirli bir kaptanın çocuğuyum, böylelikle hayatın size sundukları sınırlı oluyor ama hayattan bekledikleriniz farklı oluyor. Bazen ben düşünüyorum; cebimde her gün 200-300 TL olsaydı, böyle bir maddi güçte ailenin çocuğu olsaydım, altımda lüks arabalarım olsaydı acaba aynı işlerin içerisinde olur muydum? Ben şu an cevap vermekte tereddütte kalıyorum çünkü rahatlık gerçekten çok başka bir şey. İnsan rahat olduğunda, gelecek kaygısı da olmadığında, geleceğine yön verecek şeylerin içerisinde de olmuyor. Ama biraz ülkesine, milletine karşı hassasiyetleri varsa ve geleceğe yönelik de başka hedefleri varsa mutlaka başka girişimlerin içeresinde oluyor, ben de bu noktadaydım açıkçası. 

Çok zordu düşünsenize; metrobüse biniyorsunuz öğrencilik yıllarınızda, takım elbisenizle, 45 yaşlarında mal varlığı içerisinde yüzen insanların karşısına, onları ikna etmeye gidiyorsunuz. Çok büyük emek harcadım, ailemin bütçesinden çok büyük rakamlar harcamışımdır, bu konuda. Ama sonra bir bakıyorsunuz, tek başınıza değilsiniz, etrafınızda oluşan ekipte sizinle aynı düşünen insanlar ve gerçekten de gençler sadece ‘laylaylom’ dolaşan insanlar değilmiş, zengin kişilerin içinde de gerçekten aklı başında insanlar varmış.

Derneğinizin ilk kurulduğu yıllarda, tecrübeli hukukçulardan gereken desteği alamadığınızı ya da yönetim kurullarındaki insanlarla toplantılara giderken çektiğiniz zorlukları anlattınız. 10 sene sonra, yönetim kurulunda bir hukukçu olarak siz neyi farklı yapacaksınız?

Yanıma gelen stajyer avukatı, benimle kalması için ikna etmeye çalışmazdım. Adliyeye hala kendim giderdim ya da adliyeye gitmeyeceğim islere odaklanırdım ama 45 yaşına geldiğimde 20 yaşında gençlerin üzerinden para kazanan bir avukat olmak istemezdim. 

Başarıya ulaşmış kişiler, artık arkasındaki kimseyi düşünmüyor. Zaten içlerinden çok az kişi, yukarılara sıyrılabiliyor, sıyrılamayanlar da zaten yanlarında çalışıyorlar ki çalışmaya mecburlar, bundan dolayı da vicdanları rahat ve ellerinden geleni yaptıklarını düşünüyorlar. Herkes birisinin yanında avukatlık yapmaya başlarsa, yeni bürolar açılamaz. Mevcut olan hukuk büroları da yeni gelen mezunların kapasitesini karşılayamaz. İnsanlara kendini yetiştirmeleri için olanak da sağlanmaz. 

Hukuk fakültesi mezunları, maddi durumları yeterli olsa bile büro açmaya cesaret edemiyor çünkü rahat para kazanılmayacağını biliyorlar. Şu an bu, benim için de geçerli, kazandığım para, ortalama bir düzeyde. Ama başkasının yanında devam ettiğinizde, hep standart bir düzeyde kalıyorsunuz. 

Bir hukuk fakültesi mezunun, daha çok çalıştığı halde, mağazada satış yapan herhangi birisiyle aynı maaşı almasını kabul edemiyorum. Bunun sebebinin de daha önce başarılı olmuş kişiler olduğunu düşünüyorum. Tabi ki de baroların, adalet bakanlığının daha yüce bir sorumluluğu var ama en azından meslektaşlarımızın daha duyarlı olmasını istiyorum.