RÖPORTAJ: AYŞENUR MAMA

Başarılı yazar Asuman Soydan Atasayar ile yazın hayatına ve “Karanlıktan Gelen” adlı kitabına dair konuştuk. Keyifli sohbetimiz sizlerle…

Öncelikle sizi tanımak isteriz. Asuman Soydan Atasayar kimdir?

Samimi yürek dökümü için kalemine sarılan bir şair, toplumsal sorunları kendi meselesi olarak gören bir yazar, estetik bulduğu her görseli tuvaline yansıtmak isteyen bir ressam diye özetleyebilirim kendimi; ama şairliği, yazarlığı ve ressamlığı unvan olarak değil; uğraşı alanlarım olarak nitelediğimi ayrıca belirtmek isterim. Çalışmayı, doğayı ve insanı seven biriyim. “Her gün yürüyüş yapmak, en büyük hobim.” diyebilirim. Yürürken kendimle çok konuşurum. Bir sosyolog gibi toplumu; psikolog gibi kendimi ve insanları tahlil etmeyi severim. Kâh gökyüzüne çıkarak yeryüzünü seyrederim Nesimi gibi, kâh yeryüzünden gökyüzü derinliklerinde seyrederim kendimi. Sabırlıyım; ama haksızlığa hiç tahammülüm yok. Dört çocuk annesi ve beş torun anneannesiyim. 

Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde doğup ilk, orta ve lise tahsilimi orada tamamladım. Yüksek tahsile Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik bölümünde devam ederken, son sınıfa geldiğimde dönemin öğrenci olayları sebebiyle tahsilime istemeden son vermek durumunda kalmıştım. İstanbul’da ikamet etmekteyim. Çocuklarım ve torunlarımdan arta kalan vaktimi sanat ve edebiyata vakfederek geçiriyorum.

Yazın hayatınız nasıl başladı?

Yazın hayatım, pek çok yazar gibi üniversite yıllarımda sadece kendimle paylaştığım yazılarla başlamıştı. Yazardım; ama kimseyle paylaşmazdım, nedense… Özgüven eksikliğinden midir, çevremde edebiyatla ilgilenenlerin olmamasından mıdır? Bilemiyorum. Gençlik enerjisinin itici gücündendi belki. Arayış içinde bir gençken hayatı sorgulayan, duygusal, isyankâr dönemlerimin en iyi dostuydu kâğıt ve kalemim. Dışarıdan munis yapılı bir genç olarak görünsem de içimde azgın bir sorgu hâkimi vardı. Sosyal hayatı, dini inanışları, milli hamasetleri, mantık ve vicdan dengesi bozuk olan hemen her şeyi sorgulardım; ölçer, biçer, yargılar, kuramlar koyardım kendimce. Yani yazı ve çizimlerle amatörce hemhâl oluşum o yıllara dayanır. 2000’li yılların başında internetle tanıştıktan sonra yazılarımı okuyucuyla tanıştırdım. Bu vesileyle çeşitli internet sitelerinde kendimi tanıtma fırsatı buldum. Böylece şiir ve edebiyat çalışmalarım, pek çok sanat ve edebiyat dergisinde, çeşitli internet sitelerinde ve gazetelerde yer aldı. Bazı kurum ve kuruluşlardan ödül ve plaketler aldım. Bunlar, çocuklarım ve torunlarım kadar hayatımın renkleri oldu. Ardından bakmışım, peş peşe beş kitap sahibi olmuşum. 

Yazarlığınızdan, şairliğinizden ve ressamlığınızdan ne tür eserler ortaya çıktı şimdiye kadar?

Uzun yıllar kara kalemle ve yağlı boya resim çalışmalarıyla kendimi avuttum, desem yeridir. 100’ün üzerinde yağlı boya çalışmalarım var. Dört kez kişisel sergi açtım.  Basılmış beş kitabım; basılmayı bekleyen iki kitabım var. 2010 senesinde bir şiir kitabıyla yazın dünyasına adım atmış oldum. Yazdığım şiirler, hikâyeler, makaleler, anılar, seyahat yazıları muhtelif gazete ve dergilerde yayımlandı. Ardından roman çalışmalarım, birbirini takip etti.

“Kahraman ve Öncü Kadınlarımız” 2011’de, “Yitik Parçam” 2012’de, “Bir Yudum Ben” (şiir)2013’te, “Karanlıktan Gelen” ise 2020’de yayın hayatına girdi.

Yazarken nelerden esinlenirsiniz?

Yazmak, insanın sadece kendine özgü zannettiği duygularını ölümsüzleştirme isteğiyle başlıyor. Belki konuşamadığınız için yazıyorsunuz. “Söz uçar yazı kalır.” mantığıyla belki de… Zaman geçtikçe sadece kendinizi yazmaktan çıkıyor, çapınızı genişletiyorsunuz.  Toplumun her kesiminin sorunlarını ve düşüncelerini irdeleyip yazmaya başlıyorsunuz. Tıpkı havuza atılan taşın oluşturduğu halkalar gibi esin kaynağınızın çapı büyüyor. 

Bir kere kalem ve kâğıtla dostluk kuran kişinin kalemi silah; kâğıdı kalkan oluyor. İlginizi çeken veya yüreğinizde sızısını hissettiğiniz konuları bu silah ve kalkan arasında hallaç pamuğu gibi atmak istiyorsunuz. 

Çocuklarıma ve torunlarıma olan düşkünlüğümden tutun, bazen bir çocuğun gözyaşı, bazen bir kadının çığlığı, bazen ülkemin başına yağan ihanet,  azgın bir fırtına veya tuhaf bir kehanet şiirlerime ve yazılarıma esin olabiliyor.


Ocak ayında okurlarla buluşan “Karanlıktan Gelen” adlı kitabınızdan bahseder misiniz? Bu kitabı neden yazdınız?

Beşinci kitabım olan “Karanlıktan Gelen” Tunç Yayıncılık etiketiyle çıktı. Seneler öncesinden beri yazmayı tasarladığım bu kitabın konusu, yakın akrabalarımın hayatlarından alınmadır. Son günlerde artan kadın cinayetlerinin sebeplerine parmak basar nitelikte bir roman olduğunu söyleyebilirim. Bir tür dramatik hayatların zinciri, desem yeridir. 1950’li yıllardan başlayıp günümüze kadar gelen, kördüğüm olmuş hayatların hikâyesi baştan sona. Okuyucuyu hayrete düşürüp, “Böyle bir şey olabilir mi Allah’ım?” dedirten, ilgi ve heyecan uyandıran yaşanmışlıkların kitabı bu roman. İlkelliğin karanlığında yetişen insanlarla eğitimli ve aydın insanların karşılaşması, insana dair olan aşk, hasret, hüsran, ihtiras, memleket özlemi, töre cinayetleri, beşik kertmesi evliliği, kız kaçırma ve bunun gibi pek çok trajik yaşanmışlık var. Hepsi, bir zincirin halkaları gibi iç içe. Her olay, bir sonraki olayın sebebi durumunda.

Örneğin; modern bir şehirde aydın bir aile içinde büyümüş ve eczacı olmuş bir kız ile

Anadolu’da ağalık sistemi içinde büyümüş olan bir gencin yollarının ilginç bir şekilde kesişmesi ve trajik sonları, romanın ilgi çeken olaylarından sadece bir tanesi.

Bunun yanında törelerin, aşkına tutsak olmuş başka bir genci nasıl tükettiği görülmekte.

Güçlünün güçsüze olan hâkimiyeti gibi pek çok toplumsal gerçeğimiz var bu roman içerisinde. 

Toplumsal sorunlara olan hassasiyetim, beni bu romanı yazmaya teşvik etti. İçinde akrabalarımın da olduğu bu olaylar zinciri, çocukluğumdan beri aile içinde sık sık anlatılırdı. Öteden beri dinlediğim bu dramatik olaylar zincirini bir araya getirerek yazma fikri içimde vardı zaten. Gelenek ve töre adı altında süregelen nice yanlış saplantıların kadınlar kadar erkekleri de nasıl kurban ettiğini gözler önüne sermek istedim.

“Karanlıktan Gelen” okurlara hangi mesajları vermeyi amaçlıyor? 

Karanlık zihniyetlilerin hayatı nasıl kararttıklarına dikkat çekiyor bu roman. Sebepsiz bir yaprağın bile kıpırdamayacağını her insan bilir ve buna inanır. Hal böyleyken “Toplumda oluşan suç ve suçluyu bulup mahkûm ederek ıslah etmek isteriz; ama neden sebeplerini de ıslah etmeyi düşünmeyiz?” sorusunu sordurtmayı hedefliyor. 

Kitabın ismi, nereden geliyor?

Kitabın ismi, bir metafor. Zihin karanlığına, ilkelliğe, bağnazlığa atfen bu ismi uygun buldum.


Sizce kitap, beklenen başarıya ulaşacak mı?

Umuyor ve diliyorum ben de her yazar gibi; fakat ülkemizde okuma oranının düşük oluşu gibi bir gerçeğimiz var maalesef. Buna rağmen kitap çıktığından bu yana hemen her okuyucumdan çok olumlu geri bildirimler alıyorum. Bu da beni umutlandırıyor doğal olarak. Hatta romanın devamını yazmamı isteyenlerin sayısının azımsanmayacak kadar fazla olduğunu söyleyebilirim. 


Kitabınızı bir okur gözünden nasıl değerlendirirsiniz?

Her okuyucunun beklentisi farklı olabilir. Bu, kitabı hangi beklentiyle okuduğunuza bağlı. Benim gözümde olay örgüsü değişken olduğu için okuyucuyu sıkmadığı gibi, heyecan ve sürükleyicilik taşıyor. Kolay okunurluğu olan bu romanda ağdalı sözlere, betimlemelerde sık tekrara düşülmediğini, yer yer şiirimsi bir anlatımının da olduğunu söyleyebilirim; ama konusu hepsinden daha çarpıcı.

Hazırlık aşamasında olan farklı bir eseriniz var mı?

Evet, var. Şimdiye kadar yazdığım hikâye, anı ve seyahat yazılarımı toparlayıp bir kitap oluşturma gayretinde ve yazdığım son şiirlerimi bir kitap çatısı altında buluşturma düşüncesindeyim.

Son olarak gazetemiz okurlarına neler söylemek istersiniz?

Önce Vatan Gazetesi’nin okurlarına sonsuz başarı ve şans diliyorum. İnanın, evrensel bakış açısına ulaşınca hayat, daha da güzelleşiyor. Bu güzelliğe ulaşmanın tek yolu da okumaktan geçiyor. Bolca okuyarak, kalıplara sıkışmadan özgür düşünce alanlarında yaşayalım bu güzel hayatı. Sevgiler her birine…