Büyük Devlet Adamı, Eşsiz Vatanseveri,

Ebedî Âleme İntikalinin 8’inci Yılında Hasretle Anıyoruz:

Kıbrıs Gazisi Emekli Yarbay ATTİLA ÇİLİNGİR Anlatıyor.

Oğuz Çetinoğlu: Sayın Denktaş’ın vasıflarını ortaya koyan bir hâtıranızı okuyucularımıza anlatır mısınız? 

AttilaÇilingir:  O büyük liderin kendisinden sonra seçilen 2’nci KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a görevini teslim etmeden önce, KKTC Devletinin 21’nci kuruluş yıl dönümünde; 15 Kasım 2004 târihinde Lefkoşa’daki tören alanında; Cumhurbaşkanı olarak son defa Kıbrıs Türklerine, Türk Milletine, Rum tarafına ve bütün dünyaya seslendiği son törende yapmış olduğu konuşmasında; çok önemli mesajlar vermişti. 

Benim de tören alanında bulunduğum o gün;  Rahmetli can Liderim Denktaş, her zaman olduğu gibi tam zamanında tören alanına geldi. Törene katılan birlikleri denetlerken gözlerindeki bakışlar; Beşparmak Dağlarında efsaneleşen Mücâhit Denktaş’ın 1963, 1964 direniş yıllarındaki kadar, 1974’te Mehmetçikle kucaklaştığı 20 Temmuz günündeki gibi kararlı ve dinçti. 

Yıllar boyunca, mücâhitleriyle birlikte omuz, omuza mücâdele veren; Saint- Hillarion’un zirvesinden Anavatan Türkiye’ye, Torosların mor lacivert görüntülerine özlemle bakan o gözler; ‘Cumhurbaşkanlığı görevim bitti ama daha henüz bu topraklara, Bu Gazi Topraklar uğruna hayatlarını fedâ eden şehitlerimize olan borcum bitmedi’ der gibi pırıl, pırıldı…

Gözlerini her kapayıp, açışında bu dâvâ uğruna vermiş olduğu mücâdele; sanki bir film şeridi gibi bakışlarının önünden geçer gibiydi…

Cumhurbaşkanı olarak huzurlarında ‘Mücâdele ve Cumhurbaşkanlığı’ yemini ettiği  ‘Ay Yıldızlı, Al Sancaklarımızı’ son defa selamladı. Gerektiğinde uğruna ölmek için ant içtiği,   

Törene katılan birlikleri son defa denetledi. Mehmetçiğin, Mücâhit’in hançeresini yırtarcasına söylediği  ‘Sağol’  sesini son defa işitti…

Ve sonrasında şeref tribünün de yerini aldığında; gözleri dalgın ve hüzün bulutlarıyla kaplanmıştı. Kolay değildi, bu devleti ne mücâdeleler sonrasında kurmuş, bir evlat titizliğiyle büyütmüş, ardında kalan o uzun mücâdele yıllarına, koskocaman bir ömür, türlü acılar ve zorluklar sığdırmıştı. Fakat sonunda başarmıştı.

İşte Devlet, İşte Millet. Tam karşısında duruyor, O’nu bir defa daha minnet ve şükran duygularıyla selamlıyorlardı.

Can liderim Denktaş; KKTC’nin 21’nci kuruluş yıldönümünde vatandaşlarının karşısına son defa Cumhurbaşkanı olarak çıktığında, ben de oradaydım. Tam iki koltuk arkasında…

Törende yapmış olduğu konuşma; aslında halkına, devletine vedâ, târih sayfalarına düşülen not niteliğindeydi.

 Konuşmasını sonlandırırken; ‘halkı ve doğup büyüdüğü topraklar için yaptığı her şeyi helâl etti. Halkından da helâllik aldı…’ Bu duygu yoğunluklu konuşmasıyla halkını Cumhurbaşkanı olarak son defa selamladı, vedâ etti…

Konuşmasını sonlandırıp, yerine oturduğunda;  güneş gözlüğünün ardına sakladığı gözlerinden akan iki damla yaşı kaç göz fark etmişti bilemem?

O’nun ne kadar hassas bir kişiliği olduğunu bilen yüreğim; hayatı acılarla yoğrulan Can Liderimin yüreğinden kopup, benim de gözlerini nemlendiren o iki damla yaşı fark etmişti…

Çetinoğlu: Muhterem Denktaş’ın aktif siyasetten çekildikten sonraki hayatı hakkında neler söylemek istersiniz?

Çilingir: Sayın Denktaş; Cumhurbaşkanlığı görevini teslim ettikten sonra köşesine çekilip, birilerinin istediği, umut ettiği gibi sessiz, sedâsız bir emeklilik süreci yaşamadı. Aktif siyâseti bıraktıktan hemen sonra, Lefkoşa Köşklü Çiftlikteki çalışma ofisinde kendisini ziyâret ettiğimde; bundan sonrası için nasıl bir yol izleyeceğini öğrenmek maksadıyla sorduğum sorulara, vermiş olduğu bilgi dolu cevaplarında verdiği mesajlar şöylece özetlenebilir:

-Kıbrıs Millî Dâvâmızın doğrularını, bu konuda milletçe elde etmiş olduğumuz hukûkî haklarımızı, hem Ada’da, hem de Türkiye’de yine millete anlatmaya devam edeceğim.

-Özellikle siyâsîlerin bu konuyla ilgili atacakları her yanlış adıma karşı çıkacağım. Bu yanlışların sebeplerini yine Türk Milleti ve Kıbrıs Türk Türkleriyle paylaşacağım, çözüm adına ortaya konulan ‘Birleşik Kıbrıs’ çatısı altında tek egemenlik, tek devlet, tek kimlik konusunun Ada’daki, Türklerin sonu olacağını ifâde etmekten vazgeçmeyeceğim...

Sayın Denktaş; bu söylediklerini son nefesine kadar uyguladı. Kıbrıs konusuna damgasını vurmuş bir devlet adamı olarak, tecrübelerini paylaşmak adına AB sürecinde Annan planına karşı, sonrasında ise; 2008 yılından itibâren taraflar arasında yeniden başlayan Kıbrıs Müzâkerelerinde yapılan yanlışları Türkiye’de Türk Milletine, Adada kendi halkına anlatmak için her platformu kullandı.

Asla pes etmedi. O bir direnişçiydi. O; müreffeh geleceği için yemin ettiği, bunun için yıllarca çalışıp, çabaladığı vatan topraklarında bütün kurumlarıyla yaşayan son Türk Devletinin hem kurucusu, hem de savunucusuydu. O sebepledir ki, köşesine çekilip, emekli hayatı yaşamayı tercih etmedi. Günü geldi ‘Anavatanım’ dediği Türkiye’yi yönetenlerden: ‘Kıbrıs dâvâsı Denktaş’ın şahsî Dâvâsı değildir. Artık Kıbrıs konusunda tâvizler vermenin zamanı gelmiştir.’ Cümlelerini duyduğunda çok üzüldü.

Hele, hele ‘Git sen kendi ülkende konuş! Dâvânı git kendi halkına anlat…’ sözlerini işittiğinde yüreği paramparça oldu, kırıldı ama cevap dahi vermedi. Çünkü o anavatanına ve yönetimine sonsuz bir sevgi ve saygıyla bağlıydı.

Annan planı döneminde Kıbrıs Türk Halkının zihnini bulandırmak adına verilen o parlak vaatlere, Kıbrıs Türk Halkına ‘evet’ demeleri için yapılan onca baskıya rağmen, o hep direndi. Halkına ve Türkiye’ye yapılan yanlışları anlatmaya devam etti.

Annan planı döneminde ‘Kıbrıs’ı verelim kurtulalım.’ Diyenlere: o günlerde,  öylesine bir cevap verdi ki… O cevap, ömrünü bu dâvâya adayan bir lidere, bir devlet adamına yakışır nitelikteydi: ‘Ben vermem. Verecekse Türkiye versin! Vermemek şerefsizlikse anlıma yazın…’ diyecekti.

Rahmetli Denktaş ile ilgili olarak, bugüne kadar çok şey söylendi, yazıldı çizildi. Hakkında çok kitap yayınlandı. Yaptıklarıyla, yapamadıklarıyla yine pek çok kitaplar yazılacaktır.

O Büyük İnsan; Türk Milletinin ve Kıbrıs Türk Türklerinin gönlünde anıtlaşan liderlik vasıfları ve târihe mal olmuş başarılarıyla, Doğduğu toprakların ‘o yasemin kokulu gecelerini asla unutmayan’, ‘Karkot Deresinin’ özgürce akan sularının yoğurduğu çocukluk ve gençlik hâtıralarıyla coşan tabiat ve tabiattaki canlıların âşığı, hayatı boyunca gönlünü yakan hürriyet ve bağımsızlık ateşini; Mustafa Kemal Atatürk’ten, Anavatanı Türkiye’den,  Torosların ardından doğan güneşin ışıltısından alan ve en nihâyetinde Anadolu’dan, Mehmetçikten gelen hürriyet nefesini; Beşparmak Dağlarında soluyan bir direnişçi, büyük bir lider, Kıbrıs adasında son Türk Devletini kuran, Türk Dünyasının büyük bir kahramanı, ‘Baba Türk Denktaş’ olarak anılacaktır…

Vatan; ona ve Dâvâ arkadaşlarına, bu uğurda Şehâdet mertebesine ulaşan bütün şehitlerimize, o süreçte görev alan bütün Gazilerimize minnettardır.

 Ruhu şad olsun.

RAUF DENKTAŞ’IN ARDINDAN  

(Baş tarafı röportajın birinci bölümündedir.)

Rahmetli Denktaş gerçek bir devlet adamıydı. Bir lider olarak son zamanlarında Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklerinin durumundan hem endişeli hem de üzüntülüydü. Endişesi:

     -Kıbrıs Türkünün yaklaşık bir asırlık direnişi ve mücâdelesi sonucunda çok ağır bedeller ödeyerek meydana getirdiği devletinden giderek soğutulmak istenmesi,

     -Bazı işbirlikçilerin kullanılarak bütün millî değerlerimizin kirletilmeye, yıpratılmaya ve yetişen yeni nesilleri yanıltmaya çalışılması,

     -Direniş gücümüzü oluşturan mukavemet ruhunu, millî şuur ve Türklük bilincinin köreltilmesi ve Kıbrıs Türkünün birlik ve beraberliğinin parçalanmak istemesindendi.

     Denktaş’ın hayata gözlerini kapadığı gün, Kırgızistan Cumhurbaşkanı olarak ilk resmî ziyaretini Türkiye’ye gerçekleştiren, samîmi ve sempatik tavır ve sözleriyle Türk halkının gönlünü kazanan Almazbek Atambayev Çankaya Köşkü’nde yapılan basın toplantısında çok doğru ve târihî bir söz söyledi. Dedi ki: ‘Türk Türk’ü sattığında Devlet (kağanlık) ölür.’ Çok doğru. Hiç bir yerde ve hiçbir zaman Türk Türkü satmamalı. Kıbrıs Türkleri satılmamalı. Kerkük Türkleri satılmamalı. Azerbaycan Türkleri satılmamalı… Türk Türkü satarsa devlet ortada kalmaz. Dirlik-düzen yok olur. Çöküş mukadder olur.

     Denktaş asla kimseyi satmadı. İngiltere’de veya başka bir yerde daha rahat bir hayat yaşayabilirdi. Ama o Türklük mücâdelesini tercih etti. Onun için de Türkiye’den dışlanmış olmayı hazmedemedi. Türkiye, o ve ailesi için her şeydi. Birkaç defa, yeri geldiğinde ‘Türkiye olmadan cennete bile girmem’ demişti. Aslında bu söz babası Mehmet Raif Beye aitti. Kıbrıs’ta görev yapan Kalelioğlu Albayım aktarmıştı. Ona da Rauf Denktaş’ın kendisi aktarmış. 1920’li yılların sonlarında Türkiye Latin harflerini kullanmaya karar verir. Kıbrıs adasında yaşayan Türkler de devamlı Türkiye’yi tâkip etmektedirler. Onlar da kendi Cemaat okullarında Latin alfabesini kullanmaya karar verirler. O dönemde adanın yönetiminde bulunan İngilizler, Türkiye ile ada Türklerini birbirlerinden uzaklaştırmak için adadaki Türklerin Latin alfabesine geçmesini istememekte, Arap alfabesini kullanmalarında ısrar etmektedirler. Mehmet Raif Bey de 1928-1929 yıllarında adada sözü geçen bir hâkimdir. İngilizler önce onu ikna etmek isterler. Ve Rauf Denktaş’ın babasına: ‘Raif Bey, Siz ikna edin de, toplumunuz Latin harflerine geçmesin. Siz Müslümansınız. Nasıl olur da İslam harflerini bırakır, Hıristiyan harfleri kullanırsınız?’

     Raif Bey de Türkiye’nin bu işe karar verdiğini, kendilerinin de o toplumun bir parçası olduklarını ve birlik-beraberliği sağlamak için Türkiye gibi yaparak Latin harflerini kullanacaklarını belirtir.

     Bu defa İngilizler: ‘İyi ama Türkiye günah işliyor. Onlar Cennete giremeyecek!’ der. Bunun üzerine de Raif Bey: ‘Varsın olsun. Biz de Türkiye’den ayrı olarak Cennete gitmek yerine, Türkiye ile birlikte Cehenneme girmeye razıyız.’ 

     Rauf Denktaş, bu şuurla yetişti, bu şuurla yaşadı ve mücâdele etti, bu şuurla ebedî âleme intikal etti. 

Cemalettin Taşkıran: Rauf Denktaş’ın Ardından. Türk Yurdu Mecmuası, S: 294, Ankara Şubat 2012 (Özetlenmiştir) 

ATİLLA ÇİLİNGİR:

     1967 yılında Teğmen rütbesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada bütün hızıyla devam ediyor, Yunanistan'ın da desteğini alan Rumlar; adada yaşayan Kıbns Türklerine her türlü mezâlimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türklerini adadan göçe zorluyorlardı...

     O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, Birleşmiş Milletler Teşkilatı tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, Ada’da buluan 'Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında' görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs'ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevine başarıyla devam etti, 'Gazi' unvanı ile nurlandırılarak Türkiye'ye döndü.

     1974-1975 ve1985-1987 yıllarında Kıbns'ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen tâkip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbns Türk Kültür Demeği’nin İstanbul Şubesi yönetim Kurulunda da görev yaptı.

     Bu uzun süreçte 'millî dâvâmız' olarak bilinen Kıbns konusuna sâhip çıkarak, Kıbrıs Türklerinin kazanılmış târihî ve hukûkî haklarını savunmak maksadıyla değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbns konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir.

     T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995), Girne'den Doğan Güneş (1997), Unutanlar, Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004), Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006), Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007), Târihten Gelen Çığlık (2010), Kıbrıs / Yes Be Annem (2002-2016) ve O Gece (2019) isimli kitaplarıyla;

     Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: 10’ların İzleriyle Türkiye (2014), Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)  isimli kitapları da bulunmaktadır...

Sivil iş hayatına Türkiye Sigorta Sektöründe başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş bünyesinde, görevine devam etmektedir.

     Pek çok üniversitenin Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingirin: Sigorta sektöründe 26 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; Sigortalı Hayatın Gerçekleri (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır.

     Atilla Çilingir; bugüne kadar kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında K.K.T.C. Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Demeğine ‘Târihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2013'de Van'da yaşanan büyük depremden sonra Van'ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda CGM'nin de katkılarıyla; içinde 20 adet bilgisayarı bulunan, adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 târihinde de, Mapuder-A.D.D Samsun Şubesi Başkanlığı’nın İşbirliği ve CGM'nin de katkılarıyla; adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphânenin açılışını yapmıştır.