Felsefe Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Çevre Felsefesi ve Ahlâkı Uzmanı Prof. Dr. İBRAHİM ÖZDEMİR ile Çevre Meselelerini Konuştuk.

Oğuz Çetinoğlu: Çevre’ kavramının târifi ile röportajımıza başlayabilir miyiz?

Prof. Dr. İbrahim Özdemir: Çevre kavramı ile alakalı olarak birçok târif yapılmışsa da konunun gittikçe daha da karmaşık bir hal arzeden yapısı tam olarak verilememiştir. Mesela Webster Sözlüğü’nde çevre;  ‘Bir organizmanın yaşama ve gelişmesini etkileyen bütün dış şartlar ve faktörler toplamı’ olarak târif edilmektedir. Bu daha çok biyonik bir târif olup, çevrenin kültür ve diğer boyutlarını kapsamamaktadır.

İnsan sosyal bir varlıktır. Sâdece tabîi çevrede değil, aynı zamanda sosyal, târihî ve kültürle ilgili bir çevrede dünyaya geldiği gibi, yine böyle bir çevrede gelişimini tamamlamaktadır. Doğal çevreyle olan ilişkilerini de çoğunlukla bu içinde yetiştiği sosyal ve kültür çevresi belirlemektedir. Bu sebeple çevre kirlenmesi derken, ‘insanın özel ve sosyal çevresinde istenmeyen olumsuz etkileri’ anlıyoruz. Bunlar ise, insanın çevresi, evi, arabası, soluduğu hava, içtiği su, içinde yaşadığı şehirdir. Sosyal çevre ise, toplumun bütün fertleri tarafından faydalanılan denizler, göller, nehirler, yollar, dağlar ve havadan oluşmaktadır. Buradan hareketle çevrenin çok değişik ve kapsamlı târifi yapılmıştır. Çevre derken, genellikle kast ettiğimiz anlam, insanın içinde yaşadığı fizikî ve tabîi dünyası ve bu dünyada onunla beraber yaşayan canlı cansız bütün varlıklardır. Böylece insanın bütün bu varlıklarla olan ilişkileri sonucunda ortaya çıkan problemler, çevre problemleridir. 

Ekoloji / Çevrebilim disiplininin bize öğrettiği gibi, insanın davranış ve eylemlerinden sâdece canlı tabiat değil, cansız tabiat da etkilenmekte ve ekosistem bir bütün olduğundan bu cansız tabiattaki etkiler geri dönüp hem diğer canlıları ve hem de insanın kendi varlığını tehdit etmektedir. Bunun en güzel örneği ise ozon tabakasının delinmesi ve bunun sebep olduğu çevre problemleridir.

Çevreyle ilgili literatürde çokça zikredilen diğer bir kavram da ekoloji'dir. Ekoloji, hayvan ile bitkilerin birbiriyle ve içinde yaşadıkları çevreyle ilişkilerinin bilimi demek olan Ökologie'den türetilmiştir. Bu bilim dalının kurucusu ve ilk defa bu kelimeyi kullanan ise Alman zooloji Profesörü E. Haeckel (1834-1919)’dır. O, Yunanca ev demek olan ‘oykhos’ kelimesi ile ‘ilim’ mânâsına gelen ‘logos’ kelimelerini birleştirerek ‘evbilim’ sözlük mânâsındaki bu terimi meydana getirmiştir. 

Çetinoğlu: Çevre problemleri konuşulurken sıkça kullanılan bir tâbir var: ‘Sera etkisi’… asıl konumuza girmeden önce sera etkisi hakkında bilgi lütfeder misiniz?

Prof. Özdemir: Başta karbondioksit olmak üzere bazı atmosferik gazlar sera camının etkisini andırır bir etkiye sahiptir. Işığı geçirir ama ısıyı içerde tutar ve ısı artışına yol açar. Atmosfer ile yer arasındaki ısı dengesi, sanayileşmedeki ve fosil yakıtların yanmasındaki artıştan kaynaklanan atmosferik karbondioksit artışlarından etkilenir. Bu ise, atmosferdeki ortalama ısıyı yükseltir. Bu gelişmenin, buzulların erimesi ve okyanusun yükselmesi gibi geniş kapsamlı neticeler doğuran iklim değişmelerine yol açmasından korkulmaktadır.

Çetinoğlu: Çevre ile alakalı olarak dünyamızı ve insanlığı tehdit eden muhtemel tehlikelere kısa bir göz atabilir misiniz?  

Prof. Özdemir: Şöylece özetlemek mümkün:

-Sâdece ABD'de her yıl 5 milyar ton toprak yok oluyor. Ülkemizde ise yılda 500 milyon ton toprak erozyon sonucu yok olmaktadır. Yine her yıl atılabilir çocuk bezi için 1.000.000 ağaç kesiliyor. Sâdece Pazar günleri yayınlanan gazetelerin kâğıtları 500 bin ağacın kesimine eşdeğerdedir.

-Dünyadaki endüstri kuruluşları her yıl 2.000.000 kg üzerinde pestisit üretmekte; bu da dünyada nüfus başına yarım kilodan fazladır. Üstelik üçüncü dünya ülkelerinde her dakikada bir kişi çeşitli pestisit zehirlenmelerinden ölmektedir.

-3.7 litre benzin 3.000.000 litre içme suyunu kirletebilmektedir. Bu miktarda benzinin otomobilde kullanılması sonucunda ise 9 kg karbondioksit ortaya çıkar. Bir litre kullanılmış motor yağı 800.000 litre içme suyunu zehirleyebilmektedir.

-Akdeniz'e yılda 650.000 ton petrol türevleri, 120.000 ton mineral yağ, 60.000 ton deterjan, 100.000 ton civa, 38.000 ton kurşun; 21 ton çinko, 320.000 ton fosfor ve 800.000 ton azot akıtılıyor ve bunların sonucu Akdeniz'in ekolojisi yok oluyor. Akdeniz, yavaş yavaş ölüyor.

-1952'de Londra'da şehir içinde havadaki kükürt dioksit ve kömür tozu yoğunluğundan 3000 kişi solunum yolu yetmezliği sebebiyle ölmüştü. Bu gerçek gözönüne alınınca, hergün kirlenen ve hava kirlilik oranlan artan şehirlerimiz en büyük endişe kaynağı olmaya devam etmektedirler.

-Bugün yaklaşık 65.000 kimyevî madde var dünyada. Bu maddelerin % 80'i zehirlilik açısından denetimden geçirilmemiş durumda.

-1985 yılında Hindistan'ın Bhopal kentinde bir kimya tesisinde havaya karışan metilizosıyanot gazı 4000 kişinin ölümüne, 300.000 kişinin de zehirlenmesine yol açtı.

*10 yıl önce Afrika'da 1.500.000 fil vardı. Fildişi ticâreti yapanlar, fildişi elde etmek amacıyla bu filleri vahşice avlamaya başladılar. Bugün sadece geriye 750.000 fil kalmıştır. Bu hesaba göre kısa bir süre sonra hiç fil kalmayacak demektir.

*Son yüzyılda yaklaşık 30.000 bitki türünün hemen hemen hepsinin yok olduğu; yakın bir gelecekte dünya üzerinde yaşayan türlerin % 15- 20'sinin ölüp kaybolabileceği bildirilmiştir.

*Yine gezegenimizdeki hayvan ve bitki türlerinden günde 3 canlı türünün nesli tükenmektedir. On yıl sonrası için yapılan tahminler, saatte 3 canlı türün tükeneceğini göstermektedir. Önümüzdeki 10 yıl içerisinde dünyadaki türlerin % 20'sinin tamamen yok olacağı tahmin edilmektedir.

Saatte 3000 dönüm, dakikada ise 50 dönüm orman çeşitli şekillerde yok edilmektedir. Tropikal ormanların % 80'i, 10 sene içinde ortadan kalkmış olacak. Bu ormanların 260 hektar alanda 750 çeşit ağaç, 1500 çeşit çiçekli bitki, 125 tür memeli hayvan, 400 çeşit kuş, 100 çeşit sürüngen, 60 çeşit su hayvanı 150 çeşit kelebek ve sayısız böcek türü de ortadan kalkmış oluyor. Böylesine tahrip edilen tropikal ormanlardaki 1400 çeşit bitki kanser için gerekli ilaç hammaddesinin % 70'ini sağlamaktadır.

Gezegenimizin koruyucu kalkanı olan Ozon tabakasındaki incelme ve yırtılmalar sonucu ultraviyole ışınların yeryüzüne sızmalarında artış olacağından, çevreye ve bu çevrede yaşayanlara şüphesiz büyük zarar verecektir. Bu zararlar arasında, deri kanserlerinden körlüğe kadar çeşitli ciddî rahatsızlıklar sayılabilir. Ayrıca iklim değişikliklerinin oluşmasına ve dolayısıyla tarım ürünlerinin azalmasına sebep olacağı hesaplanmaktadır.

Bu ve benzeri verilerin ve özellikle bilinçlenen kamuoyu baskısının dünya liderleri üzerinde etkili olduğu düşünülmektedir. Zira gözardı edilmeyen veya edilemeyen bir gerçek de, dünyadaki kirlenmenin % 50'sinin son 50 yılda meydana geldiğidir. Yani M.Ö. ile 1960 arasında oluşan kirlenme, 1960 ile 2010 arasında meydana gelen kirlenmeye denktir. İşte geleceğimizin, dünyanın geleceğinin ve gelecek nesillerin ciddî bir tehlikeyle karşı karşıya kalmalarının başlıca sebepleri bunlardır. Dünyanın hızla uçuruma doğru gittiğini ileri süren ilim adamları şaka yapmıyorlar. Sâdece görmezden ve duymazdan gelinen ve gelinmek istenen bir probleme dikkat çekiyorlar. Son zamanlarda bütün dünyada görülmekte olan çevre bilinci bu çabaların sonucudur. Ancak yapılması gereken daha çok şey bulunmaktadır. 

Çetinoğlu: Dünyamızın daha iyi yaşanabilir duruma gelmesi için neler yapılmalı?

Prof. Özdemir: Bizler ve bizden sonra gelecek nesillerin dünya nimetlerinden ihtiyacı ölçüsünde faydalanması, dünyanın tüketilmemesi, kirletilmemesi, sorumsuzca hareket edilmemesi, geleceği düşünerek hareket edilmesi gerekiyor. Kendi sağlığımızı nasıl koruyorsak çevremizin sağlığını da aynı ihtimamla koruyacağız. 

Çetinoğlu: Bütün bunlar eğitimle sağlanır. Çevre eğitimi hakkında neler söylemek istersiniz?

Prof. Özdemir:  Çevre eğitiminin yeterli ölçüde olduğu söylenemez. Çevre eğitimini sâdece okullara konulan çevre dersleriyle sınırlamak doğru değildir. Hedef, 80 milyonu aşan nüfusumuzun bütün kesimlerine ulaşmak ve çevre şuurunu yaygınlaştırmaktır. Bu konuda her türlü imkân ve aracı kullanmaktan kaçınılmamalıdır. Temel felsefe ise, çevre bilincini artırıcı ve sonuçta çevreyi korumak için her türlü imkândan faydalanmaktır. 

Bu çerçevede, günlük hayatımızdan başlayarak, yâni hava, su, enerji, gıda, atıklar vs. gibi konularda çevreci bir bilinçle hareket etmek ve eski alışkanlıklarımızdan kurtulmak gerekmektedir. Ekolojik dengenin ne olduğunu kavramak ve dengeyi koruyacak yeni davranış ve yöntemleri kültürel zenginliğimiz çerçevesinde geliştirmek gerekmektedir. Başka bir ifâdeyle, târih ve kültürümüzdeki çevreyle ilgili değerleri yeni bir anlayışla yorumlamak göreviyle karşı karşıya bulunmaktayız. Konuyla ilgili diğer kültür ve medeniyetlerdeki zenginliklerden de yararlanmak tabiidir. Böyle temel bir bilgilenme ve bilinçlenme olmadan, sâdece bazı kanun ve yönetmeliklerle çevrenin korunacağı sanılmamalıdır. Bütün bunlardan dolayı çevre eğitiminin çok önem kazandığı görülmektedir. Daha önemlisi, bu eğitimin toplumun bütün katmanlarına ulaştırılmasıdır. 

Çetinoğlu: Çevre eğitiminin esasları neler olmalı? 

Prof. Özdemir: Çevre eğitiminin temeli, tabiat ve insan sevgisini aşılamak olmalıdır. Tabiat ile insan arasındaki ilişkiyi vurgulayarak, insanın da tabiatın bir parçası olduğu, doğaya verilecek bir zararın insanın kendisine döneceği anlatılmalıdır. Unutulmamalıdır ki, çevre problemlerinin ortaya çıkmasındaki en büyük sebeplerden birisi, insan-tabiat ilişkisindeki bozukluktur. Daha doğrusu, bu ilişkinin tabiatın zararına olarak gelişmesidir. 19. Yüzyıl sanayi devrimi ve onu tâkip eden sanayileşme hareketleri insanın doğayı sömürmesi ve ona karşı haşin ve acımasız davranmasının bir sonucudur. Çevre kirlenmesinde sanayi devriminin rolü ve bunun bir sonucu olarak da sanayileşmiş bölgelerin daha çok kirlendiği bilinmektedir. Çevre problemlerinin bu boyutlara ulaşmasından sonradır ki, birçok sanayi kuruluşu yeniden yapılanarak çevreye verdikleri zararı asgariye indirmeye başlamışlardır. Daha doğrusu, konuyla ilgili yapılan hukûkî düzenlemelere uymak mecburiyetinde kalmışlardır. Doğa ve insan sevgisini işlerken târih ve kültürümüzdeki zengin örneklerden yararlanılmalı ve konu, dînî motiflerle desteklenmelidir. Yunus Emre'nin ‘Yaratılanı sev, Yaradan’dan ötürü’ vecizesi bunun için güzel bir örnek teşkil etmektedir.

Çevreyi, sosyal, fizikî ve biyolojik çevre öğeleriyle bir bütün olarak anlatmak gerekir. Çevre bir bütündür, ekosistem bir bütündür.  Belli bir düzen ve ölçüye sâhiptir. Bu düzen ve ölçünün ihlal edilmesi ve bozulmasıyla da çevre problemleri ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla çevreyi de eko sistemi de bir bütün olarak görmek gerekir. 

Kişinin sağlıklı bir çevrede yaşamasının bir hak olduğu kadar, böyle bir çevrenin oluşturulması, korunması ve devam ettirilmesi de aynı zamanda bir görev olduğu bilinmelidir. Böylece insan hak ve hürriyetlerinin; kazandığı yeni anlam ve boyut da vurgulanmış olur. Bilindiği gibi daha önceleri insan hak ve hürriyetlerinden bahsedilirken sâdece şu anda yaşayan insanların hakları ve bunların ihlal edilmesi söz konusuydu. Bu haklara yapılan tecâvüzlere karşı tedbir alınırdı. Ancak, çevre problemleri bu anlayışa yeni bir boyut kazandırdı. Zira şu anda yaptığımız bazı hareket ve davranışlar mevcut insanlara zarar vermese de, gelecek nesillere zarar verebileceği ve onların içinde yaşayacakları tabîi çevreyi yok edebileceği kabul edilmektedir. Böylece gelecek nesillerin sağlıklı bir çevrede yaşama hakları ellerinden alınmaktadır. Bunun bir sonucu olarak da, insan hakları sâdece şu anda yaşayan insanları değil, gelecek nesilleri ve kuşakları da içine alacak şekilde genelleştirilmiş ve bununla ilgili hukûkî düzenlemeler de birçok ülkede yapılmış ve yapılmaya da devam edilmektedir.

Sağlıklı çevre ile insan sağlığı arasında yakın ilişki vardır. Temiz bir çevre insan sağlığının hemen temel şartlarından biridir. 

Çetinoğlu: Çevre ve din bağlantısı hakkında neler söylemek istersiniz? 

Prof. Özdemir: İnsanlar belli bir kültür ve belli bir dînî çevre içerisinde dünyaya gelmektedir. Bu kişilerin kendileri, diğer insanlar ve gerekse dünya ve tabiatla ilgili değer yargılarını dinleri ve kültürleri oluşturmaktadır. Târih bize gösteriyor ki, insanların dinlerini ve kültürlerini hesaba katmayan eğitim ve kalkınma programları hedefine ulaşamamakta ve insanlar âdeta kendilerine dayatılan bu programlara direnmektedirler. Bunu hesaba katmayan bazı dayatmacı, totaliter ve baskıcı rejimlerin yıkılışına hepimiz şâhit olduk. Sosyolojik, antropolojik ve psikolojik araştırmalarla da desteklenen bu gerçeği göz önünde bulunduran Birleşmiş Milletler Teşkilatı, çevre korumada her milletin kendi dini ve kültürel zenginliklerinden yararlanmasını tavsiye etmiştir. Hedef ve amaç; dünyayı ve ekosistemi korumak, daha sağlıklı bir gelecek olduğuna göre bu hususta dinlerin yapacağı katkı elbette büyüktür. Dinin gücünden mutlaka faydalanılmalıdır. 

Çetinoğlu: Teşekkür ederim. 

Prof. Dr. İBRAHİM ÖZDEMİR

Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde, Yüksek Lisans ve Doktorasını ise ODTÜ Felsefe Bölümünde tamamladı.

Akademik çalışmaları sırasında dünyaca ünlü üniversitelerde ‘misafir öğretim üyesi’ olarak bulundu. Başta ABD’deki üniversiteler olmak üzere G. Afrika, Endonezya, Avustralya, Rusya, İsveç, İsviçre, Almanya, G. Kore, Malezya, Mısır, Hindistan gibi birçok ülkede ilmî toplantılara katıldı.

Rusya İlimler Akademisi ile İsveç İlimler Akademisinde çevreyle ilgili dâvetli konuşmacı olarak konferanslar verdi.

ABD'den 2003 yılında döndükten sonra, MEB Dış İlişkiler Genel Müdürü olarak tâyin edildi. (2003-2010)

Akademik ve idârî çalışmaları yanında başta UNESCO Türkiye Millî Komisyonu Yönetim Kurulu, YÖK Bilim Adamı Yetiştirme Kurulu, OECD, CERİ (Eğitim, Araştırma ve Yenilik Merkezi) Yönetim Kurulu ve Fulbright Yönetim Kurulunda görev yaptı.

Gaziantep’te kurulan Hasan Kalyoncu Üniversitesi’nin kurucu Rektörlüğünü yaptı. (2010-2013)

İbrahim Özdemir’in temel alanı Çevre Felsefesi ve Ahlâkıdır. Ayrıca Yükseköğretim konusunda danışmalık yapmaktadır.

Verdiği başlıca dersler: Çevre ve Din, Çevre ve İslam, Çevre Ahlakı, Eleştirel Düşünme, Hukuk Felsefesi, Felsefe Târihi ve Felsefeye Giriş.

Kitaplarından bâzıları: 

*Jalaluddin Rumî and Confucius: Messages and Visions for a New Century, Tuğra Books: New Jersey, 2013. *The Ethical Dimension of Human Attitude Towards Nature, 2nd edition, insan Publications: İstanbul, 2008, *Globalization, Ethics and İslam, editors: lan Markham and İbrahim Ozdemir, Aldershot: Ashgate. 2005. *Çevre ve Din, Çevre Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1997. *Çevre sorunları ve İslam: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını. Ankara, 1995

LÜGATÇE:

Ekosistem: Birbirleriyle ve cansız ortamla ilişki içerisinde olan kendi içinde yeterli bitki ve hayvan topluluğu.

Ozon tabakası: Zararlı mor ötesi radyasyonu süten, ozon içeren üst atmosfer katmanı. CFC türünden kimyevî maddelerin atmosfere bırakılması neticesinde ozon tabakasının zayıfladığı, bunun ise cilt kanserinde artışa yol açacağı hesaplanmaktadır.

Fosil yakıtlar: Kömür, petrol, doğal gaz ve benzeri organik yakıtların tamamı. Fosil yakıtlar, bitki ve hayvan maddelerinin milyonlarca yıl boyunca toprak altında ayrışmasından oluşur.

Pestisit: Zararlı bitki ve hayvanları yok etmekte kullanılan, insan ürünü kimyevî maddeler. Böcek öldürücü, yaprak dökücü ve kemirgen öldürücü türden bâzı tarım ilaçları. Bunlar, genel sağlık açısından tehdit oluşturmaktadırlar.

Ultraviyole ışınlar: Ultraviyole (morötesi) ışınlar, kısaca UV olarak ifâde edilir. Çıplak gözle görülemeyen, farklı dalga boylarındaki güneş ışınlarına denir. Bu ışınlardan sâdece 2 tanesi olan UVA ve UVB ışınları ozon tabakasını delerek cildimize her gün temas eder ve zarar verir. Ozon tabakası sadece UVC ışınlarını engelleyebilir.