Kara Sevda yıllarından beri severek izlediğimiz, her geçen gün başarılarına yeni bir ilki ekleyen Ali Burak Ceylan… Henüz yeni final yapan Benim Hayatım dizisinde seni izledik. Kalp Atışı dizisinden sonra projenin seni heyecanlandıran yönü ne oldu?

Kalp Atışı dizisinden sonra benim yapımını üstlendiğim iki filmin yapımcılığını yaptım. Bu vesileyle ciddi bir drama filmini yapıyor olmak oyunculuk yapmayı mümkün kılmıyor. Hem yapımcılık hem oyunculuk kendi alanlarında özveri ve disiplin gerektiren ve başka bir alana çokta müsaade etmeyen bir işkolu… Benim Hayatım dizisinde oynadığım “Ufuk” karakteri beni çok etkiledi. Toplumumuzda çoğu erkek çocuğu babaları tarafından uyurken sevilirler, bu yüzden de sevilmediklerini düşünürler. . Ufuk, toplumdaki erkek çocuklarını anlatan, sevgisiz büyümüş bir çocukluğu yansıtıyor. Yaşam mücadelesi, karnını doyurma mücadelesinden dolayı bu tür duygusal ihtiyaçları vermekte balar hep geride kalmış. Ufuk’un dizideki karakterinden dolayı maddi olanakları olsa da bir noktadan sonra insanın doğum ve ölüm arasındaki tek şey sevgidir. Ufuk, sevgiden mahrum kalan bir çocuğun ailesi içerisindeki kendini ispat ve sevgi arayışını anlatıyor. Ufuk’un bu karakteristik özelliği beni çok cezp etti. Özetle çocuklarınızı sevin, soru sorun, onlarla konusun. Eksik bırakılan yerleri sokakta en olmadık kişilerle doldurmak zorunda kalmasın ufuklar…

Bir oyuncu olarak önüne birçok senaryo geliyordur. Okuduğun bir hikaye ya da senaryo da seçici mi davranırsın? O projenin seni heyecanlandırması için ne ararsın?

Her oyuncu okuduğu senaryonun içerisinde birçok şey arar. Öncelikle ben bir “Dava” ararım. “Bunu ben neden oynamalıyım? Bunu ben oynadığımda bana ne öğretecek? Ben bu karakteri oynarken izleyenlere ne öğreteceğim?” bu soruları doğru cevaplayabilmek bir işi kabul ederken kullandığım en kolay matematik. Bence her karakter anlamlıdır, ama ben o anlamı ne kadar verebilirim, önemli olan bu. 

Bazen bir tiyatro sahnesi bazen sokakta rastlaştığın bir set hatırası ya da idolün olarak içinde büyüttüğün bir oyuncu… Senin için mesleğine duyduğun aşkın, o büyüye kapıldığın anın bir tarifi var mı?

Bu his ve duygu kişinin kendine itiraf ettiği ya da ben oyuncu olmalıyım dediği bir nokta olmuyor. Ben kadere ve kısmete çok inanırım. Herkesin bu hayatta bir yolculuğu olduğunu bilirim. Kimisi ben oyuncu olacağım diye bu yolculuğa çıkıyor, kimisinin yoluna oyunculuk çıkıyor. Biraz sokakta büyümem, biraz Karadenizliliğin verdiği duygusallık ve girişkenlik biraz İkizler burcu olmanın verdiği farklı karakterleri hissetme, farklı karakterlere bürünebilme, duygularının devamlı hareket halinde olması oyunculuk yapabilmek için birçok kriterine ayak uyduruyordu. Oyunculuk benim için bir deneyim yolculuğuydu. Hilal Saral’la tanıştım ve ondan aldığım eğitimler sonrasında “Kara Sevda” dizisine başlamış oldum. Hilal Saral oyunculuk serüvenimin en bilinen yüzüdür.

2 yıl önce genç yaşta kaybettiğimiz Neslican Tay’ın filmini heyecanla bekleyen izleyiciler arasında ben de varım. Neslican’ın filmini beyazperdeye aktararak seyirciye neyi anlatmayı hedefliyorsunuz?

Çağımızın en büyük hastalığı kanser veya korona virüs değil, çağımızın en büyük hastalığı umutsuzluk. Umutsuzluğa karşı mücadele verirken etki ve tepkilere karşı duyarız. Hepimizin umutsuzlukları başkadır. Neslican’ın umutsuzluğuna vesile olacak şey, -Neslican’ın deyimiyle- vücudunda kafasına göre bölünüp, vücudunu tüketen hücrelerdi. Neslican en çokta kansere karşı mücadele değil, umutsuzluğa karşı mücadele verdi. Ve bu mücadelenin reçetesi herkes kullanabilsin diye bizlere miras bıraktı. Bizlere de anlatmak nasip oldu. Ben inanıyorum ki, onun filmini izledikten sonra herkes “Yaşamak için çok sebebim varmış” diyecek. Biz bu filmi Kerim Altıntaş, Serkan Güney ve Ali Burak Ceylan olarak üçümüz yapıyoruz. 

Televizyona ilk başladığın yıllarda mesleğe küsüp evinin önünde kestane tezgahı açıp, kestane sattığını anlatmıştın. Zorluklara karşı her koşulda direnen ve kendi seçeneğini kendi yaratan bir Burak görüyorum. Bu hep böyle miydi?

Kestane tezgahım varken, aynı zamanda at ve binici antrenörüydüm. O döneme göre çok iyi paralar kazanabiliyordum. O zamanlar atlarla ilgili bir televizyon programı yapma hayalim vardı. Ancak sadece birkaç bölüm yapabilince, biraz da espriyle karışık, program olana kadar kestane satacağım dedim ve sözümün arkasında durup sattım. Programın olmayacağını anlayınca ikisini birden bıraktım, ama lafımı yere düşürmedim yaptım. O zamanlar yurtiçi ve yurtdışında birçok kişiye sporcu ve at yetiştirdim. Bedensel ve zihinsel engelli vatandaşlarıma terapiler de yapıyordum. Kestane tezgahı bunun bir örneğidir. Küçükken su da sattım, broşürde dağıttım ve bunlarla gurur duyuyorum. İtiraf edeyim 8-10 yaşlarında korsan cd de sattım. Yapımcı olduğum noktada bir etkisi var mıdır, bilinmez ama espri ile yıllarca anlatacağım bir anı oldu ve artık bir anlamı var. 

Çok hayal kuran bir çocuk muydun? 

Hep hayal kurardım. Memleket olarak ben Trabzonluyum. Ekleyeyim bir de Sürmene… Bizim şehrimiz çok duygusal insanların var olduğu bir şehirdir. Kalbiyle yaşayan bir şehiriz. Kalbiyle hareket eden kişinin  hayatla ilgili hep bir derdi olur. Çocukken insanlara yararlı olabilecek bir şeyler yapmayla ilgili hep bir hayalim vardı. 

Nasıl bir ailenin içinde büyüdün?

Trabzonlu olmanın verdiği gereklilikle sert ve sahiplenici bir baba otoritesi, evlatlarını arzuyla kucaklayan bir anne, idol olarak benden 13 yaş büyük, ağırbaşlı, sokak kültürünü nezaketi ile bilen bir ağabey ve beni bütün dertlerimden, sıkıntılarımdan kurtaran bir abla ile büyüdüm. 

Bir röportajında hayatında olmazsa olmaz 3 şeyin içinde yazmak olduğunu söylemişsin. Buradaki yazmak kendine yazmak mı yoksa daha çok senaryo veya roman türü eserler bırak mı?

Hikayelerimin detayları öykülerini ben yazarım, kendi karakterimle ilgili o karakteri geliştirecek bazı nokta atışlarında bulunacak notlar alırım. Her şeyi yazmak olabilir. Düşünürken nefes almaya fırsat bulamıyoruz, ama yazmak tüm bu düşünceleri durultmak demek. Yazmak, bir harfin içerisinde 29 harfi daha görebilmek demek. Hiçbir şey yazamıyorsan, “Hiçbir şey yazamıyorum” yaz o bile başka denizlere açmak için bir sebep olacak. 

Uzaktan baktığında çok da görünmeyen ama keşke bu tarafımı daha yoğun gösterebilsem dediğin bir yönün var mı?

Herkesin keşkeleri vardır, ama ben keşke yerine şükür demeyi öğrettim kendime. Gösteremediğim her bir duygu başka bir gösteriyi ortaya çıkarıyor. Kendimi olduğum gibi kabul ediyorum ve beni böyle kabul edecek insanlarla ilişki kuruyorum. Bir gün keşke duygusunu yaşayabilirim, ama keşke demeyeceğim. Şükür…

Bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederim. Bir sabah kalktığında seni dünyanın en mutlu insanı yapacak bir dilek hakkın olsaydı ne dilerdin?

Ben zaten dünyanın en mutlu insanıyım, ama umarım bir sabah gözlerimi açtığımda dünyanın en mutlu insanı olduğumu fark ederim.

Yeni Çağrı Gazetesi’nden alıntıdır.