Prof. Dr. ABDULAZİZ BAYINDIR -II-
Oğuz ÇETİNOĞLU
‘DİNİ, ALLAH’IN TÂRİF ETTİĞİ GİBİ ANLARSAK SIKINTI KALMAZ’
‘Şüphelenmek insanın en tabii hakkıdır. Kâfirlik, gerçekleri anlayıp kavradıktan sonra kabul etmemektir.’ Prof. Dr. ABDULAZİZ BAYINDIR Miraç konulu röportajın ikinci bölümünde Mi’rac olayı ile ilgili tereddütleri gideriyor: ‘DİNİ, ALLAH’IN TÂRİF ETTİĞİ GİBİ ANLARSAK SIKINTI KALMAZ.’
Prof. Dr. ABDULAZİZ BAYINDIR Diyor ki:
Şirk, ortak etmek demektir. Allah’a şirk koşmak, ona ait özelliklerden birini veya bir kaçını başka bir varlıkta da görmektir. Bu varlık daha çok Allah’a yakın sayılan din büyükleri arasından seçilir. Şeytanlar, onların Allah’ın dostu olduğunu, Allah ile olacak işlerde destek vereceklerini, arabulucu ve şefaatçi olacaklarını fısıldarlar. Onlara teslim olmak gerektiğini, üzerine basa basa söylerler.
Akıl ve Kur’ân, bu tuzağın iki büyük engelidir. Şeytanlar, engelleri aşmak için dinin akıl değil, gönül işi olduğunu ve Kur’ân’ı herkesin anlayamayacağını söylerler. İnsanların önüne, kendilerinin kutsadığı başka kitaplar koyar ve okumalarını isterler. Bu tuzağa düşenler, Kur’ân’a olan saygılarını kaybetmezler ama onu anlayamayacaklarını kabul ederek Kur’ân’ı, kendilerine kapalı sayarlar. Sonra bu şeytanlar, uydurdukları yeni ibâdet türlerini devreye sokarak çokça ibâdet tavsiye eder ve insanların doğru yolda olduklarından emin olmalarını sağlarlar. Onlar da bunları Allah’ın dostu bilip kul-köle olurlar. Sonunda kendilerine olan güvenleri kaybolur ve doğru yolla ilişkileri kesilir ama kendilerini o yolun ortasında sanırlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
‘Kim Rahman’ın Zikri’ni (Kur’ân’ı) görmezlikten gelirse onun başına bir şeytan sararız. O onun arkadaşı olur.
Onlar bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru yola girdiklerini hesap ederler.’ (Zuhruf 43/36-37)
Allah adına konuşmak da çoğu insanın düştüğü tuzaklardandır. Bu konuda ya Allah’ın gücüne, ya büyüklerin sözlerine yahut kitaplardaki hurafelere dayanılır. Yanlış söz söylememek için Kur’ân’a bakmak gerekirken Kur’ân’ın, bu yanlışları destekleyecek şekilde yorumlanması işi çığırından çıkarır.
İyi Müslüman olmak için yola çıkanların kolayca düştüğü bu tuzakları, Kur’ân ışığında ortaya çıkarmak ve uyarılar yapmak, bilgi sâhibi her Müslüman’ın görevidir.
Bizim hatalarımızı görenlerin de aynı şekilde bizi uyarmasını bekliyoruz.
Gerçeği anlamak kolay, kabul etmek zordur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
‘Bir cemaati yola getirdikten sonra, neden sakınacaklarını açıkça kendilerine bildirmeden Allah’ın onları yoldan çıkarma ihtimali yoktur.’ (Tevbe 9/115)
‘Allah’a karşı yalan uyduran, veya o gerçek kendisine gelince O’na karşı yalan söyleyip durandan daha zâlim kim olabilir? O nankörler için Cehennem’de yer mi yok?
(Allah diyor ki;) Her kim bizim uğrumuzda gayret gösterirse onları kesinkes yollarımıza sokarız. Allah, kuşkusuz iyi davrananlarla beraberdir.’ (Ankebût 29/68-69)
(KUR’AN IŞIĞINDA ARACILIK VE ŞİRK isimli kitabından. Süleymaniye Vakfı Yayınları. İstanbul, 2006) Oğuz Çetinoğlu: Mirâc’ın bedenen mi yoksa rûhen mi gerçekleştiği konusunda da tartışmalar var.
İnananların elbette şüphesi yok: Hem bedenen ve hem rûhen, Efendimiz uyanıkken gerçekleşti. Ruh ve beden bütünlüğünü nasıl yorumlamak gerekir?
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Temel hata, âlimlerimizin âyetleri, kendi başlarına açıklamaya kalkmalarıdır. Hâlbuki Allah Teâlâ buna izin vermemekte ve şöyle buyurmaktadır:
‘Elif, Lâm, Râ. Bu öyle kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmış, sonra hakîm olan ve her şeyin iç yüzünü bilen tarafından açıklanmıştır. Bu, Allah’tan başkasına kul olmamanız içindir. (De ki,) Ben de O’nun tarafından size gönderilen uyarıcı ve müjdeciyim.’
(Hûd 11/1-2)
Allah, âyetleri, âyetlerle açıklamıştır. O yola girmeyince Kur’ân-Sünnet bütünlüğü bozulmakta ve çelişkiler oluşmaktadır. Açıklamayı Kur’ân’dan aldığımızda Allah Teâlâ’nın şöyle dediğini görürüz:
(Orada Muhammed’in) ‘gözü kaymadı; sınırı da aşmadı.’
(Necm, 53/17)
Gözün kaymaması ve sınırı aşmama, ancak ruh ve beden birleşince olabilir. Bu sebeple bu olay uyanıkken ve ruh-beden bütünlüğü içinde gerçekleşmiştir.
Çetinoğlu: Elmalılı Hamdi Yazır; ‘Mirac olayını tamâmen aklî çerçeveye sokmak kolay değildir’ diyor. Bu söz, kimi insanları şüpheye sevk eder mi?
Bayındır: Bana göre bu, bilgi azlığından kaynaklanmaktadır. Çağımızda astronominin üzerinde çalıştığı gök, birinci kat göktür. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
‘En yakın (birinci) göğü kandillerle (yıldızlarla) süsledik ve koruduk.’
(Fussilet 41/12)
Birinci kattan sonra altı kat daha vardır. Nuh aleyhisselam zamanında, onların hepsi avuç içi gibi biliniyordu. O, kavmine şöyle demişti:
‘Görmediniz mi ki, yedi semayı Allah, nasıl tabaka tabaka yaratmıştır?’
(Nuh 71/15)
‘Görmediniz mi’ sözü, ‘görür gibi bilmediniz mi?’, demektir. Onlar o semalara çıkmış da olabilirler.
Eğer böyle hızlı çıkaran bir mirac olmasa onlardan hangisinin ömrü oralara çıkmaya yeter!’
Allah Teâlâ bir de şöyle buyurmuştur:
‘Allah, yedi göğü ve yerden de onların gibisini yaratmış olandır.’
(Talak 65/12)
Buna göre üzerinde yaşadığımız kısım, yerin yedinci katıdır. Gökler de aynı olduğuna göre onun yedinci katının da insanların yaşamasına elverişli olması gerekir. Nasıl göklere giden kapılar varsa, yerin merkezine giden kapılar da olmalıdır. Oralardan geçmek için yeterli bilgi ve donanıma sâhip olmak gerekir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurur:
‘Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin belli bölgelerini aşıp gitmeye gücünüz yetiyorsa gidin! Ama bir güce sahip olmadan gidemezsiniz.’
(Rahman 55/33)
Demek ki, o gücü elde edince hem yerin merkezine, hem göğün en üst katına gidilebilir.
Çetinoğlu: Bunlar çok ilgi çekici konular. Siz bana şüphe ve iman ilişkisini açıklar mısınız?
Bayındır: İslam dininde inanç, kesin verilere dayanmak zorundadır. Kelime-i şehadetin anlamı şudur;
‘Ben şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Yine şahitlik ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.’
Şâhitlik etmek için kesin bilgiye ulaşmak gerekir. Şüphe ile yola çıkmadan kesin bilgiye ulaşmak zordur. Bu konuda örneğimiz İbrahim aleyhisselam’dır.
‘Bir gün İbrahim dedi ki: ‘Rabbim! Bana göstersene, ölülere nasıl can veriyorsun!’ Allah; ‘Yoksa inanmadın mı?’ dedi. ‘Yok, ama içim yatışsın diye’ cevap verdi. ‘Öyleyse, dört kuş tut. Kendine alıştır. Sonra (kes, parçala ve) her dağın başına onlardan birer parça koy. Daha sonra onları çağır, hızla sana geleceklerdir.’ dedi. Bil ki, Allah güçlüdür, doğru karar verir.’
(Bakara 2/260)
Şüphelenmek insanın en tabii hakkıdır. Kâfirlik, gerçekleri anlayıp kavradıktan sonra kabul etmemektir.
Çetinoğlu: ‘Hiçbir vahiy akla aykırı değildir. Fakat her akıl her vahyi idrak edebilecek güçte değildir.’ Deniliyor. Bu söyleme açıklık getirir misiniz?
Bayındır: Dini, Allah’ın târif ettiği gibi anlarsak sıkıntı kalmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
‘Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına çevir. O, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte sağlam din bu dindir. Ama insanların çoğu bunu bilmezler.’
(Rum 30/30)
Fıtrat, varlıkların temel yapısını ve bu yapıyı oluşturan yaratılış, değişim, gelişim ilke ve kanunlarını ifâde eder. İnsanların, hayvanların, bitkilerin, yerin, göğün hâsılı her şeyin yapısı ve işleyişi buna göredir. Demek ki, Allah’ın dini, varlıklarda da geçerli kanunlar bütünüdür. Tabiattaki her olayı nasıl anlayamıyorsak, her vahyi de anlayamayabiliriz.
Çetinoğlu: Mirac olayı sebebiyle; son peygamberin getirdiği mesajın, bütün dinlere hâkim olacağı yorumu yapılıyor. Bu yorumun yorumunu nasıl yapmak gerekir? Museviler ve Hıristiyanlar… hepsi Müslüman mı olacak?
Bayındır: İslam yeryüzünün tamamına hâkim olacaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
‘Bu dini bütün dinlere hâkim kılmak için elçisini, doğruya götüren bilgi ve gerçeklerle örtüşen din (hak din) ile gönderen Allah’tır. Varsın o müşrikler hoşlanmasın.’
(Tevbe 9/32–33)
Peygamberimizin İstanbul’un fethini müjdelemesi bu yüzdendir. O, şöyle buyurmuştur:
‘Kostantiniye (İstanbul) kesinlikle fethedilecektir. Onun emiri ne güzel emir; o ordu ne güzel ordudur.’ (17)
Yahudiler ve İsa aleyhisselam İsrailoğullarındandır. Onlara söz verilen dünya hâkimiyeti budur. O sözün yerine getirilmesi için Muhammed aleyhisselama inanmaları ve ona uymaları gerekir.
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
‘Ey İsrail oğulları! Size ettiğim iyilikleri hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size olan sözümü yerine getireyim. Yalnız benden korkup çekinin. Sizde olanı onaylayıcı olarak indirdiğime inanın. Onu ilk görmezlik eden siz olmayın. Âyetlerimi geçici bir bedele karşılık satmayın. Yalnız benden çekinin.’
(Bakara 2/40-41)
İslam’ın hâkim olması, herkesin Müslüman olacağı anlamına gelmez. Çünkü inanç, kişinin hür olarak vereceği karara bırakılmıştır.
Çetinoğlu: Mirac gecesini Müslümanlar nasıl değerlendirmeli?
Bayındır: Kandil geceleri, ne Kur’ân’da ne de Sünnette vardır. Dolaysıyla bu gecelerin, diğer gecelerden farkı yoktur. Bunlar, Peygamberimizden çok sonra Mısır ve Kudüs’te kutlanmaya başlanmış, daha sonra diğer bölgelere yayılmıştır.
Çetinoğlu: Namazın, müminin miracı olduğu konusunda neler söylersiniz?
Bayındır: Namazda kişi, Allah ile baş başa kalır. Dualar ve âyetler okuyarak Allah ile bire bir görüşme imkânı bulmuş gibi olur. Secdeye vardığı sırada da bütün istek ve ihtiyaçlarını Allah’a açıp yardım isteyebilir. Bu bakımdan namaz, miraca benzemektedir.
(17) Ahmet b. Hanbel, Müsned 4/335 (Bişr b. Suheym hadisi)
Prof. Dr. ABDULAZİZ BAYINDIR:
1951’de Erzurum’un Tortum ilçesinde doğdu. 1976’da Atatürk Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesini bitirdi. Temmuz 1976’dan 1997’ye kadar İstanbul Müftülüğünde müftü yardımcısı ve uzman olarak çalıştı. Bu süre içinde Fetva Kurulu Başkanlığını ve Şer’iye Sicilleri Arşivi yöneticiliğini yaptı. 1983-1993 yılları arasında İslamî İlimler Araştırma Vakfının ilmî toplantılarını düzenledi. ‘Şer’iyye Sicilleri Işığında Osmanlılarda Muhakeme Usulleri’ isimli teziyle 1984’te İslam Hukuku dalında İlahiyat Doktoru; İslam İktisadıyla ilgili çalışmalarıyla da 1987’de Kelam ve İslam Hukuku dalında Doçent oldu. 1993’te Süleymaniye Vakfı’nı kurdu. 1997 yılında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi oldu. 2003 yılında ise İslam Hukuku Profesörü oldu. Halen bu görevi sürdürmekte olan Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır, Evli ve dört çocuk babasıdır. Arapça, Fransızca ve İngilizce bilmektedir.
Yayınlanmış Kitapları:
İslam Muhakeme Hukuku /Osmanlı Devri Uygulaması: (1986). Işığında Tarikatçılığa Bakış: (1997), Kur’an Din ve Devlet İlişkileri Teokrasi ve Laiklik: (1999), Duada Evliyayı Aracı Koyma ve Şirk: (2001), Ticaret ve Faiz: (2002), Kur’an Işığında Doğtu Bildiğimiz Yanlışlar: (2005).
Çok sayıda yayınlanmış makalesi, ilmî tebliğleri ve bildirileri bulunan Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır, evli ve 4 çocuk babasıdır.
(ABDULAZİZ BAYINDIR İLE YAPILAN RÖPORTAJIN İKİNCİ BÖLÜMÜNÜN SONU. ÜÇÜNCÜ VE SON BÖLÜMDE, Mİ’RAC KONUSUNDA İLİM ADAMLARININ İLERİ SÜRDÜKLERİ FARKLI GÖRÜŞLER NAKLEDİLECEKTİR.)
Yorumlar