Türkiye-Ermenistan Protokolleri, Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin şartlı onayı ile beklenmedik bir mecraya girdi ve en iyimserleri dahi “protokolleri unutalım” noktasına getirdi. Mahkeme, Ermeni meselesi ile ilgili Türkiye’deki körler ve sağırlara da uyanması gereken bir mesaj verdi. Akademik camiadan dahi “artık tarihimizle yüzleşelim, yaptıklarımızı kabul edelim” diyen cahil bilmişlere, Ermenistan Anayasa Mahkemesi, “kesinlikle tarihle yüzleşemeyiz, körü körüne herkese soykırım yalanlarını kabul ettirelim ve bunun nimetlerini toplayalım” anlamında ikazda bulundu. Daha önce de belirttiğim gibi, ince bir diplomatik üslup ile yazılmış olan protokoller, ilişkilerin tarihsel boyutunu incelemek üzere ortak bir komisyon kurulmasını önermektedir. Bu komisyon, konuyla ilgili uzmanlardan oluşacak, başta 1915 tehciri olmak üzere ihtilaflı konuları araştıracak, ortak bir karara varmaya çalışacaktır. Protokollerde soykırım iddiaları yer almadığı gibi soykırımı reddeden bir savunma ihsası da yoktur. Muhtemelen İsviçreli arabulucuyu en çok uğraştıran, iki tarafın da taleplerini karşılayan bir formüldü. Burada dikkat çekmesi gereken bir husus ise araştırmanın kaynakları ile ilgili bir sınırlama olmamasıdır. Tehcirin bu ülkede meydana geldiğine dayanarak Osmanlı Arşivleri’ndeki belgeler incelenecektir, demiyor. Böyle bir komisyon, Türklere karşı Rus saflarında savaşsın diye Ruslarca verilen silahlarla binlerce köy, kasaba ve şehirdeki 2 milyon civarında kadın, çocuk, ihtiyarı katleden, bugünkü tanımıyla tam Müslüman soykırımı yapan Ermeni çetelerinin ayrıntılı faaliyetleri içi Rus arşivlerini ve o günkü Rus görevlilerinin hatıralarını araştırsa dahi soykırım yalanını bitirmeye yeter. İşin garip tarafı, Ermenistan’ı yıllarca yöneten Taşnak Partisi’nin temeli olan örgütün ABD’deki arşivi dahi para yokluğu iddiasıyla kapalıdır. Oysa soykırım yalanları konusunda çuvallarla harcanan paraların çok azıyla bu arşivlerini açabilirlerdi. Ermeniler kendi arşivleri ile dahi kesinlikle yüzleşmek istemiyorlar. Bununla beraber Türkiye’nin, bu arşivin tarihçilerin incelemesine açılması için gerekli kaynağı karşılama teklifini Ermeni yetkililer kabul etmemiştir. Ve bugün, Ermenistan Anayasa Mahkemesi de yıllarca yatırım yapılan, her Ermeni’nin adeta iman şartlarından kabul edilen soykırım meselesini kökten halletmek üzere tarihle yüzleşmeyi her ihtimale karşı reddetmiştir. Çünkü tartışılması istenmeyen konunun yalanlar, iftiralar, düzmecelerden ibaret olduğunu çok iyi biliyor. Bunun için tarihle yüzleşmek, tarafsız uzmanlarca işin aslının araştırmasını beklemek ateşe atlamak olarak kabul ediliyor. Protokollerle ilgili ilk açıklamalar gündeme geldiğinde, ümitsiz olduğumu her fırsatta ortaya koydum. Yüzyılın meselesinin çözülmesini herkesten çok isterim, ancak çözüm tek başına olmaz. Günümüz diplomasisinin gereği olarak, barış istemeyen taraf olmamak için ne kadar ümitsiz olsanız da faaliyetlerde yer almanız gerekmektedir. Bugün Rum kesimi, Kıbrıs Türklerinin hiçbir hakkı olmadan Rum kesimine teslim olmak dışında bir çözümü kabul etmediği, dolayısıyla aslında sorunun çözümünü istemediği halde, uluslararası arenada barışa karşı görünmemek için görüşmelere devam etmektedir. Bu bakımdan Türkiye’nin protokollerin imzalanma sürecinde yer alması gerekli idi. Konunun ABD ve diğer soykırım problemli ülkelerle ilişkiler boyutu da bulunmaktadır. Yanlış olan ise, protokol süreci devam ederken, konuyla ilgili bilgisi ve fikri olanların ihanetle suçlanması, adeta susturulması idi. Herkesin “bugüne kadar yanlış yapıldı bugün yanlıştan dönülüyor” noktasına gelmesi arzusuydu. Her adımın, hatta hataların, yanlışların dahi alkışlanmasını istemek, temel bir konunun çözümünü kavramamaktan öteye Türkiye’yi mahkûm edecek bir davranıştır. Komşu ülke Azerbaycan topraklarının işgalcisi Ermenistan’a karşı, tıpkı Kuveyt’i işgal eden Irak’a yapıldığı gibi bütün dünyanın diplomatik ilişkileri keserek savaş halinde olması gerekirken Türkiye’nin hava sahasını açması diplomatik bir cinayettir. Başta AGİT sözleşmeleri olmak üzere, Uluslararası Hukuk’u hiçe sayarak mevcut sınırları kabul etmeyen bir ülke ile diplomatik ilişki kurmayı telaffuz etmek de akla ziyan bir taleptir. On binlerce Ermeni işsizin Türkiye’de kaçak çalışmasına göz yummak hukuku hiçe sayan, işgalci ve onbinlerce Azeri’nin soykırımcısı ülkeye can suyu vermektir. Öncelikle bu yanlış politikaların düzeltilmesi gerekmektedir. Bu aşamada, Türkiye’nin diplomasi ve propagandayı ihmal etmemesi gerekmektedir. Ortada bir gerçek var: Türkiye onay için protokolleri parlamentoya göndermiştir. Fakat Ermenistan henüz bu aşamaya gelmemiştir. Türkiye’nin, protokollerin özüne aykırı yorumların dikkate alınmayacağı konusunda Ermenistan’dan uluslararası arenada garanti istenmesi yerinde bir ataktır. Garanti alındığı ve protokoller meclise sevk edildiği takdirde ki çok zor bir ihtimal, TBMM’ce onay kanununa açıklayıcı maddeler yazılmalıdır. Milletlerarası sözleşmeler onaylanırken, üç maddelik kanunla geçer: 1.Sözkonusu sözleşmenin onaylandığı, 2.Sözleşmenin yürürlüğe giriş tarihi, 3.Sözleşmeyi Bakanlar Kurulu’nun yürüteceği. Protokolleri kabul eden kanun onaylanırken, yasama organı yetkisini kullanarak, onay kanununa, Milletlerarası Hukuk’a ve sözleşmenin ruhuna uygun açıklama ve yorumlar ilave etmelidir. Yürürlük tarihi olarak ise “Azerbaycan’daki işgalin sona ermesinden ve mevcut sınırların tanınmasından sonra” maddesi yazılır. Bu konunun meclis iç tüzük ve anayasal problemleri olabilir. Bu problemleri de aşmak TBMM’nin görev ve yetkisi dâhilindedir. Bu konuda iktidarı ve muhalefeti ile bütün üyeler tek bir vücut halinde hareket etmelidir. Yine konu, yasal süreçte işlediği üzere hükümetin uhdesinden alınarak TBMM’nin yetkisi dâhilinde çözülmelidir. Onların Anayasa Mahkemesi varsa bizim de meclisimiz olduğu dünyaya gösterilmelidir.