Kaknüs Yayınlarından çıkan “Putin’in Rusyası: KGB’den Devlet Başkanlığına”* adlı kitabı yaz eğlencesi olarak bir çırpıda okudum. Zorunlu okumalar dışında zevk veya merak için bir şeyler okuma şansımız pek olmadığı halde, bu niyetle okuduklarımız dahi düşünce dünyamızın başköşesine oturabiliyorlar. Ülkemizin yaşadığı siyasi çarpıklıklar sonucu önümüzdeki seçimi beklerken bu tür kitapların kıymeti bir kat daha artıyor. Blair’in İngiltere’sini herhalde bir başka yazımızda konu ederiz. İlyas Kamalov’un hazırladığı “Putin’in Rusyası”ndan mutlaka bahsetmem gerekenlerin çok azını alabiliyorum. Öncelikle, 1999’un yılbaşı gecesi halkına yaptığı konuşmada yılbaşı hediyesi olarak başkanlığı bıraktığını ve bütün yetkileri Putin’e devrettiğini duyuran Yeltsin’i hatırlamamız lazım. Pek ayık gezmediği halde, halkına iyi bir ülke bırakamadığını itiraf eden ve gençlerden daha fazla umutlu olduğunu söyleyerek köşesine çekilebilme fedakârlığı gösterebilen bir lider. Benzerini geçen hafta Blair yaptı, 10 yıllık başbakanlık fazla, hatalarımdan partim ve ülkem kaybediyor deyip, kenara çekildi. Burada dikkate almamız gereken asıl nokta ise, liderler etrafındaki yalakaların palavralarına değil halkın hissiyatına vakıf olabiliyor ve bunun sorumluluğunu üzerine alabiliyorlar. 1999’a gelinceye kadar sık sık başbakan değiştiren Yeltsin, 1999 yazında Putin’i başbakan yaptı ve birkaç aylık denemeden sonra koltuğunu coşkuyla devretti. Geçen Nisan’da hayata gözlerini yuman Yeltsin sanırım halef olarak genç Putin’i seçmekle ülkesi ve halkı açısından en doğru kararı verdiğini düşünmüştür. Liseyi bitirince KGB’ye müracaat eden Putin’e “Burada çalışma isteğiyle gelenleri işe almıyoruz” cevabıyla karşılaşır. Aslında siyasete de şehvetle yapışanlar, bir dönem için sahip olduğu koltuğu bırakmamak için her şeyini vermeye hazır olanlar, sadece kimliğini, ideallerini değil ülkelerini de kolayca satmışlardır. Siyaseti hayatının ayrılmaz bir parçası olarak gördükten sonra muhtemel rakiplerini, ülkeye hizmet edebilecekleri ezmek için her yola başvurulur, ancak yalaka yeteneğine sahip olanlar ikinci adam halkasındaki yerini muhafaza edebilirler. Putin bu ilk müracaatında ısrarla hangi bölümde okuması gerektiğini sorunca, yetkili, “bize Hukuk Fakültesi mezunu lazım” diyor ve adeta kovuyor. Yeltsin Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş ancak KGB’den ümidini kesmiştir. Ancak KGB, içine kapanık, sakin bakışlı, çalışkan ve dürüst Putin’i keşfederek hizmetine alıyor. Bir süre eğitimden sonra önemli bir toplantıda herkesin fikri soruluyor. Putin’e kadar herkes olumlu fikir beyan ettiği halde Putin buna karşı olduğunu söylüyor. Sebebi sorulunca “çünkü bu yaptığınız kanunlara aykırı” cevabını veriyor. Diğerleri “ama elimizde talimatname var” deyince Putin, hukukçu kimliği ile kanunların üstünlüğünden bahsediyor, onlarsa “bizim için en önemli kanun, talimatnamelerdir” diyor. 1970’lerde yaşanan bu olayda Putin’in görüşü KGB’nin düzenine aykırı olduğu gibi Sovyet devlet sisteminde de biraz uçuk bir davranıştır. Ancak 2000’lerin dünyasında gerek halkına karşı gerek diğer ülkelere karşı başarılı politikaların altında bu uçukluk olduğunu belirtelim. Başarılı, her konuda çözüm üretebilen, zeki bir arkadaşı için olumsuz rapor hazırlanıyor. Sebep olarak da “menfaatçi bir insan olması ve arkadaşlarına karşı dürüst davranmaması” olarak belirtiliyor. Putin için de gereğinden fazla içine kapanık şeklinde olumsuz bir kayıt var. Ancak onun çalışkanlığı ve dürüstlüğü daha baskın geliyor. Her işyerinde bulunabilecek menfaatçi insanlar, kısa zamanda en azından dürüstler halkasından dışlandığı halde bizim siyasi hayatımızda adeta başarılı olmanın şartlarından biri haline gelmiş. Bakanlık görevine son verildiğini son anda öğrenen bir siyasimiz bu koltuklarda sürekli kalabilmek için “ya yiyeceksiniz ya da yedireceksiniz” şeklinde bir serzenişte bulundu da laiklik tartışmalarından fırsat bulamayan medyamızın, “bu eski bakan, şimdiki milletvekili ne demek istiyor?” demek aklına gelmedi. Putin hakkındaki bu satırları gören birçok okuyucumuz muhtemelen “ya Çeçenistan”, “ya komplolar” vb sorular soracaktır. Ben burada Putin’i değerlendirirken, Rusya Federasyonu, Rus halkı açısından ele alıyorum. Bu devlet ömrünü doldurmuş, dağıtalım gitsin, verelim kurtulalım, satalım köşemize çekilelim demiyor. İktidarının ilk döneminde IMF heyetini kovarak ülke şirketlerinin talan edilmesine son veriyor. Başta Hodorovski olmak üzere, küresel çaylakların ülke içindeki uzantılarını, Rusya’daki adıyla önde gelen oligarkları gözünü kırpmadan hapse gönderiyor. Bir kısmı ancak ülke dışına kaçarak canını kurtarabiliyor. Bu konuda Putin’in hukuki gerekçeleri var ancak bu kişilerin küresel patronları “acaba beni deliğe süpürür atar mı?” diye endişe etmiyor. Hem hukuk sadece zayıfları ezmek için değil miydi? Putin bu anlayışa son veriyor. Halkı ve ülkesinin menfaatleri için kendisinin ve ailesinin hayatını gerçekten büyük riske atıyor. Geçen hafta KEİ zirvesinde gaz ulaşımı konusundaki projeleri olarak bizleri üzdü, ancak bunu yaparken de Rusya’nın geleceğini düşündüğünü belirtelim. Mühendislik açısından son derece riskli gördüğümüz bu “Güney Hattı” projesinin aslında taktik bir çıkış olduğunu düşünüyoruz. Ancak, her yıl nüfusu 750 bin azalan, erkeklerinin büyük kısmı 50’li yaşlara varmadan alkolizmden ölen, aile düzeni bitmiş bu ülkenin böyle bir başkana sahip olması beni kıskandırıyor. Keşke bizde de ülkenin kuruşlarını ve liralarını, halkını, geleceğini düşünen, gerektiğinde kendi hayatını riske atabilen liderler olsa diyorum. ----------------------------- • Kaknüs Yayınları, 204, 0216-3410865, www.kaknus.net [email protected]