ASLI MERCAN SARI

YAZAR BÜŞRA DEMİR GÜL

Bu hafta Kültür Sanat röportajlarımda yine baştan sona dolu dolu bir hanımefendi var Eğitimci Yazar Büşra DEMİR GÜL. Muazzam kalemlerden ve meziyet sahibi olan saygın bir kadın röportajlarından bir tanesi. Gün geçmiyor ki hayattaki bu güzel yolculuğuma güzel bir insan daha ekledim demeyeyim. Kabul hep beraber çok güzel insanlar tanıdık işte tam da onlardan bir tanesi. Mütevazı olaylara bakış açısı ve duruşu çok asil. Kendisi Samsun Doğumlu. Okul Öncesi Öğretmeni. Kitabı Adım Süreyya'yı Sevgili oğlu Mustafa Kemal'e ithafen yazmış. Sevgili Aslı Hanım; Kısaca ben Bulduğu her boşlukta okuyan, insanlarla sohbet halindeyken bile aslında kalemi için bir şeyler toplayan, öğrencileri için hep öğrenen, çocuğu için sürekli üreten; doğa, seyahat ve kitap aşığı bir öğretmen, kabul buyurursanız da çiçeği burnunda bir yazan kişi diyelim. Ayrıca Bir yazar olarak hedefimiz hep daha fazlasını yazmak ve yazdıklarımızın daha çok insana dokunmasını sağlamak. Kadınlara ve çocuklara dokunabilecek projelerde yer almak en büyük arzum diyen Sevgili Büşra Hanım ile röportajımız sizlerle.

Söyleşimize sizi tanıyarak başlayabilir miyiz? Kimdir Büşra DEMİR GÜL? Bir günü nasıl geçer?

23.07.1987 Samsun’da doğmuş diye başlayıp; Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sinop Eğitim Fakültesi Okul Öncesi Öğretmenliği mezunu, 10 yıldır fiili olarak okul öncesi öğretmenliği yapan, 1 çocuk annesi diye devam eden biyografileri çok da sevemedim galiba ben… En iyisi şöyle diyelim. Bulduğu her boşlukta okuyan, insanlarla sohbet halindeyken bile aslında kalemi için bir şeyler toplayan, öğrencileri için hep öğrenen, çocuğu için sürekli üreten; doğa, seyahat ve kitap aşığı bir öğretmen, kabul buyurursanız da çiçeği burnunda bir yazan kişi diyelim.

İlk kitabınızı çıkartmayı ne zaman ve nasıl düşündünüz?

Kitabı çıkartmak aslında sürecin son evresinde akla gelen. Bazen bakıp bakıp “Kim derdi elime alacağımı ”diyorum. Yani elimize alacağımızı düşünerek başlamıyoruz aslında. Yazmayı sorarsanız o ateş hep vardı içimde. Özellikle üniversite döneminde mini anektodlar, şiirler ile ete kemiğe büründü. Kitap yazabileceğime inandığım zaman dilimi ise öğretmenliğimin ilk 5 yılından sonrasına denk geliyordur. Yapabilirim dediğimde 2013 yılının Kasım ayıydı…

Meraklılarına isim neden “Adım Süreyya”?

Kitap Zeynep öğretmen ve Süreyya’nın hayatlarının birbirine dokunuşunu anlatıyor. İlk etapta Zeynep öğretmen Süreyya’yı düştüğü yerde toplarken, ikinci etapta Süreyya Zeynep öğretmenin elinden tutuyor. Birbirine dokunan iki insanın hikâyesinin ismi başladığı yerde doğmalıydı. Kitabı okuyanlar hatırlayacaktır. Adım Süreyya ”ilk karşılaştıkları sahnede bir diyalogdan alıntı…

Konularınızı nasıl seçiyorsunuz? Konu seçimi tesadüfimi oluyor ya da hayatta karşılaştığınız bazı olaylardan mı etkilenip yazıyorsunuz?

İnsanın bir bütüne ait olup o bütünden kopuk düşünmesi pek mümkün olmuyor. Hal böyleyken yaşadığımız ya da tanık olduğumuz olaylar, ülkemizdeki sosyal sorunlar, kadına bakış, ilişkilere yüklenen anlamlar, mesleğimizin yansımaları, gözlemlediklerimiz benim malzemem. Ancak kitaptaki şahıslar, mekânlar ve kurgu tamamen tesadüfi seçilmiş denebilir. Yazarın işi kurgu ile gerçeği harmanlamaktır.

Yazın yolculuğunda ruh dünyası karakteristik mi olmalı?

Bir karakter kitabımı girmişse, onun tüm duygu dünyasını yansıtmış olmayı isterim. İnsanlar gözlerini kapattığında Zeynep öğretmeni, Süreyya’yı, Şoför Recep’i, anne Gül Çiçek’i, Doktor Vedat’ı zihinlerinde her yönüyle doğru analiz edebilmeliler ve doğru yere koyabilmeliler. Karakterlerin derinliği olmalı.

Melankolik misiniz?

Bir fincan kahve, titrek bir mum ışığı ve mis gibi kokan bir tütsü eşliğinde iflah olmaz bir melankoliğe dönüşebilirim. Çoğu zaman dünyaya duvar örmeyi seviyorum sanırım.

Yaşadığınız coğrafyanın yazın yolculuğuna etkisi var mıdır?

Yaşadığım çevreden bağımsız düşünüp muazzam bir “ütopya ”sergilemeyi isterdim. Ancak ezilen kadınlar, köy öğretmeni olmanın zorlukları, şiddet gören çocuklar, inançları yüzünden bitirilmeye mecbur bırakılan ilişkiler, sosyoekonomik koşullar kitabımda bol bol yer aldığından; yolculuğumun temellerini ülke gerçeklerinin üzerine kurmuşum diyebilirim.

Son zamanlarda çok fazla gözler önünde olan, reklam uğruna, satış uğruna özellikle kitap çıkaran yazarlar var. Başarılı oluyorlar bu bir gerçek. Düşünceleriniz?

Önce sosyal medya fenomeni olup belli bir takipçi sayısına ulaşıyorsun. Sonra da o kitleyi memnun edecek bir “kitap ”çıkarıyorsun oluyor ve bitiyor. Ortaya çıkan ürüne olmuş ya da olmamış deme haddini kendimde bulmuyorum ama ben seçici bir okurum. Herkesin de öyle olmasını isterim. Zira eleştirdiğimiz bu insanları da toplum yaratıyor. Yazan yazıyor da, alan dönüp kendine bakıyor mu? Arz talep meselesi.

Sevgili Büşra Hanım sizin yazma tarzınızdan bahseder misiniz? Mesela nasıl bir ortamda yazmayı tercih ediyorsunuz?

Okumak için sakin bir köşe tercihim olsa da yazmak için zaman ve mekândan bağımsızım diyebilirim. Gözlemlediğim ve kalemimde beni besleyeceğine inandığım “o anları erteleme lüksüm yok çünkü. Yolda, otobüste, sınıfta… Her daim minik bir not defteriyle…

Kitabınızda kendinizden soyutlanmış karakterlerimi yoksa sizi yansıtan karakterlerimi anlatmak daha güzel geliyor? Yani eserlerinizin sizi yansıtması hoşunuza gider mi?

Farklı karakterlerin ruh dünyasını anlamaya çalışıp, onlar gibi düşünebilmeyi tercih edenlerdenim. Farklı kimlikleri; benim dışıma çıkabilenleri daha çok seviyorum diyebilirim hatta. Âmâ kitabın içerisine “Bu cümleyi okur okumaz aklımıza sen geldin ”tadını eklemeyi de unutmam başka bir bağ okuyucuyla…

Kitabınızı yazmaya başlarken kurguyu önceden mi belirlersiniz?

Giriş ve gelişme kısmını önceden belirlemiştim. Âmâ sonu kendime de sürpriz olsun istedim. Gelişme kısmından sonrası tamamen yazdıkça gelişti diyebilirim.

"Adım Süreyya" isimli ilk Roman kitabınız piyasada satışta. Genel tema ve içerikden biraz bahsedebilir misiniz?

Süreyya ve Zeynep öğretmenin birbirine dokunan yolcuğu diyebilirim. Zeynep öğretmen çocukluğunu yetiştirme yurtlarında geçirmiş, bir dağ köyüne atanmış genç, idealist bir öğretmen. Süreyya annesinden ayrılmak zorunda kalmasıyla birlikte kardeşlerine bakmakla yükümlü epilepsi hastası bir çocuk. Ve tahterevallinin iki ucundaki bu ikilinin hayatını tam ortadan etkileyen misyoner bir doktor. Fazlası da okurun gizem hakkı olsun diyelim Aslı Hanım.

Bazı sorular vardır bu sorumda evet artık bırakıyorum Aslı Hanım diyen kalemdaşımıza çok rastladım. Yazmak sizin için hayat boyu sürecek bir serüven mi yoksa yazmayı bırakmayı düşündüğünüz bir zaman var mı?

Bırakmak ne kelime Aslı hanımcığım. Daha yeni başladık. Son nefese kadar kalemimizle inşallah…

Edebiyat dünyasında gördüğünüz en bariz sorun?

Tam da bugün bunu düşünmüştüm. Bir yayınevi reklamı gördüm. Cümleyi eksiksiz aktarıyorum: ”Herkese kitabını bastırma fırsatı sunuyoruz. Başvurularınızı geri çevirmiyoruz.” Bundan daha korkunç bir sorun göremem ben. George Orwell’ın Hayvan Çiftliği eseri ile  Proust’un Kayıp Zamanın İzinde eseri ile önce reddedildiği yazın dünyasından, ne getirirseniz getirin çaresini buluruzculuğa dönüşmüş kapitalist yazın dünyasına…Keşke çözüm bulmak benim yetkim dahilinde olsa. Âmâ bu kitaplar basım aşamasına gelene kadar daha titizlikle seçilebilirler. Biraz daha özen…

Son zamanlarda iyice meşhur olan ama içeriğe sahiden önem verilmeyen Edebiyat Dergileri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Dergi okumayı seven biri olarak yine seçicilikten yana olmalıyız diye düşünüyorum. Sırf poster, bardakaltlığı, kitap ayracı akımı var; bir de güzel sosyal medya pozu çekilir diye bakarsak olaya aynı yazarların aynı romantik söylemleri her ay başka bir biçimde ısıtıp ısıtıp önümüze getirdiği dergilerle devam ederiz. Âmâ hepsini de aynı kulvara koyarsak haksızlık ederiz. Çok beğenerek takip ettiğim dergiler var.

Yazın yolculuğunda gelecek ile ilgili projelerinizden bahseder misiniz?

Bir yazar olarak elbette ki hedefimiz hep daha fazlasını yazmak ve yazdıklarımızın daha çok insana dokunmasını sağlamak. Kadınlara ve çocuklara dokunabilecek projelerde yer almak en büyük arzum…

Ne tür okuyucu kitlesine hitap ediyorsunuz?

Böyle bir kısıtlandırmayı okur olarak kendime yapmadığım gibi okuyucularıma da yapmak istemiyorum. Ben skalası geniş bir okurum ve bunun gerekliliğine inanırım. Bir okuyucu her türe şans vermeli diye düşünüyorum. Ama illa ki kategorize edeceksek Çalıkuşu tadında seven okurların ilgisini çekecektir diye düşünüyorum.

Yeni bir projeniz var mı? Var ise kitap ne zaman çıkıyor ve okuru bu yeni kitapta ne gibi sürprizler bekliyor?

Evet var. Bu kez varlık sofralarını ve yokluk sofralarını koyacağız okurlarımla terazinin iki ayrı kefesine. Sokağın çocuklarına uzanan bir hikâye olacak inşallah.

"Adım Süreyya" ile birlikte güzel bir okur kitlesi yakaladınız bunu yakınen takipteyim. Kitap ile sizce ilgili dönütler nasıldı?

Aslı Hanım gerçeği söylemek gerekirse işin başında çocuğuna laf gelecek anne gibi korktum eleştirilmekten. Biri ufacık olumsuz bir şey söylese üzüldüm. Âmâ şimdi o noktayı aştığıma inanıyorum. Çok beğenen de oldu, şurası şöyle olsa daha iyi olurdu diyen de. Âmâ henüz çok yıkıcı bir eleştiri almadım, dönütler genelde olumlu yönde. Ben hayal ettiğimden fazlasını yaşıyorum ama gönlüm tabi ki daha çok insanla aynı duyguda buluşalım istiyor…

 Bende bu yazın meziyetin sonradan kazanıldığına inananlardan değilim.  Sizi yazmaya özendiren şeyler neydi?

Size kesinlikle katılıyorum. Bu kesinlikle içsel bir kazanım. Sonradan olduğuna inanmıyorum. Ancak inandığım bir şey var ki içimizdeki potansiyeli dışarı çıkaran da bir şey var. O da okumak. Sözcükleri o kadar çok yuttuk ki artık bizden taştılar diye düşünüyorum…

Kimsenin okumayacağını bilseniz bile yazar mıydınız?

Kesinlikle yazardım. "Söz vermiştim kendi kendime: yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kâğıt kalem aldım oturdum. Ada’nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım." Diyor ya Sait Faik Abasıyanık misal…

Yaptığım bir çok yazar söyleşilerinde Türkiye de ki yayın evleri ile yazara değer verilmediği hususunda ilgili çok şikayet alıyorum. Sizin konuyla ilgili düşünceleriniz nelerdir?

Yukarıda bahsettiğim gibi kitap basma kriteri düşük tutulduğunda ve her gün onlarca kitap çıktığında değerin düşük olmasını normal buluyorum. Bir bardak suya bırakılan taş mı daha net gözükür okyanusa bırakılan mı? Sanırım bizler de kitaplarımızı okyanusa bıraktık.

Türkiye’de kitap yayımlamak zor mudur?

Bu yolculuğa adım atacak lakin hiç bilmiyorum ne yapacağımı diyen genç kalemdaşlarımız için bir kitabı yayımlatmak için hangi süreçlerden geçmek gerekir?

Yazma heveslilerine şunu söyleyebilirim. Siz elinizdeki taslak dosyanıza güveniyorsunuz. Ve her şeyin çok güzel olacağına inanıyorsunuz. İnanın da zaten. Elinize kitabı aldığınızdaki o an her şey çok güzel olacak. Âmâ süreç çok yorucu. Yayınevleri tarafından havada kapışılmayacağı gerçeğini bilerek yola çıkın. Okyanusa bir damla bırakmaya çalışıyorsunuz çünkü bu piyasada. Köklü yayın evleri genelde dönüş dahi yapmıyor. Daha mütevazı seçeneklere yönelelim diyorsunuz. Bu seferde ciddi bir maddi külfetin içinde buluyorsunuz kendinizi. Maddi ve manevi sorumluluğu alarak yola çıkmak lazım. Ve olayın heyecanıyla acele etmemek lazım. Hem sizi maddi olarak zorlamayacak hem de kitabınızı sıçratabilecek reklamı da size sunabilecek seçenekler üzerinde uzun uzun araştırma yapmak lazım.

Okumayı sevmeyen bir milletiz. Günümüzde gençlerin sosyal mecralarda çok zaman geçirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz Hocam?

Ben doğru kullanıldığında şiddetle sosyal medya karşıtlığı yapan birisi değilim. Kendimde kullandığım bir şeyi gençler kullanıyor vay şöyleler vay böyleler diyerek ahkâm kesme hakkını bulmuyorum kendimde. Âmâ gençler artık bunu kullanmanın ötesinde bununla yaşıyorlar. Sosyal medyaya konulmayan şeyler “yok ”hükmünde artık. Bir sabah uyansak ve hayatımızdan çıktı deseler insanlar bu kadar çok gezer mi, yer mi, içer mi diye düşünüyorum bazen. Ve maalesef gençler oradaki şaşaalı yaşamı örnek alıyorlar kendilerine. Herkes aynı hayatı yaşıyormuşçasına bir yarış. Kitap okumak ihtiyaç listesinin çok gerisinde maalesef. Umarım dengeler değişir. Bunda bizlerin de sorumluluğu olduğunun farkında hareket edeceğiz elbette ki.

Klasik sorularımdandır. Eskiden yazarlar görünmezdi şimdi ki yazarlar şöhretli olma baskısı mı hissediyor?

 Aslında yazarın görünmesine çok yanlış bakmıyorum. Yazar okuyucusu ile bağ kuracak kadar görünebilir de elbet. “Âmâ kitabın önüne geçiyor muyum? Noktasını iyi belirlemek lazım. İşte o noktaya ulaşıldığında artık ne yazdığının önemi kalmıyor. Reklamcı-müşteri ilişkisine döndüğünde sevimsizleşiyor bana göre. Bakıyorum da bağırıyor mu Orhan Pamuk? Bağırıyor mu Zülfü Livaneli?

“Siz hiç bir sarrafın bağırdığını duydunuz mu ?”diyor ya üstad Necip Fazıl Kısakürek misal…

Neden şu an rövanşta olan şiir, öykü ve deneme değil de roman yazarlığı?

Bir olayda süreç ile sonuç arasındaki mesafeyi uzun uzun doldurmayı sevdiğimden belki de. Zihnimdeki filmi en rahat aktarabildiğim yol roman. Âmâ şiirinde yeri apayrı. Hatta kitabın içerisinde Zeynep öğretmenin dilinden birçok şiirde var. Roman içerisinde şiiri de es geçemedim tamamıyla yani…

Peki, bu yolculukta ne zaman ben artık yazarım diyebildiniz?  Ya da kendinizi "yazar" olarak tanımlıyor musunuz? Sizde Estağfurullah Aslı Hanım gönül işcisiyim diyenlerden misiniz?

Sözlükte geçen anlamıyla  “Kitap yazan veya kitap hazırlayan, bir eseri ortaya koyan ve eserin sahibi olan kimse” manasına gelen yazar olmaksa elimizdeki kitapla olduk diyelim Aslı hanımcığım. Âmâ olmak bence çok iddialı bir kelime yolumuz çok uzun, öğrenecek çok şey var. O yüzden ben sözlüğü bir kenara koyup “Estağfurullah Aslı hanım, ben gönül işçisiyim “diyeyim.

Özellikle eğitimci kalemdaşlarıma sorduğum bir sorudur. Biraz uçlarda bu soru bu. Yazı yazmak sizce sizin tek mesleğiniz olabilir mi? Örneğin Orhan Pamuk gibi zamanınızın tamamını yazmak için kullanabilme imkânınız olsa ne kadar verimli olabileceğiniz kanısındasınız? Başka bir deyişle, tek uğraşınızın yazmak olduğunu düşünebiliyor musunuz?

Ebetteki daha farklı olurdu. Bizler iş hayatı ve ev sorumluluğunun dışında arda kalan süreyle yapmaya çalışıyoruz ne yapıyorsak. Ben kitap yazma olayına “İlham geldi yazayım” diye bakan biri değilim. Ciddi bir uğraş istediğini düşünüyorum. Bu da ciddi bir zaman ihtiyacı doğuruyor. Güzel olurdu, çok güzel olurdu. Âmâ öğretmenliğin hakkını da vereyim. İkisini birlikte yürütebilenlerden olmanın keyfi de başka diyelim.

Bende yazmak istiyorum diyen genç yazarlara tavsiyeler desem? Günümüzün gençliğine üç tavsiye verecek olsanız bunlar ne olurdu?

1.Yazmanın şartı okumaktır diyenlerdenim. Yazmaya ayırdığınız vakit kadarını okumaya da ayırın.

2.Not defterinizle dolaşın. Gün içerisinde kayıt alınması gereken çok şey yaşanabilir. Bilgisayar başında bekleyip ilham gelse de yazsam demeyin. Kâinat bir ilhamdır zaten. Her an, her şey yazılmaya değer olabilir.

3.Yazacağınız konuyla ilgili derin ve detaylı araştırma yapın. Kitabı elinize aldıktan sonra doğan aksaklıkları geri döndürmek mümkün olmuyor çünkü. Kendi kitabınızın en azılı okuru olun. Baskıya gitmeden önce 10 kere 20 kere okuyun gerekirse… Geriye dönme şansım olsa öyle yapardım. Aceleci olmamakta fayda var.

Son Olarak gündemde ısrarla kalmaya devam eden bir türlü bitmek bilmeyen çocuk istismarları, kadın cinayetleri ve hayvana şiddet hususunda neler söylemek istersiniz?

Coğrafyadan etkileniyor musunuz diye sorulduğunda tam da bunu demek istemiştim. Her gün gazete ve televizyonlarda kadının, çocuğun ve hayvanların şiddet gördüğü haberlerinin yayınlandığı bir ülkede kalemimizi bunlara nasıl kapatabiliriz. Toplumsal sorunlara gözünü, kulağını kapatan insanlar olmaya devam edersek bir gün o haberlerin öznesi olmak zorunda kaldığımızda şaşırmayacağız. Bu yüzden en yüksek sesimizle bağıracağız. Kadınlarımıza, çocuklarımıza ve hayvanlarımıza dokunmayın diye. Ve kalemimizi her daim onlar için konuşturacağız. Ben ilk kitabımda kadını yazdım, ikinci kitabımda sokağın çocuklarını sizinle buluşturacağım inşallah. Her yazarın da içinde bulunduğu topluma bu konuda borçlu olduğunu düşünüyorum.

Tanıdığım ilk gün enerjimizin buluştuğuna inandığım kıymetli Aslı Hanıma; sonsuz sevgi ve teşekkür ile…