ASLI M. SARI


 


 

Bu hafta röportaj konuğum Mustafa Ergün Şencan. Bu isme çok dikkat ediniz lütfen! Sanki başka bir âlemin insanı. Her tuşa bastığımda farklı duygular hissediyorum bu röportajda.  23:45 ve  İnsaNisyan kitaplarının yaratıcısı (yazarı). İlk olarak kitaplarını gördüğümde kapağı ve tasarımında başladı merakım. Okudum kitapları. Yıllardır kucağında kitap okuyarak uyuklayan ben, okumakta güçlük çektim dersem daha yerinde bir tabir olacaktır. Anlamaya ve algılamaya çalıştım eserleri. Aşırı üst düzey. Başka boyut.  İsimleri gibi ilginç! İfade edecek kelime bulamıyorum desem duygularımı ne dersiniz bu işe? Okuduğum satırlar 1000 yıl öncesine ait desem değil yarın desem değil gelecek desem peki?

Kendisine de sordum bu soruyu?  “23:45 için genelde hep aynı eleştiriyi aldım Aslı Hanım” dedi. Okurlar, “ilk okumada tam olarak kavramak zor” şeklinde bir dönüt verdiler. Roman dili olarak son derece naif ve akıcı, kurgu olaraksa ağır olduğunu ilettiler.

İnsaNisyan ise tür olarak Türkiye’de belki tek eser. Bu bağlamda okurlar çok fazla gönderme olmasından ve eserin dilinden memnun değiller. Ancak “şathiye” zaten başlı başına bir okuma kültürü gerektiriyor. Bir de nesir formatında olduğunda sırlara erişmek zorlaşıyor. Kısacası, elli sene erken yayımlandığını söylediler.

Bu kitapları ivedi olarak okumanızı, bu değerli yazarı acilen tanımanızı tanıtmanızı tavsiye ederek kelamı çok uzatmadan direk röportajımızı sizinle paylaşmak istiyorum.

Söyleşimize sizi tanıyarak başlayabilir miyiz kimdir Mustafa Ergün Şencan? Bir günü nasıl geçer?

Merhabalar, ben Ankara’da doğdum ve uzun yıllar başkentte yaşadım. Babam kamuda çalıştığı için yurdun pek çok şehrinde bulundum. İki farklı üniversitede biyoloji ve iletişim okudum. Askerlik görevimden sonra ilaç sektöründe çalışmaya başladım. Hemen hemen tüm bölümlerde bulundum ve pazarlama/satış üzerinde uzmanlaştım. Mesleğim gereği gezerken dağarcığımda çokça mekân ve insan biriktirdim.

 Çok küçük yaşlardan beri “bibliyoman” olma derecesinde kitap tutkunuyum. Asıl ilgi alanım “tasavvuf düşüncesi ve edebiyatı” olmakla beraber, klasik ve postmodern eserlere de ilgi duyuyorum. Bu konuda, hiç sıkılmadan, saatlerce konuşabilir veya dinleyebilirim…

Halen Konya’da oturuyorum, belirli işletmelere “kurumsal iletişim” başlıklı eğitim modülleri sunuyorum. Yerel bir gazetede köşe yazıları ve ajansımın blogunda web içerikleri yazıyorum.

İlk kitabınızı çıkartmayı ne zaman ve nasıl düşündünüz?

İlk yayım girişimime dair hoş olmayan hatıralarım var, eserimi önceden telif ettirmememden kaynaklı bir kayıp yaşadım. Lise zamanlarında (seksenlerin sonu) başladığım yazma serüvenine yaklaşık 10 sene devam ettim. Ağırlıklı olarak kültür-sanat sayfalarında yazdım. Fakat kitap yayımına, uzun süre, cesaretim olmadı.

İlk kitabımı 2019 yılında çıkartmaya karar verdim. Yani yazıldıktan yaklaşık 25 sene sonrasında… Bu konuda eşim ve yakın dostlarım çok ısrarcı oldular. Onlar baskı yapmasa belki hala el yazması olarak kalacaktı.

Kitaplarınızın ismini belirlerken göz önünde bulundurduğunuz kıstaslar nelerdir? Her hangi hikâyeleri var mı kitap isimlerinizin?

Çocukluk yıllarımdan beri sözcüklerle aramda soyut bir bağ olduğuna inanırım. Gerek tınısı gerekse anlamı açısından beni etkileyen kelimeleri mutlaka not alırım. Eserlerimin isimleri bu notlardan süzülerek bulundu. Her kitabımın adlandırılmasına dair bir hikâyesi vardır. Belki bir gün bunları da paylaşırım.

Konularınızı nasıl seçiyorsunuz? Konu seçimi tesadüfi mi oluyor ya da hayatta karşılaştığınız bazı olaylardan mı etkilenip yazıyorsunuz?

Konuların neredeyse tamamı içsel yaşantılarım ve soyut kavramlardan akıyor. Elbette sosyal olaylar ve insan edebiyatın temel eksenleridir. Bu bende daha fantastik şekil buluyor. Tesadüflere inanmam, hayatın temeli sabırla ve ince bir plan dâhilinde belirlenmiştir. Ancak etkilenişim tabi ki kaçınılmaz.

Yazın yolculuğunda ruh dünyası karakteristik mi olmalı? 

Bu soruya net cevap vermek neredeyse imkânsız. Ne kadar insan varsa o kadar da yürek ve beyin var; hangi anlamda algılarsanız algılayın, insandaki “ruh” algısı eksik kalacaktır. Orijinallik iyidir.

Yaşadığınız coğrafyanın yazın yolculuğunuza etkisi var mıdır?

Mutlaka, yaşanan coğrafya yazarı etkiler. Benim eserlerim, daha önce vurguladığım gibi, daha yoğunlukla içe dönük ve içsel kaynaklardan beslenen yapıdalar. Bu nedenle mekânlardan fazla etkilenmiyorum.

Son zamanlarda çok fazla gözler önünde olan, reklam uğruna, satış uğruna özellikle kitap çıkaran yazarlar var. Başarılı da oluyorlar bu bir gerçek. Bu husus hakkında düşünceleriniz?

Dijitalleşen dünyanın gönüllü esirleri bundan mutluysa bana ne demek düşer ki? Aslına bakarsanız çoğu sanatçı gibi ben de biraz üzgünüm ve biraz kırgınım… Sanatçı ile zanaatkârın karıştırılması tarihi trajedi!

Sayın Mustafa Ergün Bey sizin yazma tarzınızdan bahseder misiniz? Mesela nasıl bir ortamda yazmayı tercih ediyorsunuz?

KABA NE DOLDURDUYSAM DIŞINA DA O SIZIYOR

Yazım tarzı olarak, genelde bilinçdışı ögeleri “otomatik kalem” denilen bir teknikle kâğıda dökmeyi tercih ediyorum. Ortaya çıkanları bir süre demlendirip sonra yeniden elden geçiriyorum. Kısacası Hz. Mevlana’nın deyimiyle kaba ne doldurduysam dışına da o sızıyor.

Kitabınızda kendinizden soyutlanmış karakterlerimi yoksa sizi yansıtan karakterlerimi anlatmak daha güzel geliyor? Yani eserlerinizin sizi yansıtması hoşunuza gider mi?

Bu harika soru için teşekkür ederim. Maalesef “profesyonel” bir edebiyatçı değilim. Kitaplardaki karakterleri kendimden soyutlayamıyorum. Aslında eserlerimin beni yansıtması hoşuma gitmiyor ama bunu engellemeye çalışmak gibi bir kaygım da yok. Bazen “bunları ben mi yazdım?” diye şaşırmaktan memnunum.

Kitabınızı yazmaya başlarken kurguyu önceden mi belirlersiniz? Yoksa bütün olay örgüsü siz yazdıkça mı gelişir?

23:45 isimli romanım için çok detaylı bir kurgu yapmıştım. Karakterler nerede buluşacaklar, ne konuşacaklar ve bu durum onları nereye sürükleyecek belliydi. Ancak tarzım aslında bu değil. Ben sezgisel, hatta tesadüfi bir macerayı tercih ediyorum. Nitekim İnsaNisyan da bunu başardığıma inanıyorum.

Kitaplarınızda genel tema ve içerikten biraz bahsedebilir misiniz?

İki evrensel temayı seviyorum, terim anlamıyla “insan” ve klişe ötesinde “aşk” diyebilirim. İçerikler genelde vurgulama ya da altını çizmek anlamında bu temalardan sapabiliyor. Bu istisnalar dışında sabit denebilir.

Edebiyat dünyasında gördüğünüz en bariz sorun nedir? Bu soruna ne gibi bir çözüm önerisi sunulabilir? 

Aslı Hanım, sorunu bir örnekle özetleyebiliriz. Farzedelim evinize mobilya aldınız. Bunu bir kereste tüccarı görse ne der, bir marangoz görse ne der, bir mobilya uzmanı görse ne der? Yalnız ülkemiz değil, bütünüyle dünyanın yaşadığı değişim, yozlaşma ve cahil egoizmi bence temel sorundur. Çözüm önerisi olarak ne desem yetersiz kalacak. Sizi bir başka soruyla yanıtlayayım: Kim çözüm istiyor ki?

Son zamanlarda iyice meşhur olan ama içeriğe sahiden önem verilmeyen Edebiyat Dergileri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Alıcı seçici değilse satıcı da kafasına göre uydurmakta serbest kalır. Herkes kendi vicdanıyla başbaşa…

Yazın yolculuğunda gelecek ile ilgili projelerinizden bahseder misiniz?

Şu anda, üç farklı edebi türde, henüz yayımlanmamış eserlerim var. Bunları iletebileceğim ciddi ve güvenilir çalışma ortakları beni bulana kadar bekleyeceğim. Zira kendi kendime didinmekten yoruldum.

Ne tür okuyucu kitlesine hitap ediyorsunuz?

NİÇİN OKUDUĞUNU BİLEN BİR KİTLEYE HİTAP EDİYORUM

Kendi adıma hedef kitlem, hem doğu hem de batı edebiyatını okuyabilen insanlardır. Okumak için herhangi bir tür, bir zaman dilimi veya siyasi bir oluşum takıntısı olmayan herkese kapımız açıktır. Bence okuyucunun diğer özelliklerinden daha fazla ağır basan yanı niyetidir. Niçin okuduğunu bilen bir kitleye hitap ediyorum.

"İnsaNisyan ve 23:45" ile birlikte güzel bir okur kitlesi yakaladınız bunu yakınen takipteyim. Sizce kitaplarınızla ilgili dönütler nasıldı?

İNSANİSYAN TÜR OLARAK TÜRKİYE’DE BELKİ TEK ESER

 23:45 için genelde hep aynı eleştiriyi aldım. Okurlar, “ilk okumada tam olarak kavramak zor” şeklinde bir dönüt verdiler. Roman dili olarak son derece naif ve akıcı, kurgu olaraksa ağır olduğunu ilettiler.

İnsaNisyan ise tür olarak Türkiye’de belki tek eser. Bu bağlamda okurlar çok fazla gönderme olmasından ve eserin dilinden memnun değiller. Ancak “şathiye” zaten başlı başına bir okuma kültürü gerektiriyor. Bir de nesir formatında olduğunda sırlara erişmek zorlaşıyor. Kısacası, elli sene erken yayımlandığını söylediler.

Ben de bu yazın meziyetinin sonradan kazanıldığına inananlardan değilim.  Sizi yazmaya özendiren şeyler nelerdi?

Haklısınız, ben daha ilkokuldayken de yazıyordum. Yaş grubuma göre yine istisnaydım. Büyüyüp kirlendikçe cümleleriniz daha kontrollü ve daha keskin oluyor. Bence de sonradan yazmaya başlayan varsa da çok azdır.

Benim kendimce çıtalarım var. Şiir konusunda Yahya Kemal ve Ahmet Haşim zirvelerimdir. Tasavvuf yazını açısından ibn Arabî ve Yunus Emre ulaşılmazlarımdır. Felsefe için S.Kierkegaard ve F.Nietzsche diye devam eden kocaman bir listem var diyebilirim.

Yaptığım birçok yazar söyleşilerinde Türkiye'deki yayın evleri ile yazara değer verilmediği hususunda ilgili çok şikâyet alıyorum. Sizin konuyla ilgili düşünceleriniz nelerdir?

Kapitalizmin sirayet ettiği her alanda seviyeler var Aslı Hanım... Amatör küme takımında oynayan bir oyuncu ile süper ligdeki bir oyuncunun şikâyetleri farklı olabilir. Fakat sözde “menajerlik” sistemi aynı!

Kendi adıma, hak ettiğimi düşündüğüm yerde olsam değerimi sorgulardım. Günümüz toplumunda, her meslek adaletli bir “değer sistemi” sorgusunda bulunuyor zaten. Bence liyakat önemli, onlara göre karlılık!

Türkiye’de kitap yayımlamak zor mudur? Bu yolculuğa adım atacak lakin hiç bilmiyorum ne yapacağımı diyen genç kalemdaşlarımız için bir kitabı yayımlatmak için hangi süreçlerden geçmek gerekir?

LİYAKAT ÖNEMLİ

Eğer düşük bütçeli ve hatıralık mahiyette bir kitap istiyorsanız çok kolay. Parasını matbaaya veya matbaadan bozma yayınevine ödersiniz (mutlaka pazarlık yapın) sonrasında teslim alırsınız.

Eğer sanatsal kaygılarla, ciddi bir iş olarak kitap yayımlatacaksanız çok zordur. Mutlaka iyi bir editör, kapak tasarımcısı, son okuma uzmanı gibi ekibi olan bir yerle çalışmak gerekir. Genç insanlara önerim öncelikle dergiler, gazeteler, sosyal medya kanalları gibi mecralarda kendilerini geliştirmeleridir.

Okumayı sevmeyen bir milletiz. Günümüzde gençlerin sosyal mecralarda çok zaman geçirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kısaca, tebessüm ediyorum diyelim. Zira okumayı sevmeyen milletimiz, bu platformlarda okumak ve yazmak zorundalar. Siber iletişim böyle bir şey... Yani durumu trajikomik buluyorum.

Klasik sorularımdandır. Eskiden yazarlar görünmezdi şimdi ki yazarlar şöhretli olma baskısı mı hissediyor?

Toplumun kişileri değerlendirme kriterleri arasına “takipçi sayısı” ve “izlenme oranı” girdiğinden beri durum değişti. Ben çok tanınmış bir çehre olmayı asla istemem. Ancak eserlerimin yazılma amacı belli değil mi? Yazarını hiç tanımayan insanlar, onu olduğumdan yüksekte görmeyen kişiler neden kitabını satın alsınlar ki!

İnsanların çoğu ‘hayatımı yazsam roman olur’ der. Sizce herkes kitap yazabilir mi? Yazmak bir yetenek midir?

Aklıma klasik bir öykü geldi. Hani babası oğluna: “Sen adam olmazsın!” demiş ya, işte o kıssayı anımsadım. Evet, herkes kitap yazabilir ancak yazdıkları bir “sanat eseri” olur mu, bilemem!

Neden şu an revaçta olan şiir, öykü ve deneme değil de roman yazarlığı?

Çünkü roman kurgusu, akışı, dil bütünlüğü ve mesaj içeriği açısından daha zor. Hoş, gerçekten kaliteli ve terim anlamıyla “güzel” bir eser yazacaksanız diğer türler de zordur. Ben çoğunu denedim, evet zor!

Okumaktan hoşlandığınız Dünya ve Türk edebiyatı yazarları kimler? 

İnanın o kadar çok üstat var ki saymakla bitmez. Benim için özel olan birkaç ismi paylaşmak isterim: F.Kafka, İ.Turgenyev, H.Hesse, F. Attar, E. Geçtan, E. Timur, İ. Pala ve A. Alatlı…

Bu eserlerin yaratıcısı (yazarı) olarak ete kemiğe büründürdüğünüz kahramanlarınız ile aranızda nasıl bir hukukunuz oluyor?

Çok hoş bir soru! Eserlerimdeki pek çok kişilikle, özellikle rüyalarımda, karşı karşıya gelirim. Sıklıkla beraber vakit geçiririz. Böylece hem kahramanlar hem de ben sürece daha olgunlukla bakabiliyoruz.

Biraz uçlarda ve çok sevdiğim sorulardan. Yazı yazmak sizce sizin tek mesleğiniz olabilir mi? Örneğin zamanınızın tamamını yazmak için kullanabilme imkânınız olsa ne kadar verimli olabileceğiniz kanısındasınız? Başka bir deyişle, tek uğraşınızın yazmak olduğunu düşünebiliyor musunuz?

Ekonomik anlamda imkânsız olmakla beraber tek hayalim diyebiliriz. Biraz himaye ve destekle bunu başaran sanatçılar olmuş. Neden umut keselim ki belki bir gün, bir yerde ve bir sebeple…

Kitaplarınızı okumasını arzuladığınız bir okur prototipiniz oldu mu? Varsa, ona (okurunuza) ulaştığınızı düşünüyor musunuz? Ya da, daha geniş ve farklı bir okur kitlesine ulaşmak için ne/ler yapmalı?

NASİBİ OLAN OKUR VE NASİBİ KADAR FAYDALANIR

Hayır, bir okuyucu modeli öngörmüyorum. Anadolu’da “her şey nasip işi” diye bir inanç vardır. Bence de nasibi olan okur ve nasibi kadar faydalanır. Daha geniş kitlelere ulaşmak için, bu hizmeti veren köşe başındaki yasal mafyaya ulaşmak gerekir. Pandemi öncesinde böyle bir insanla tanışmıştım. Ciddi bir aylık ücretle kitap tanıtımı, dağıtımı ve satışını yaptığı söylemişti. Social network meselesi yani…

Adını yakın tarihte duymaya başladığımız yazarlar arasından severek okuduklarınız kimler?

Maalesef isim veremem. Özellikle bilim-kurgu ve polisiye alanlarında iyi yazarlar olduğunu söyleyebilirim.

Bende yazmak istiyorum diyen genç yazarlara tavsiyeler desem? Günümüzün gençliğine üç tavsiye verecek olsanız bunlar ne olurdu?

Kötü okuyucudan iyi yazar olmaz.

Erteleme, üşenme, vaz geçme.

Yazmak istemeyi bırak, şimdi yaz!

İleriye dönük kariyer hedefi planlarınız nelerdir?

Bu ülkede yaşayan bir vatandaş olarak “günü kurtarmak” mottosunu kariyer hedefim olarak belirliyorum.

Gündemde ısrarla kalmaya devam eden bir türlü bitmek bilmeyen çocuk istismarları, kadın cinayetleri ve hayvana şiddet hususunda neler söylemek istersiniz?

Bu konuda kalbimi ve ağzımı bozmaktan çekiniyorum. Sadece, bahsettiğiniz zulümlerin failleri “insan” değil, bu nedenle insanca haklara sahip olmamalılar diyebilirim. Toplumun eğitim, kültür ve yaşam seviyesi ne denli yüksek olursa bu olaylar da o kadar azalır? Caydırıcı cezası olmayan suça yönelen primatlara ne denebilir ki!

“Eğer sen sormasaydınız ben soracaktım” dediğiniz bir sorunuz var mı? Son sözü size bırakıyorum… 

Estağfurullah, bu güzel röportaj için müteşekkirim. Son söz Koca Yunus’a düşer: “Sevelim, sevilelim dünya kimseye kalmaz.”

Teşekkürler Mustafa Ergün Şencan.

Yolunuz Açık, yürek sesiniz daim, kaleminiz kavi olsun.

Röportaj: Aslı M. Sarı