Roman uzunluğu tam olarak belirlenemeyen drama düşmüş bireyin düz yazı ile anlatılışı; görenek, gelenek ve karakterlerin incelenmesi; duyguların, sezgilerin, saplantıların, korkuların, kinlerin, tutkuların, çelişkilerin; kısaca, bütünüyle insanın gerçek yaşantısının dökülüp işlenmesidir.
Avrupa’da romanın güçlenmesi, burjuvazinin toplum içinde egemenliğini sağlamasına paralel gelişti. Cervantes’in, Donkişot’u (1605-1615) romandaki en önemli kavşak noktasıdır. Donkişot, feodalizm çağının kapanıp onun yerine, burjuvazinin insafsız ve alaycı davranışlarının alınışını bütün çelişkileriyle birlikte ortaya koymaktadır.
18. yüzyılda burjuva sınıfının üstünlüğüyle roman, görülmemiş bir gelişme gösterdi. İngiltere’de Robinson Cruzo adlı roman ticaret burjuvazisinin gezginliğini anlatırken, öte yandan çağdaş toplumun, törelerdeki değişikliği ve serbestliği yansıtan romanlarda yazılır.
19. yüzyılda ise, konularını çağdaş olaylardan alan romanlar yazılmaya başlandı. Bunlardan Balzac, eserlerinde yaşadığı dönem Fransa’sını o kadar gerçek, o kadar ayrıntılı anlattı ki, bu konuda çağdaşları arasında onunla yarışabilecek kimse düşünülemez.
20 yüzyıla gelindiğinde, romanlarda bir değerler krizi işlenir. Drama düşmüş insanın anlatımı olarak nitelendirilmeye başlanır. Birçok sosyolog tarafından roman; “sosyoloji öncesi sosyoloji olarak” ta tanımlanır. Bu görüşü savunanlar pek haksızda sayılmazlar. Nitekim Charles Dickens olmasaydı İngiliz, Victor Hugo, Henore de Balzac olmasaydı Fransız, Dostoyevski ve Tolstoy olmasaydı Rus toplumlarının şuur altlarını nasıl tanıyacaktık? Onları nasıl analiz edecektik?
Fatma İrfan’a hapishaneden yazdığı mektupların, muhtelif bölümlerine roman konusundaki görüşlerini serpiştiren Kemal Tahir, Bağlam Yayınları tarafından neşredilen Sanat-Edebiyat Notları’nda, Türk romancısı ve sosyal gerçeklik arasındaki bağlantıyı şu şekilde kurmaktadır : “Bugün hiçbir toplum, tarihinden ve yaşadığı çağdan koparılıp ayrılmış olarak düşünülemez. Gerçekçi Türk romancısının, yerli gerçekleri arayıp bulmak için, yerli metodu da kurmak gibi, çetin bir ödevi de vardır.”
Romanlarında, Türk insanının diniyle, diliyle, tarihi ve kültürüyle, umutları ve hayalleriyle ele alıp işleyen Kemal Tahir, kendisinden sadık kaldığı  “roman toplumu yansıtmalıdır” anlayışını bütün eserlerinde sürdürmüştür.
Cemil Meriç’te, “Ne ararsan bulursun derde devadan gayri”  cümlesiyle başladığı 487 sayfalık, 40 ambar adlı kitabının üçte birini, “romanın romanı” na ayırmıştır. Çıkan sonuç : “Roman toplumun çocuğudur’.”