Mayıs ve sonrasına kadar da yazacağımı pek düşünmüyorum. Şimdi hiç de alışık olmadığım bir alanda edebiyat ve roman alanında haddime olmayarak birkaç söz etmek isterim.
Çok değer verdiğim doktor olarak tanıdığım ama insani yönlerini gördüğümde başka bir hayranlık beslediğim Değerli Hocam Doç. Dr. Ahmet Midi’nin yeni ve ilk romanı olan Uzak Ülke Kıyıları adlı eserini tüm iştiyakımla okudum.
Beni halden hale, şekilden şekile soktu. Pek kitap okurken ağladığım vaki değildir, lakin bu eserde gözyaşı vanalarıma sahip olamadığımı tüm yürekliliğimle söylemeliyim. Eseri her okuyanın kendine dair bir şeyler bulacağı, modern çağımızın evlilik, boşanma gibi değerlerine bakışların yer aldığı, kara sevda diye tabir edebileceğimiz aşkın tadınca yer aldığı, geniş ailelerin tüm güzelliği ile tasvir edildiği güzel ve hayalleri olan bir roman. Ticari kaygılardan tamamen uzak ama bir o kadar da bundan sonra edebi camiada emin adımlarla yürüyecek olan bir romancı, Ahmet Midi…
Şimdi vakit kaybetmeden Prof. Dr. Ahmet Midi ile roman üzerine röportajımıza geçelim…

1. İlham perisi size kırklı yaşlarda dokunmuş olacak ki, ortaya yürekte tat bırakacak bir roman çıkmış. Sizi bu kadar zaman yazmaktan alıkoyan nedir?
Cevap: Bunca zaman beni yazmaktan alıkoyan şey yazdığımı yazabileceğimi düşünmüyor oluşumdu. Süreci irdeleyecek olursak: ortaokuldan sonra yazma işinden tamamen uzaklaşmıştım. O dönemde daha çok günlüğüme yazıyordum. Başlıca konu yalnızlığım ve platonik aşklarımdı. Tıp fakültesine gitmeye karar verdiğim için FEN ağırlıklı eğitim almaya karar vermiştim. Edebiyatta her nedense bir gelecek görmemiştim. Oysa ortaokulda haftada ortalama 3 roman okurdum. Roman yazma konusunda ufak tefek hayallerde kurmadım değil birde kısa denemelerim olmuştu. Liseye başlayınca kitap okumaktan ve bu tür hayallerden uzaklaştım. Dershaneler, deneme sınavı yarışları, doktor olma hayali tüm zamanımı dolduruyordu. Lise ve üniversite hayatımda günlüğüme yazdığım yazılar azalsa da devam etti. Sonra da hepten azaldı. Bilimsel yazı yazma dönemi başladı. Üniversiteden mezun olduktan sonra kitap okuma alışkanlığıma yeniden kavuştum.  Yazılanları hissederek okuma alışkanlığım vardır. Kitabın bende merak uyandırmasından çok daha önemlisi bana hissettirdiği duygulardır. Bu şekilde kitap okuyunca cümlelerin içerdiği duyguların beslediği yazılanı güzel görme ve beğenme öne çıkıyor. Cümlelerin ahenginde mest olurken bende bu şekilde yazabilir miyim diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Her defasında kaybeden oluyordum ve yazma konusunda hiçbir itici gücüm yoktu ve motive edici bir kabiliyet göremiyordum kendimde.

2. Günümüz yazarlarında tarz sahibi olanların sayısı maalesef çok az… İlk kitabınız olmasına rağmen gerçekçi ve inanılmaz güzellikte tasvirlerle örülü özel bir tarz oluşturmuş- sunuz. Kitabın yazılış sürecinden biraz bahseder misiniz?
Cevap: Çoğu kişi ilk yazdığı kitabı başkasından ziyade kendisi için yazar, ancak Uzak Ülke Kıyılarını ihtiyaç hissettiğim için yazdım. Doçent olduğum yılın yaz aylarında tatilde iken, kitaplar yazmış ilim ve tasavvuf ehli yaşlı bir zat ile karşılaşmıştım. Öncesinde bana yazdığı kitapları göndermişti. Okuduktan sonra ziyaretine gittiğimizde kitaplardan birinin içinde organ nakli ile ilgili bölümde yazdıkları konusunda tereddütlerim oluştu. Açık bir şekilde organ nakli haramdır diye yazmamıştı ancak ben o anlamı çıkartmıştım. Kendisine yazdıklarında organ naklinin haram olduğunu ima etiğini söylediğimde bunu onayladı. O dönem organ nakli konusunda bazı aktivitelerim olmuştu. Bir üniversitede “En son yürekler ölür” romanın yazarı Canan Tan ile bu konuyu içeren bir etkinlikte birlikte olmuştuk. Öğrencilerimle de bu konuda konuşuyordum. Ülkemizin gelişmiş ülkelere göre organ bağışında geride olmasına üzülüyordum. Çocukluğumdan beri din içerikli kitaplar okuduğum için İslam dininin “bir can kurtaran dünyayı kurtarmış gibidir” diyerek bu konuda kolaylaştırıcı, teşvik edici olduğunu biliyordum. Karşılaştığım kişinin farklı düşünmesi beni ilmi ve dini yönünü yeteri kadar olmasa da bildiğimi düşündüğüm organ nakli konusunda yazma sorumluluğu ile karşı karşıya bıraktı. Yazmam gerekiyordu ama nasıl olmalıydı? Bilinçli insanlara ulaşmamın bir anlamı yoktu, bilimsel makale yazarak ta taassubiyet içerisindeki insanlara ulaşamayacaktım. Bu nedenle bir hafta kadar düşündükten sonra roman yazmaya karar verdim. En çok sevdiğim özelliklerimden biri bir şeyi başarmak için onu çok istemenin ve çalışmanın yeterli olacağını biliyor olmam ve bunu hayatımda uyguluyor olmamdır. O anda eksiklerimi hiç görmez oldum. Roman nasıl yazılır konusunda kitaplar okumak mantıklı gelse de bunun işin zorluklarını gördükten sonra motivasyonumu kıracağını düşündüm. -Bu arada kitabı yazmayı bitirdikten sonra roman nasıl yazılır konulu kitaplar okudum- . Birkaç ay konusu konusunda hayaller kurdum, konuyu belirleyip ilk bölümü bir oturuşta 20 sayfa yazınca kitabı bitmiş gibi düşünmeye başladım. Daha sonra da 4 ay gibi bir sürede romanı tamamladım.
Gerçekçi ve güzel tasvirlerle örülü özel bir tarz oluşturduğum konusuna gelince; edebi bir eserin değerli olması için özgün olması gerekir. Elbette etkilendiğim yazarlar var ancak kitabı yazarken yaptığım şey duyguları gerçekmiş gibi yaşarken bunların cümlelere dökülmesiydi. Yazarken kalem çoğu zaman öndengitti, benarkadan etraftaki ufak tefek dağınıklıkları toplayarak kaleme yetişmeye çalıştım. Ulaşamadığımyerler olduğu gibi, kalemin yorulduğu da oldu. İlkinde hüzün damlalara dönüştü, ikincisinde yazmaya ara verdim. Kendime özgü bir tarzım var diyemeyeceğim, çünkü kendimi yazar değil yazan olarak görüyorum. Yazdıklarımda bir tarz görüyorsanız eğerbu;kitapta zorlama ile yazılan bir kelimeninolmamasına bağlı diye düşünüyorum.Tasvirlere gelince bu sadece doğayı, çevreye bakma ile ilgili bir durum, hissederek yazdığım için çevremde gördüklerimi tarif ettim sadece.

3.Kitabı ilk defa okuyacaklar için bir daha soralım, kitabın adı neden ‘Uzak Ülke Kıyıları’?
Cevap: İki genç insanın (Elif ile Kaan) Armutlu’dan Gemlik körfezi karşı kıyılarına bakarken, Mudanya’da parlak, ama daha ilerdeki yerleşim alanlarının solgun ışıklarına bakarken, -kitapta bunu birbirlerine itiraf edemeseler de-  “uzak bir ülke” kıyılarını seyrettiği duygusu yaşamasından geliyor.

4.Onuncu sayfasından sonra okuyucuların gözyaşlarına hakim olamadığı ve sürekli bir sayfa sonrasını merak ederek okuduğu ‘Uzak Ülke Kıyıları’nın bu kadar beğenilmesinin sırrı nedir sizce?
Cevap: Tamamen hissederek yazılmasından kaynaklanıyor. Şimdiye kadar çok olumlu eleştiriler aldım. Ve okuyucular çok ağladıklarından söz ediyorlar. Ben bir kitabı okuyucusunu hüzünlendirmesine çok önem veririm. Hüzün insanı dinginleştirir, ruhunu yormaz. Hüzünlü insan kolay olgunlaşır. Kitapta hüznün dozu yer yer fazla kaçmış olabilir. Ancak kitapta yaşananların gerçekte yaşanmadığını kimse söyleyemez. Bu durum yazdığımdan çok fazla etkilenmem sonucunda ortaya çıktı.

5.Kitabınızda aşk ile başlayan bir evliliğin hüsranla sonuçlanmasından bahsettiğinize göre evliliklerdeki kırılma noktaları hakkındaki düşüncenizi öğrenebilir miyiz?
Cevap: Evlilikte en önemli kırılma noktası olumsuz sonuçları engellemek için tedbir alamadan aşkın bitmesi. Aşk başlangıç için çok güzel ancak “aşk görevini yapıp ayrılır ayrılmaz ilişki çekilmez oluyor ve eşler kavgalarıyla baş başa kalıyor. Doğan çocuklar sayesinde tabiatın dengesi ve devamlılığı için aşk görevini yapmış oluyor. İhtiyaç kalmayıp aşk gidince de tüm dengeler bozuluyor. Kavgayı bitiren şey ya teslimiyet ya da kaybediştir. Her iki eş için karşı cinsiyetin lehine kabullenişlerimiz, teslim oluşlarımız olmasa her ilişki hüsranla sonuçlanmaya adaydır. Ayrılık olmuyorsa mutsuz evlilik devam ettiriliyor demektir. Anlatmak istediğim teslim oluş ve kabulleniş pasif bir durum değildir; aktiftir, kontrol etmeyi ve enerji harcamayı gerektirir.

6.Kitaptaki kahraman, eşlerin birbirinden nefret etmesindeki sosyo-psikolojik nedenleri sorgularken aynı zamanda bu durumdan kendini de suçluyor. Size göre evliliklerin daha uzun ömürlü olması için eşlerin dikkat etmesi gereken en önemli olgu nedir?
Cevap: Çocuk algısı maalesef bu şekildedir. Bazı çocuklar bu konuda daha da duyarlı oluyor; kahramanımız da olduğu gibi. Ancak ilerleyen dönemlerde kendini suçlamayı bırakıp anne babasını sorguluyor. Evliliklerin uzun sürmesi için mutlu evlilik gerekiyor. Bunu da sağlayan teslim oluştur.
Kitaptan alıntı yapacak olursak. “Evlenirken gücü erkeğe, ayağa basmayı ve evlilik cüzdanını kadına teslim eden bir gelenekte eşlerden birine teslim olması tavsiye edilmemektedir. Böyle olunca da kendini ispatlama mücadelesi başlıyor. Mutlu evliliklerde denge yoktur, kabulleniş vardır, bu aslında teslim oluştur. İlişkide dengeyi bulmaya çalışanlar adaletin kadın erkek ilişkisinde aslında eşitlikten çok uzaklarda olduğunu bilmezler”.

7.Sizce bu romandaki gibi anlaşamayan çiftler hayatlarını tekrar düzene sokabilmek için mücadele ederken sürekli kullandıkları boşanalım o zaman ‘sözünün çocuklarını evlilikten soğutacak kadar etkilediğinin farkında olsalardı nasıl hissederlerdi?
Cevap: Neredeyse tüm anne babalar boşanalım sözünden çocuğunun çok üzüldüğünün farkında olsaydı en azından kavga bitip sakinleştikten sonra üzülüp, vicdan azabı çekerlerdi. Daha sonra bilinçlilik hali azlınca büyük bir bölümü aynı sözü söylemeye devam eder o anda vicdanlarını rahatsız edecek bir şey hissetmezdi. Bahsettiğimiz bu tablo aklın devre dışı kaldığı tablodur. İnsanlar duyguları ve hırsları ile hareket ettikleri için yaptıklarında mantık aramak beklenmez. İnsan bu noktada durup düşünemiyorsa hiçbir şeyi olumlu düzeltemez. Aynı mekanda kaldıkça kırcı sözler daha çoğalır. Çocuğun bundan çok fazla etkileneceğini bilmesi çok kişide bir şey değiştirmeyecektir, ancak olgunlaşma yolunda olanlar her zaman kavgasız dönemlerinde kavgaların nedenlerini ve çözümlerini düşünecektir. Bir zaman sonrada aktif teslim oluş sürecini başlatarak mutlu olabileceklerini göreceklerdir.

8.Olayların psikolojik yönünden biraz sıyrılıp kitaptaki tasvirlere bakılacak olursa gerçeklik ve cesaret isteyen tasvirler gözlerimizi okşuyor. Olayların örgüsü ve tasvirleri okuyucuyu konudan kopmayacak şekilde birbirine bağlıyor. Bunun nedeni nedir?
Cevap: Okuyalı yıllar oldu, sanırım 18 yaşımda okumuştum ve çok fazla etkisinde kalmıştım;“İnce Memed” romanında Çukurova’nın çok güzel tasvirleri vardır. Romanlardaki tasvirleri hep sevmişimdir. Fakat genel hakimiyet bölüm başlarında tasvirlerin olmasıdır. Okuyucu tasviri seviyorsa bölümü bitirip tasvir bölümüne gelmek için sabırsızlanır. Okuyucu romanın kurgusunu/akışını ve tasvirleri ayrı ayrı değerlendirir. Bana göre daha doğrusu tasvirlerin olayların akışında olması. Roman kahramanı yolculuk yapıyorsa ve yolu Yalova’dan geçiyorsa; bol ağaçlı ormanlık yokuşu tırmandıktan sonra Orhangazi tarafının daha aydınlık olduğunu görür üstelik daha yeşil olduğunu düşündüğünü ifade edebilir. Ve bunun İstanbul’un Yalova’ya bir haksızlığı olduğunu, bu yanılsamaya, İstanbul’un uçsuz bucaksız, ağaçsız, taş yığınının etkisinden hala kurtulamadığımızın neden olduğunu söyleyerek yolculuğu ve tasviri iç içe kullanabilir. Bu tarzın daha etkileyici olduğunu düşünüyorum.

9. İkinci kitabınız da  ‘Elif’ten bahsedecek misiniz? Elif bundan sonra neler yaşayacak?
Cevap: Elif’i gerçekten zaman zaman düşünüyorum. Sanki öyle biri varmış gibi… Sonucunu ben de merak ediyorum. Bazı şeyler hayal ediyorum ancak konuşmak için çok erken. Elifin geleceği konusunda platonik aşkların daha uzun soluklu olabilmesi düşüncem biraz ip ucu olabilir.

Prof. Dr. AHMET MİDİ KİMDİR?
19.10.1970 yılında Trabzon-Arsin’e bağlı Çiçekli köyünde dünyaya geldi. İlkokulu köyde, ortaokulu Trabzon İmam Hatip Lisesi’nde okudu. Çocukluk hayallerini doktor olup tanışlarını muayene etmek üzerine kurdu. Doktor olmayı kafaya koyduğu için ortaokuldan sonra Trabzon Lisesi’ne kaydını aldırmak istedi. İdare-ciler okuldan ayrılmasını istemediği için buna İzin vermediler. Diplomasını alabilmek için günlerce idarenin önünde bekledi, sonunda kendisini tanımayan yeni atanmış bir idarecinin idarede tek başına kaldığını görünce bunu fırsata çevirdi. Diplomasını aldıktan sonra Trabzon Lisesi’ne kadar koşarak gitti. 1989 yılında Trabzon Lisesi’nden mezun oldu. O dönem Trabzon’da adını en çok duyduğu Cerrahpaşa Tıp Fakültesini kazandı.
1998 yılında bir erkeğin yapabileceği en akıllı işlerden birini yaptı. Hayatı başarılarla dolu Dr. İpek Gürsoy ile evlendi. Aysu ve Kerem adında iki çocukları oldu. 
2000-2005 yılları arasında Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Patoloji ihtisası yaptı. 2005 yılında İstanbul’da Özel Gaziosmanpaşa Hastanesi Patoloji Laboratuvarını kurdu, burada 2007 yılında Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesine geçene kadar çalıştı. 2011 yılında Patoloji Doçenti oldu.
Şimdilerde akademik kariyerine Profesör olarak Gaziosmanpaşa Hastahanesinde devam etmektedir.
En parlak öğrencilik dönemini ortaokulda yaşadı. Polis teşkilatının 149. yılı nedeniyle Trabzon ilinde yapılan kompozisyon yarışmasında ikincilik ödülünü aldı. Hedefi tıp olduğu için bu ödülü aldığını unuttu. Ak-lına geldiğinde yaşı kırkı geçmişti. Hiç bir şey için geç değildir diyerek yazmaya başladı.