YARGIDA ADLİ YIL AÇILIŞ KRİZİ VE ÜÇ BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANININ GÖREVDEN UZAKLAŞTIRILMASI 

RÖPORTAJ: AV. MEHMET ŞAH ÇELİK

Yargıtay Başkanlığı tarafından 2 Eylül Pazartesi günü yapılacak olan 2019-2020 Adli Yıl Açılış Töreni Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda bulunan Beştepe Kongre ve Kültür Merkezi’nde olacak. Yargıtay, tören kapsamında Türkiye Barolar Birliği (TTB) ve 79 baro başkanlığına da davetiye gönderdi. Ancak şimdiye İstanbul Barosu dahil 51 Baro töreni boykot ederek açılışa katılmayacağını bildirdi. Töre katılacağını bildiren 3 baro ve TBB Başkanı Metin Feyzioğlu bulunmaktadır.  Bir tepki de töreni düzenleyen Yargıtay’ın içinden geldi. 20 kadar Yargıtay üyesi, törenin yapılacağı yer nedeniyle rahatsızlık duyarak Saray’a gitmeme kararı aldı. Yüksek Yargıda Adli Yıl Açılış krizine ilişkin tüm merek edilenleri ve gündemde çok tartışılan kayyum atamalarını İstanbul Barosu Başkanı Av. Mehmet DURAKOĞLU ile konuştuk. 

Başkanım Türkiye’nin hatta dünyanın en büyük barosu olan İstanbul Barosu’nun Yargıtay Başkanlığı tarafından düzenlenecek olan adli yıl açılış törenine katılmama kararı, uluslararası hukuk camiası tarafından da büyük bir titizlikle takip edilmektedir.  Öncelikle almış olduğunuz bu kararın nedenlerini öğrenebilir miyiz?

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen rejim değişikliği ile başlayan, OHAL ile devam eden süreçte yargı maalesef yürütmenin baskısı altına girmiştir. Demokrasinin vazgeçilmezi kuvvetler ayrılığının yok edildiğini ve kuvvetler birliğine evrildiğini, tam da yargı sisteminde oluşturulan tahribatla ilgili tartışmalar devam ederken Yargıtay’ın yeni adli yılın açılışı için yürütmenin başına ait mekânı tercih edilmesi aslında çok açık bir biçimde Yargıtay’ın kendisiyle ilgili bir konumu tayin etmekten başka bir anlama gelmediği açıktır.  

Bizim buna karşı çıkışımız, bu baskının meşrulaştırılması kaygısından kaynaklanıyor. Yargıtay bu tercihi yaptığı andan itibaren zaten var olan, tartışılan bu konumu bir anlamda da meşrulaştırmış oluyor. Yargıtay bu tercihi ile bir süre önce açıkladığı Yargı Etik Kuralları ve uluslararası taahhütlerine de ters davranmış oluyor. Yargıçlar için düzenlenmiş olan Bangalor Kurallarının 3. Maddesinin çok açık biçimde yargıçların sadece bağımsız ve tarafsız olmalarını değil, tarafsız ve bağımsız görünmeleri de gerektiğinin altını çizmek gerek. 

Şimdiye kadar 51 Baro törene katılmayacağını bildirdi, barolar tarafından alınan bu kararları nasıl değerlendiriyorsunuz? Karar almadan önce diğer barolarla bu konuda bir görüş birliğine vardınız mı?

Törene katılıp katılmama konusunda herhangi bir baro ile görüşmedik, alınan kararlar her baronun kendi tasarrufudur.  Ancak töre katılmama nedenlerini sıralayan baroların ortak değindikleri noktalar benzer olup ana hatları ile özetlersek; Türkiye’de yargının çok ciddi sorunları bulunmaktadır, tarihinde olmadığı kadar ciddi bir yargı krizinin yaşanmaktadır. Yargının kurucu unsuru olarak, savunma mesleği olarak sorunların içinde bulunmak ve bunları tartışmak bizim için de çok önemli olabilirdi. Fakat kuvvetler ayrılığı gibi çok ciddi sorunların yaşandığı bir evrede Anayasa’nın 104. Maddesine göre yürütmenin başı olarak tanımlanmış olan cumhurbaşkanının mekânında bu açılışın yapılmasını kabul etmek mümkün değildir.

Buradaki mekân basit bir konum tayini değildir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında Türkiye’de yeni bir rejimin başlıyor olmasının ortaya çıkardığı temel sorunlardan bir tanesi kuvvetler ayrılığının ortadan kalkmış olmasıdır. Yargının, yürütmenin baskısı altına girdiği, yargıya hâkim savcı atamasıyla başlayan ve kararlara kadar etki eden çok ciddi bir baskı kuruldu. Bu baskı giderek kuvvetler ayrılığını yok eden, kuvvetler birliğini doğuran bir sonuç ortaya koydu.  Bunun sadece bir yargı sorunu olmadığı, bunun bir demokrasi sorundur. Yargıtay’ın bu sorunların tartışıldığını yok sayarak yürütmenin başının mekânında böyle bir toplantının yapılmasını istemesini kabul edebilmemiz mümkün değildir. 

İstanbul Barosu ile törene katılmama kararı alan diğer barolar Yargıtay Başkanlığı’na adli yıl açılışı davetine ilişkin manifesto niteliğinde törene katılmama gerekçelerini yazılı olarak bildirdiler.  İstanbul Barosu’nun gönderdiği yazının sonu ‘’Tarihe not düşmek adına’’ şeklinde bitmektedir. Bunu biraz açar mısınız katılmamamız gerçekten bu kadar önemli mi?

Yargıyı baskı altına almaya çalışan bir anlayışa teslim olmak istemiyoruz ve bu nedenle Yargıtay Başkanlığı’na adli yıl açılışı davetine ilişkin verdiğimiz cevabın sonuna tarihe not düşmeyi amaçladık, biz avukatız. Avukatlık bir itiraz mesleğidir. Avukatın itiraz nedeni de yaptığı işle, karşı karşıya geldiği konumla ilgilidir. Avukatlık Kanunu’nun 76 ve 95. Maddesi barolara çok açık bir biçimde hukukun üstünlüğünü korumak, insan haklarına dayalı bir düzen oluşturmak konusunda avukata görev verir. Geriye dönüp baktığımızda bu anlayışı göstermezseniz, bu mücadeleyi vermezseniz hiçbir şey elde edemezsiniz. Bu mücadele sadece iktidarlara karşı gösterilir. İktidarın adı, partisi, başındaki kişi önemli değildir. Biz avukatız ve herkese lazım oluruz. Böyle bir tablo varken mücadeleyi bir kenara bırakmak, bu tablo varken mücadeleyi teslimiyetle eşitlemek, bu tablo varken mücadele yerine müzakereyi tercih eden bir konuma gelmek kabul edilebilir bir tablo değildir”

Türkiye Barolar Birliği (TBB) açılışa katılacağını açıkladı. Törende konuşma da yapacak olan TBB Başkanı Metin Feyzioğlu katılmayacak baroları “tuzu kuru” diye niteledi. Ancak 10 kişilik TBB yönetiminden 6 üyenin de törene katılmama kararı alması ile birlikte Başkanın bu açıklamaları hakkında düşüyorsunuz?

Türkiye Barolar Birliğinde yaşananları eksen kayması olarak görüyorum 10 kişilik Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu üyesinin adli yıl açılış törenine katılma konusunda yapılan oylamadan 7 kişi katılma konusunda oy kullanırken 3 üye katılmama konusunda oy kullanarak karara muhalefet şerhi eklemesine rağmen törene sadece 4 yönetim kurulu üyesinin katılması yarıca şaşırtıcı buluyorum.   

Son olarak başkanım bir hukukçu olarak üç büyükşehir belediye başkanını görevden alınmasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Türkiye bir kez daha hukuk yok sayılmıştır.  Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediyelerinin seçilmiş belediye başkanları görevden alınarak, yerlerine bu illerin valileri kayyum olarak atanması, darbe sonrası yaşadığımız hukuksuzlukları bir kez daha uygulamaya konulmuştur. Bu utanca ikinci kez tanıklık ediyoruz. 2016 yılında da yine çok sayıda belediye başkanı gözaltına alınmış, aynı şekilde seçilen 96 belediye başkanının yerine kayyum atanmıştı. OHAL’in hukuksuz uygulamaları, OHAL kalkmış olmasına rağmen hız kesmeden devam etmektedir. Demokrasi, hukuk bir kez daha askıya alınmış, yerle bir edilmiştir. 

31 Mart 2019 seçimleri arifesinde, “seçilirlerse kayyum atarız” tehdidi henüz unutulmamıştır ve YSK tarafından adaylıkları onaylanarak seçilen üç belediye başkanının, daha beş ay geçmeden devam eden ve henüz kesinleşmeyen soruşturma ve davalar gerekçe gösterilerek “idari karar” ile görevlerinden uzaklaştırılmaları, idarenin yargı üzerindeki vesayetini bir kez daha ortaya koymuştur. Bu uygulama ile Türkiye’nin idari yapısının yanı sıra, yargısı da ağır bir darbe daha almıştır. 

Seçim ve onun tezahürü olan halk iradesinin, idari bir karar ile ortadan kaldırılması en hafif deyimiyle “sivil darbe”dir. Halk iradesine karşı gerçekleştirilen bu darbe, Türkiye’nin demokrasisine bir yarar sağlamayacaktır. Ayrıca daha önce İstanbul, Ankara ve başka illerde AKP’li belediyelerde uygulandığı üzere; görevden alınan belediye başkanlarının yerine, belediye meclis üyelerinden birinin başkan vekili olarak seçimine olanak vermeden doğrudan kayyum atanması, açıkça bir çifte standarttır. Bu hukuka aykırılığı daha da katmerleştirmiştir.