Hiç kimsenin ayak izini tâkip etmeyen Prof. Dr. NİYAZİ KAHVECİ’den SIRA DIŞI İFÂDELER: 

Herkesin sattığı ve herkesin satın aldığı ama hiç kimsenin kullanmadığı tek şey var günümüzde; o da dindir. 

Oğuz Çetinoğlu: Dindar’, ‘mütedeyyin’, ‘imanlı-inançlı’, ‘namazında-niyazında’, ‘takva ehli’, ‘ehl-i sünnet’… ve diğer isimlendirmeler… Hepsi, ‘muhafazakâr’ çatısı altında toplanabilecek kavramlar. Ancak, Türkiye’mizde kavramlarla çok oynanıyor. Kavramların içi boşaltılıyor. Ya boş bırakılıyor veya farklı mânâlara gelebilecek kelimelerle dolduruluyor. Muhafazakârlık kavramı, bunlardan biri. Muhafazakârlık kavramını siz nasıl yorumluyorsunuz?

Prof. Dr. Niyazi Kahveci: Çağımızda insanları mümin ve kâfir diye ayırmak çağ dışılıktır. Günümüzde dine, mezhebe, etnisiteye dayalı yargılamalar ve değerlendirmeler yapmak da çağdışı kalındığının göstergesidir. Dinler, temelinde, etnisiteye olmasa da, kendi dinine dayalı mümin ve kâfir ayrımı üzerine kuruludurlar. Bunlar da artık çağdışıdır. Hem bu çağ dışılığı sürdüreceksiniz, bunun muhafazakârlığını yapacaksınız hem de çağdaş olduğunuzu iddia edeceksiniz. Hem de insanlık bize neden değer vermiyor diye şikâyet edeceksiniz. Bu durum, sosyal şizofrenik bir hastalıktır. İki arada bir derede kalmışların problemidir.

Türkiye’nin düşünürleri olmadığı için bütün kavramlarının içi boştur. Kavramları sadece nominal yani isim olarak, yani sadece kaporta olarak vardır. Motor olarak, yani fikir olarak yoktur. 

Muhafazakârlık, mevcudu korumaktır. Çağımızda geçmişin sistemlerini korumak, çağdışı kalmaktır. 

Günümüz, her alanda geçmişten çok farklılaşmıştır. Geçmişte suç olmayan pek çok eylem bugün suç kapsamına alınmıştır. Mesela tâciz, dövmek ve şiddet… Bunlar geçmişte suç değildi ama bugün suç. Geçmişte bu fiiller işleniyordu ama suç olmadıkları için kamuoyunun gündemine gelmiyordu. Şimdi geçmişin muhafazakârı olmak demek, bu yanlışların muhafazakârı olmak mı demektir?

Çetinoğlu: Farklı bir yaklaşım… Üzerinde çok konuşmak gerek… 

‘Suç ve kötü fiiller’ dediniz. Meseleyi oradan irdelersek belki ortaya bir şeyler çıkabilir…

Prof. Kahveci: Bütün suç ve kötü olan fiiller insanın animal yapısından kaynaklanır. Bunlar, insanın hümünal yapısına göre kötüdürler. İnsanlık, birkaç asır önce hümanizm diye bir aşama geçirdi. Bunun sonucu insan hakları diye bir kavram üretti. Dolayısıyla bu aşamalardan önce insancıllığın çapı ile günümüzde insancıl olmanın çapı değişti. Geçmişte hümünallik daha dar çaplı idi şimdi daha genişledi. İşte bu konuda çağdaş hümünalliğe ulaşamayan insan, geçmişe göre hümünal olsa da günümüze göre animal sayılıyor. Hümünallikte çağdaşlaşmak gerekiyor. Bu da anlatarak doğal duygulara hitap ederek değil, insanların zihinlerini işlemekle olur. 

Çetinoğlu: İlk defa seslendiriliyor olmamakla birlikte henüz topluma mal edilememiş düşünceler. İnşallah topluma kabul edilmesi süreci uzun olmaz. Peki Efendim, ‘muhafazakârlık’ kavramına dönersek…

Prof. Kahveci: Muhafazakârlık genelde belâ bir kavramdır. Özelde ise Türkiye için daha büyük belâdır. Gelişmenin ve ilerlemenin önündeki en büyük engeldir. Muhafazakârlığı, 19. asırda İngilizler icat etmiştir. Kendilerine yabancı gördüklerinden dolayı çağımıza bir reaksiyon olarak, çağımız öncesi düşünüş biçimi olan dine dayalı düşünmeyi ve onun ürünlerini korumak isteyen ve çağdaşlaşmak istemeyenlerin icadıdır. İngilizlerin yeniye reaksiyonu, yeniliğin Batı’nın ürünü olmadığını, onlara da yabancı olduğunu gösterir. Hakikaten yeniçağ, Batı’nın değil, hasbelkader orada yaşamış filozofların ürünüdür. 

Çetinoğlu: Dünya ölçeğinde, ‘muhafazakârlık’ denildiğinde İngilizler akla gelir. Muhafazakârlık İngilizler için de ‘belâ bir kavram’ mı? 

Prof. Kahveci: İngiliz muhafazakârlığının sistematik ve tutarlı bir felsefesi vardır. Çünkü onların filozofları mevcuttur. Ama Türkiye’deki muhâfazakârların hiçbir felsefesi yoktur. Her alanda olduğu gibi, bu konunun sâdece adını kopyalamıştır. İçeriği yoktur. Değişmemenin kavramı olarak kullanılmaktadır. Bugün İngilizler, çağımıza adapte olmuşlar ve ‘çağdaşlaşma’nın ve ‘değişme’nin muhafazakârı olmuşlardır. Bizler ise ‘değişmeme’nin muhafazakârlığını yapıyoruz.

Çetinoğlu: Sözlük, lügat ve ansiklopedilere bakarak bir değerlendirme yaparsak öyle. İzninizle okuyucularımız için bir açıklama yapmak istiyorum: Kelimenin aslı olan conservatif’e karşılık bulunan muhâfazakâr kelimesi ile kast edilen ve bir takım çevreler tarafından içi boşaltılmadan önce; ‘millî, mânevî değerlere, eserlere, âdet ve geleneklere bağlı olan ve bu değerleri koruyan ve geliştirmeye çalışan düşünce’ mânâsında kullanılıyordu. Bu değerleri koruyan insanlara da ‘muhafazakâr’ deniliyordu. Bu değerleri ret edenler, muhafazakâr kelimesini kullanmamışlar, ‘tutucu’, ‘gerici’ ve ‘yobaz’ gibi kelimelerini tercih ederek aynı zamanda muhafazakârlara hakaret de etmişlerdir. 

Yeniliklere ayak uyduramayanlara da ‘muhafazakâr’ denilmesi, o mânâyı karşılayacak bir kelime bulunmamış olmasından ileri gelmektedir. Türk Dil Kurumu’nun Türkçemizin başına musallat ettiği bir problemdir. 

Biz Türkler de dilimizdeki kavramları, evimizdeki kavanozlar gibi, gerektiğinde şeker, gerektiğinde tuz koymak için kullanmasak… sizin çok yerinde kullandığınız ifâdeyle ‘tutarlı bir felsefemiz’, yine sizin ifâdenizle ‘filozflarımız’ olsaydı, bu işler başımıza gelmezdi. Tâbîidir ki bu meseleyi, düşünce adamlarımızla da tartışmak gerek. Burada onların gıyabında konuşmamış olmak için söylemek ihtiyacını hissettim. 

Devam buyurur musunuz Hocam!   

Prof. Kahveci: Şimdi, çağımız öncesine ait fikirlerinin muhâfazâkarı olmak bu çağda problemdir. İçinde bulunulan çağda, önceki çağlarda kalmaya ‘anakronizm’ denir. Bunun sonucu olarak çatışmalı ve çelişkili olmak, antinomi, oksimoronluk, paradoks kaçınılmazdır. Sonuçta çağına adapte olamayanların, ayıklanıp gitmeleri insanlık târihinin târihî teamülüdür.

Çetinoğlu: Geleneğin direnmesi’ diye bir kavramdan bahsediliyor…

Prof. Kahveci: Sosyal psikoloji, genelde bütün toplumların değişmeyi sevmedikleri tespitini yapar. Özelde Türk toplumu değişimi hiç sevmemektedir. Bedenle özellikle çağımızda çok zor olan düşünme ile yapılmasından dolayı fikrî değişimi hiç sevmemektedir. Türkiye’nin geleneklerinden alacağı ve bugün yaşatacağı değerler vardır. Bunların en önemlisi aile bağlarıdır. Bunları korumak gerekir. Gerçi bu değerler çağımız insanlık felsefesinde daha gelişmiş biçimde vardır. O nedenle bu değerlerin teorisi, paradigması ve parametreleri, pratiği ve öğretim sistemi mutlaka çağdaş metotlarla ve içeriklerle yapılmak mecburiyeti vardır. İşte bunları yapabilecek çağdaş metotları iyi öğrenmemiz gerekiyor.

Çetinoğlu: Muhafazakârlığın ne olduğu hususunda umumun ittifak edeceği, genel geçer bir hüküm oluşturulamamışken bir de ‘yeni muhafazakârlık’ kavramı ortaya atıldı. İslâm’ın hoşgörüsü istismar ediliyor olmalı. Bu istismarın sebebiyet vereceği zararlar nelerdir, nasıl önlenebilir?

Prof. Kahveci: Çağımızda dine dayalı oluşumlar yapmak çağdışı kalmıştır. Bu sebeple ‘İslam’ın hoşgörüsü’ adıyla bir dinî hoşgörüye yer yoktur.

18. asırdan sonra insanlık, tamamen yeni bir faza ve aşamaya geçmiştir. Her şeyden önce bu yeni aşamanın değerlerini, kurumlarını, kuramlarını, paradigmalarını, sistemlerini iyice öğrenmek gerekir. Bunların en temel değişimi, merkezî kaynak referanstadır. Daha önce din ve tanrı, merkezî kaynak referans iken şimdi ‘Beşerî sistematik akıl’ referans olmuştur. Artık bütün insanlık hayatı, sevsek de sevmesek de, bunun ürünleri üzerinde dönmektedir. Bunları daha önce yazılan kitaplarda bulmak mümkün değildir. Bu kitaplara, Mukaddes Kitaplar da dâhildir. Çünkü Mukaddes Kitaplar, geldikleri dönemlerde var olan fikir ve bilgi malzemesini kullanmışlar, gelecekte icat edileceklerin hiçbirini kullanmamışlardır. Geldikleri dönemdeki insanların algı düzeylerini esas almışlardır. Mesela Kuran şöyle der: ‘Andolsun biz Kuran’ı, düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?’ (Kamer, 32.)

Nitekim bütün dinler, mümin ve kâfir şeklinde insanları dine dayalı olarak bölerler. Daha başından ayrımcılık yaparlar. Halbuki çağımızda ise dine, etnisiteye, mezhebe, ideolojiye, sosyal ve ekonomik sınıfa dayalı ayrımcılık yasaktır. Sâdece ‘insan’ olma kriteri üzerinde her alanda herkese geçerli sistemler vardır. O sebeple dinlerin sistemleri mahallî ve gruplara dayalıdır. Çağımızın sistemleri ise enternasyonaldir. Hukuk da, siyaset de, ahlak da böyledir.

Çetinoğlu: Yeni muhafazakârlık’  kavramı…

Prof. Kahveci: Yeni muhafazakârlığın ne olduğunu anlayabilmek için sosyal alanda egemen olan kolektif davranış biçimine bakmak gerekir. Fenomenden numeni çıkarmak mümkündür. Görünen şudur; haksız kazanççılık, kavga-dövüş, şiddet, tâciz, yalan, dolan… İşte Türkiye’de yeni muhafazakârlık budur. 

Bir toplum düşünün ki; yalan söyleyeni, dolandıranı ayıplamıyor ve dışlamıyor. Kişinin güçlü olup olmadığına ve ondan bir çıkar elde edebilmesine bakıyor. Güçlülerin gücü yanlış yolla elde edip etmediğine bakmıyor. Yolsuzluk yapan yöneticiyi istifa ettirmiyor. Ama Batı’da, şahıslar olmasa da, toplum dürüstlüğün muhafazakârı olduğundan dolayı yolsuzluk yapan, yalan söyleyen yöneticiyi istifa ettiriyor. Çünkü orada toplum, sosyal ahlakın muhafazakârıdır.

Türkiye’de ‘yeni muhafazakârlık’ kavramının içi,  eski muhafazakârlık gibi boştur, sloganiktir. Fakat yeni muhafazakârlıktan şunu okuyabiliyoruz; çağdaşlaşmak isteniyor ama bu çağda nasıl yaşayacağı bilinmiyor. Bilinmez, çünkü bunların paradigmalarını, parametrelerini ancak düşünürler çizebilir. Bu ülkenin bir tane düşünürü yoktur, çünkü yetiştirmiyor. Bu ülke teorisyen değil, her alanda teknisyen ve pratisyen yetiştiriyor.

Çetinoğlu: Bir de ‘Ilımlı Müslüman’ kavramından bahsediliyor. ‘Ilımlı Müslüman’ ne menem bir şeydir? 

Prof. Kahveci:Ilımlı Müslüman’ kavramı çok yanlış bir kavramdır. Bu, ‘ılık’ veya ‘cıvık Müslüman’ çağrışımına yol açıyor. Bunun yerine ‘Çağdaş Müslüman’ demek gerekir. Çağdaş Müslüman, çağımız insanlık çizgisinin dine çizdiği işlev alanı içerisinde dindar olmaktır. Bunu Aydınlanma Çağı felsefesi ortaya koymuştur. Ve bunu ülkemize Atatürk getirmiştir ve bu fonksiyonu Diyanet İşleri Başkanlığı’na vermiştir. Dini, bu alanların dışına taşırmak hem uygulanması imkânsız hem de çağdışında kalmayı getirir. 

Çetinoğlu: Ilımlı Müslüman’ tamam da, ‘Çağdaş Müslüman’ kavramı ayrı bir röportajın mevzuu olmalı. ‘Çağımız insanlık çizgisi, dine işlev alanı’ belirleyebilir mi? O da büyük mesele… Din, dünyevî işlerle ilgilenmemeli’ mi diyorsunuz? 

Prof. Kahveci: Dinlerin dünyevî alanlarla ilgili çözümlemeleri 18. asırda sona ermiştir. Ayrıca 18. asra kadar dine yüklenen dünyevî fonksiyonların hemen hepsi dinden alınmış, başka kurumlara verilmiştir. Mesela hukuk, eğitim, ekonomi, siyaset, sosyal ilişkiler hatta ahlak bile dinden alınmıştır. O sebeple bu konuların uzmanları ve kurumları vardır. Din adamları bu konuların uzmanları değillerdir. Bu yüzden dinin namaz kıldırmak gibi sadece pratisyenliğini yapanlara bu alanlar verilemez. Üstelik Diyânet İşleri Başkanlığı bile insanlığın günlük hayatında kullandığı alanların hiç birinde uzman değildir. Sanal bir din halka dayatarak varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlar. Böyle bir din, dinin kendisinde bile mevcut değildir.

Çetinoğılu: Siz herhalde başka bir dinden bahsediyorsunuz. İslâmiyet’le ilgili bir iddia: ‘insanlarımız İslamiyet’ten uzaklaşıyor.’ Bu iddiadan, İslamiyet kavramının da içinin boşaltıldığı neticesini çıkarmak mümkün mü? Ne dersiniz?

Prof. Kahveci: Ülkemizin sosyal kimliği yoktur. Ülkemiz kimlik arayışındadır. Sosyal kimlikler toplumların düşünme işlemi ile ürettikleri özgün fikirlerle üretilir. Türkiye’nin düşünme tarağında bezi olmadığı için kimliğini hep başkalarının fikrî ürünleriyle edinmeye çalışmıştır. Üreticisi Tanrı da olsa dinî fikirler başkasının ürünüdür. Dinî fikirlerle kimlik edinilemez. Şimdi kimliksiz toplum kendisine kimlik arıyor. Bulamıyor. Çünkü üretemiyor. ‘Dinden din olur, kimlik olmaz.’

Şimdi bu açıdan bakınca ülkemizdeki muhafazakârlığın neyin muhafazakârlığı olduğu ortaya çıkıyor. İçi boş olan bir nominal muhafazakârlıktır bu. 

Kimlik üretmediği için dine nominal kimlik olarak sarılıyor. Ama içini fikirlerle dolduramıyor. İşte buna muhafazakârlık deniyor. Fakat bu dinî kimlik muhafazakârlığı insanların çağdaş dünyevî ihtiyaçlarını karşılayamadığı için İslam’ın dünyevî söylemlerinden uzaklaşıyor ve onları uygulamıyor. 

Çetinoğlu: ‘Gönderilen İslam’ ile ‘uydurulan İslam’ arasındaki tercihin, indirilenden yana olması için yeterli ölçüde başarılı olamadığımız söylenebilir mi? Söylenebilirse, nerede yanlış yapılıyor?

Prof: Kahveci: Her şeyden önce biz İslam’ın temel kaynağı olan Kuran’ın hedefinin ve karakterinin ne olduğunu bilmiyoruz. İslam târihi boyunca ve de günümüzde bilimlerin ve felsefenin ulaştığı düzeyle analitikolarak ele alarak Kuran üzerinde böyle bir çalışma yapmadık. Ben nâçizâne böyle bir çalışmayı yaptım ama henüz yayınlamadım. Bu konuyu bilmedikçe biz indirilen Kur’an-ı Kerim’e değil, kendimize göre yorumladığımız Kuran’a inanmaya devam ederiz ve hem onu uygulayamayız hem de bin beş yüz yıldır yaşadığımız bu antinomiden kurtulamayız. Ayrıca çağımızı yakalayamayız. Çağımızda çağlar da çok çabuk yavru vermektedir. Birine adapte olmadan bir yenisi geliyor.

Prof. Dr. NİYAZİ KAHVECİ

Trabzon’a bağlı Köprübaşı ilçesinin tanınmış bir köyü olan Yılmazlar Köyünde doğdu. İstanbul’un Beşiktaş ilçesinde büyüdü.

Amcaoğlu olan Adnan Kahveci, Merhum Vali Recep Yazıcıoğlu ve Diyanet İşleri Başkanlığı, YÖK üyeliği, milletvekilliği gibi sıfatları bulunan, Devlet Bakanlığı yapan Mustafa Sait Yazıcıoğlu da bu köydendir ve akrabadırlar.

Niyazi Kahveci İlk ve ortaokulu İstanbul’un Beşiktaş ilçesinde okuduktan sonra Fatih İmam Hatip Lisesi’nden mezun oldu. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde lisans eğitimini tamamladı. İhtisasını Haseki Eğitim Merkezi’nde yaptı. 

İngiltere Manchester Üniversitesi Sosyal İlimler Fakültesi Felsefe dalında master ve doktora yaptı. TC Londra Büyükelçiliğinde diplomatik görevde bulundu. Öğretim üyesi olarak Kırşehir Ahi Evran ve Adıyaman üniversitelerinde çalıştı. Kırşehir’de İktisâdî ve İdârî İlimler Fakültesi’nde Dekan Yardımcısı, Adıyaman Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesi’nde Dekan ve Rektör Yardımcılığı yaptı. Hâlen Yıldız Teknik Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak akademik hayatını devam ettirmektedir. 

Meslek hayatı boyunca verdiği dersler: İnsan ve Toplum Bilimleri, Milletlerarası İlişkiler, Felsefe, Sağlık Sosyolojisi, Ekonomi, Eğitim Felsefesi, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, Sosyoloji, Siyâset Bilimi, Siyâsî Düşünceler Târihi, Milletlerarası Politikada Din, Toplumsal Yapılar ve Târihî Dönüşümler, Din Sosyolojisi, Ahlak Sosyolojisi, Gençlik Sosyolojisi, Bilgi Sosyolojisi.    

Millî ve milletlerarası bilgi şölenlerinde sunulmuş çok sayıda Türkçe ve İngilizce tebliği ve ilmî makaleleri bulunan Prof. Kahveci’nin kitap hâlinde yayınlanmış eserlerinden bâzıları: *Mutezile ile Şi’a Arasında Siyasal Tartışma, *Tevrat’ta Sosyal Düşünce, Tevrat’ta Siyasal Düşünce, *İslam Siyâset Düşüncesi, *İniş Sırası ve Sebeplerine Göre Kur’ân-ı Kerim Tercümesi, *Kuran’ın İngilizce Tercümesi, *Çağımızda Türkiye, *Düşün ve Bilim Alanları.

LÜGATÇE:

Nominal: Gerçekte öyle olmadığı hâlde öyleymiş gibi kabul edilen, itibarî. Geçerli olan. 

Animal:Hayvanlara ait, hayvanî.

3Hümünal: İnsanlara ait, insânî 

4anakronizm: Olay târihinde yanılma.   

Antinomi: Çatışkı. Hukukun veya kanunların kendi aralarındaki çelişkili durumu

Oksimoronluk: Birbiriyle çelişen veya tamamen zıt iki kavramın bir arada kullanılması

Paradoks: Alışılagelen fikirlere aykırı olan düşünce   

Paradigma: Değerler dizisi 

Parametre: Değişken. Özel bir durum için târif edilmiş değişebilir bir nicelik.

Fenomen:Felsefede somut, algılanabilir ve denenebilir olay ve nesne demektir.  Halk arasında ilgi çeken veya çekebilecek nitelikte olan her türlü iş veya hâdise.

Numen: Bilginin imkânı veya imkânsızlığına yönelik düşünceler çerçevesinde, nesnenin görüntüsünün ardındaki gerçek özünü tanımlama gayreti.  Fenomen zıddı olup, varoluşla ilgili özü ifade eder.

 analitik: Tahlille  alâkalı