YAĞMUR TANYILDIZ'ın röportajı için tıklayınız...
“Ne Köşedeyim Ne Kıyıda” kitabının sahibi AYDIN AKYÜZ ile bir araya geldik. Yazmaya nasıl başladığından, şiirlerinden ve bundan sonraki planlarından konuştuğumuz şair; “İnsanlarımız mutlaka okumalıdır. Ne bulurlarsa okumalıdır. Sonra şiiri de deneyimlemelidir” dedi…
Hoş geldiniz Aydın Bey, nasılsınız? Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
Hoş bulduk Yağmur Hanım. İyiyim, teşekkür ederim. Sizi gördüm daha iyi oldum. Tabii, elbette. Kısaca tanıtayım. Efendim, bendeniz Aydın Akyüz. Zonguldak’ta doğdum, büyüdüm. Evliyim ve iki çocuğum var. 34 yaşındayım. Öğretmenim. Küçüklüğümden beri edebiyatla ilgiliyim. Şiir ve deneme yazıyorum. Üç şiir kitabım basıldı. Roman türünde de çalışmalarım devam ediyor. Ayrıca resim sanatıyla da ilgili çalışmalarım mevcuttur. Operaya bayılırım.
Yazmaya nasıl başladınız? Sizi teşvik eden biri ya da bir olay olmuş muydu?
Liseye başlayıncaya kadar küçüklüğüm köyde geçti. Her şeyi öğrendik köyde doğal olarak. Çobanlık da yaptırırlardı. Oyuncaklarımızı bile ağaç kabuklarından, odunlardan ve çamurdan yapardık. Buradan hareketle gözlem yeteneğim de gelişmiş olmalı ki gördüklerimi anlatmayı ve çizmeyi severdim. Liseyi şehirde okuyunca köyden dışarı hiç çıkmamış biri olarak tabii insan çevresini gözlemliyor ve her şeyden etkilenebiliyor. Benim de dönüm noktam edebiyat öğretmenim oldu. Onun sayesinde başladım okumaya ve yazmaya. Öğretmen öğrenciler için rol modeldir her zaman. İstidadını keşfedip elinden tutarsa yürür gider o çocuk. Edebiyat tarihimize de bakarsak bu iş öğretmenler eliyle yürümüştür çoğu zaman. Okul ve öğretmen bu açıdan payidar bir membadır.
İlk yazdığınız şiiri hatırlıyor musunuz? Neye ya da kime yazmıştınız?
Hatırladığım kadarıyla ilk şiirlerim kahramanlık temalıydı. Ülkemiz ve Anadolu’yla ilgili şiirler yazardım genellikle. Büyüdükçe bu temalar yerini aşka bıraktı.
Peki, biraz da kitabınızdan bahsedelim isterim. Nasıl çıktı ortaya?
Bu kitabım yayımlanan üçüncü kitap. Aslında tasarlayarak çıkmadı. Ben mütemadiyen şiir yazan ve okuyan bir şairim. Kitap olacak kadar biriktiğinde yayımlanmak üzere gönderiyorum yayınevlerine. Tabii ki ilk iki kitabımdan ayrı olarak ele aldığımızda bu kitap gerçekten şiirin tadına vardığım ve kendimi şair hissettiğim bir kitap oldu. Bu kitabımdaki şiirler sanatımın adeta başkalaşım süreci diyebilirim. Örnek aldığım eşsiz şairlerimizden biri olan Üstat Sezai Karakoç’un bu konudaki sözlerine tam da burada değinmek istiyorum: “Şair, şiirinde kendi aydınlığını gerçekleştirebilir ve öyle yapmalıdır da. Tabii, bunun da ilk şartı başkalaşmaktır. Şair, durmamalıdır. Şairin, şiirini duraklatması, kendisini yitirmesinden kaynaklanır. Şair, her eserinde sevinç duymalıdır. Bu sevinme eylemi, doğurma ya da yaratım gücünü verimlendirir. Buradaki sevinç, maddi değil ruhun işlenmesinden doğan aydınlıktır.”
Evet, ben de aynı şekilde düşünüyorum şiiri. Montaigne gibi benim de işim önce kendimle. Şiirimde kendimin değişik portrelerini çiziyorum. Çizdikçe, yazdıkça başkalaşma kendiliğinden oluyor. Çünkü üstadın deyimiyle şiir benim ruhumda yuva yapmıştır. Cıvıltıları kulaklarımda çınladıkça şiirden vazgeçmem mümkün değildir. Bir kitap çıkınca durmuyorum ve yazmaya devam ediyorum. Elbette bu eylem tek taraflı değil. Yine Üstadın deyimiyle şiir, iyi olmakla bitmez; ona bir de çevre bulması ve tanıklar edinmesi gerekir. Yayımladığım kitaplarla ben de şiirime çevre ediniyorum, tanıklar ve ortaklar buluyorum. Sevincimi paylaşacak okurlar ediniyorum. Şüphesiz bu kitap da bu düşüncelerle ortaya çıktı. Bundan sonra da birikmeye devam ediyor. Kitapların devamı hep gelecek. Çünkü ben şiirle bir sanat icra etmeye çalışıyorum. Bu varlığımla ve sesimle edebiyatta yer edinmek istiyorum. Bunu gerçek anlamda yapmak için okumaya ve araştırmaya devam ediyorum. Eleştiri okuyorum bol bol. Nurullah Ataç, Mehmet Kaplan, Berna Moran ve Ahmet Oktay gibi eskilerin yanında Veysel Çolak, Mehmet Fuat, Orhan Koçak, Doğan Hızlan, Mehmet H. Doğan, Hüseyin Cöntürk, Yücel Kayıran, Hıfzı Topuz, Arif Keskiner, Refik Durbaş, Haluk Oral ve Hasan Akay Türk Edebiyatı’nda (Bu arada” Türkçe Edebiyat” söylemini asla kabul etmeyenlerdenim) okuyup öğrendiklerim arasında. Dünya Edebiyatından da fırsat buldukça okuduklarım arasında Verlaine, Rimbaud, Eliot, Poe, Borges, Rilke ve Neruda’yı sayabilirim ilk aklıma gelenlerden. Bilgisiz veya deneysel bir şeyler karalamak istemiyorum. Yoksa Ataç gibi şiir okumak isteyen herkes eskileri açar okur. Eskilerin yerini kimse alamaz fakat şiirimi okuyan gerçekten tadını alsın istiyorum. O yüzden yazmaya devam ediyorum.
Ne Köşedeyim Ne Kıyıda… İsmi nasıl oluştu?
Şöyle ki; biz, benim gibi Anadolu’nun ücra köşelerinde sanat yapmaya çalışanlarla edebiyatta var olmaya çalışıyoruz. Bildiğim bir sürü arkadaşım var. Daha binlercesi aynı şekilde biz sanat üretiyoruz. Sadece edebiyat değil müzik ve resimde de durum aynı. Edebiyat dergilerine şiirler, yazılar gönderiyoruz. Kimisi geri dönüyor yayınlıyor. Dünyalar bizim oluyor. Kimisi de dönmeye bile geri dönüp bilgi vermeye bile tenezzül etmiyor. Röportaj teklifi gelirse kendimizi ifade etmeye çalışıyoruz. Kitaplarımızı ve eserlerimizi tanıtmaya çalışıyoruz. Öyle reklama falan da bütçemiz yetmiyor zaten. Belirli kesimler sanatı tekeline almışlar. Türk Edebiyatı bile diyemiyorlar örneğin. Güncel bir tartışma. Türkçe Edebiyat olacakmış. Yine belirli dergilerde belirli çevreler var. Ben bizzat yaşadıklarımdan bahsediyorum. Diğer arkadaşlarım neler neler anlatırlar röportaj yapsanız kim bilir. Onlara göre biz kıyıda köşede bir yerlerde bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. İşte ben buna itiraz mahiyetinde bir slogan olarak koyduk kitabıma bu ismi. Biz de varız demek istiyoruz. Biz ne köşedeyiz ne kıyıda. Biz de bu memleketteyiz, buradayız. Aynı coğrafyada sanat yapıyoruz. Biz de sanatımızı her mecrada yayımlamak istiyoruz. Bizim kitaplarımız da var, bakın, okuyun, diyoruz. Bu kitap benim haykırışımdır. Var oluş mücadelemdir. Ben de iyi ve kötü bir sanat yapıyorum. Fikir üretiyorum. İşte isim bu düşüncelerle ortaya çıktı Yağmur Hanım. Nitekim bu çağrıma Theseus Yayınevi kulak verdi ve kitabımı yayımladı. Onlara teşekkür borçluyum. Şimdi tüm Türkiye’de kitap mağazalarında yer alıyor. Daha iyi şartlarda daha çok insana ulaşacağım inşallah. Bunlar da daha iyi eserler üretmek için beni itekleyecek ve yazınımıza nitelikli eserler kazandıracağım. Öğrencilerime ve gençlerimize örnek olacağım.
Eminim tüm şiirleriniz sizin için çok değerlidir ama yeri bende ayrı dediğiniz bir şiiriniz var mı? Varsa paylaşır mısınız dizelerini?
Rahmetli Cüneyt Arkın’ın çocukluğunu anlattığı bir röportajını izledim. O günleri anlatırken resmen yaşıyordu rahmetli. Orada babasını anlatıyordu. Ekinlerin büyüme seslerini dinletirmiş ona. Heybelerindeki kendi azıklarını hayvanlarıyla paylaşırlarmış sabah ilk iş olarak. İşte onun o anlattıkları gerçek bir şiirdi bana göre. Ekinlerin büyürken sesini duyabilme inceliği ancak Anadolu irfanıyla mümkün olurdu. Ve bunu öğretmek müthiş bir şey olmalıydı. İşte o sahneden etkilenerek yazdığım İnsanlık Sanatı adlı şiirimden birkaç dize paylaşabilirim:
Duyuyor musunuz
Ekinlerin sesini
Büyüyorlar
...
Sabahın çiğinde
Emek böyle paylaşılır
Bireylerle
...
Övünmek ayıp olur
Şanındandır
Türk halkının.
...
Yeni kitap hazırlığınız var mı? Yine şiir kitabı mı olacak yoksa roman da gelir mi bir gün?
Bahsettiğim gibi ben mütemadiyen şiir yazan bir şairim. Duramam. Bir kitap kadar birikince belirlediğim temaya veya başlığa göre şiirlerimi seçip yayınevlerine gönderiyorum. Muhtemelen yıl sonu bir kitabım daha çıkmış olur. Son kitabımda denemelere de yer vermiştim. Denemeler yine kitaplarımda yer alacak. Roman gelir mi bilmiyorum. Üzerinde çalıştığım bir taslak var. Yayımlar mıyım bilmiyorum. Çünkü şiirde kendimi daha başarılı ve mutlu hissediyorum. Daldan dala da atlamak istemiyorum. Şiirde kendimi ispat ettiğim kanısına varırsam belki bir gün roman veya hikâye de yayımlayabilirim. Dediğim gibi önceliğim şiir olacak her zaman.
Sizin örnek aldığınız ve okuduğunuz yazarlar/şairler var mı?
Şiirde ilkin Sabahattin Ali’nin şiirlerini okuyup beğendim diyebilirim. Onun Dağlar ve Rüzgâr kitabı ilk kitaplarımdan. Aynı şekilde Orhan Veli’nin Bütün Şiirleri ve Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları kitapları da aldığım ilk kitaplardan. Abdurrahim Karakoç’un şiirleri de ilk etkilendiklerim arasında. Fakat sonraları özellikle İkinci Yenicilerin şiirlerini daha çok beğenip okudum, onların şiirlerinde kendimi buldum desem yeridir. Özellikle İlhan Berk’in yeri bende apayrıdır. İsmet Özel ve Sezai Karakoç sık sık fikirlerine başvurduğum şairlerden. Yine Atilla İlhan, Ahmet Arif, Ümit Yaşar Oğuzcan ve Can Yücel beğenerek okuduğum şairlerdir. 80 sonrası ve günümüz şairlerinden örnek aldığım ve severek okuduğum Nurullah Genç, İbrahim Tenekeci, Enis Batur, Haydar Ergülen, Şükrü Erbaş, Hilmi Yavuz, Ahmet Telli, Didem Madak, Birhan Keskin, Ahmet Erhan, Sunay Akın da ilk aklıma gelenlerden. Şiir dışında örnek verecek olursam; Yaşar Kemal’in bütün eserlerini okudum. Benim 1 numaram hala Yaşar Kemal’dir. Nobel’i vermemeleri büyük bir hataydı. Yine onun Ağrı Dağı Efsanesi ve Çakırcalı Efe’si de unutamadığım kitapları arasında. Orhan Kemal ve Kemal Tahir çok sevdiğim yazarlardan. A. Çehov da vazgeçilmezlerimden.
Başucu kitaplarınız var mıdır?
Bütün okuduğum kitapların başında en etkilendiğim kitap İnce Memed’tir. Öğrencilerime de ilk olarak İnce Memed’i tavsiye ederim. Ondan sonra Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar Üzerinde kitabı gelir. Yine Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü kitabı. Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabı. Dünya Edebiyatında ise Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar kitabı. Stefan Zweig’in Santraç kitabı. Richard Bach’in Martı’sı ve Çehov’un Altıncı Koğuş kitabını sayabilirim.
Sohbetiniz için teşekkür ederim. Son olarak neler söylemek istersiniz?
İnsanlarımız mutlaka okumalıdır. Ne bulurlarsa okumalıdır. Sonra şiiri de deneyimlemelidir. Zevkini tattıklarında eminim bırakamayacaklardır. Sonrasında yazmalılar mutlaka her ne olursa. Nihayetinde şiir de yazmalılar. Neredeyse bütün yazarlarımız edebiyata şiir yazarak başlamışlardır. Gençlerimiz de yazmalılar. Sanatla ilgilenmeliler. Resim yapmalılar, gezmeliler, konuşmalılar, araştırıp üretmeliler. Ancak bu şekilde muasır bir medeniyet kurabiliriz. Onlara son olarak bu konuda şunları söylemek isterim: Şiir yazmak isteyen okurlarımız, gençlerimiz hatta her yaştan insanımız şiirle sanat yapmak istiyorsa sanatı da var eden insan formunu, etkisini, davranışlarını, duygularını mutlaka muhteva olarak işlemelidir. İnsanda her türlü malzeme vardır sanat için ve özellikle şiir için. Etrafına dikkatle bakmaları ve izlemeleri yetecek. Sosyolojik ve psikolojik yanları insanı her türlü bilime ve sanata konu etmiştir. Bunlar gelişerek günümüze kadar gelmiştir. Şiire de baktığımızda insanı ve hallerini konu alan şairleri ve şiirleri hala yaşamaktadır. Şair, insan türünün konuşan duygu ve vicdan dilidir. Haykırışı ve sunusudur. Merkezinde insanın sanatsal, sosyolojik ve psikolojik duygu yönelimleri ve eylem biçimleri vardır. Dolayısıyla şiir insanı anlamaktır. İnsanı çözen her alanda başarılı olur. Cümle enflasyonu oluşturmadan sözlerimi size ve gazetenize bana bu imkânı verdiğiniz için teşekkür ederek bitirmek istiyorum. Yeni kitabımı okurlarınıza tavsiye ediyorum. Keyifli okumalar diliyorum. Hoşça ve sevgiyle kalın.