‘Petrol Tröstleri, Alternatiif Enerji Kaynaklarının Kullanıma Alınmasını Engelliyor.’
Nükleer Fizik Uzmanı Prof. Dr. EMİN ÖZBAŞ Enerji Üretimindeki girdileri Anlatıyor.

GİRİŞ:
     ‘Ebedî hayat’ olarak da adlandırılan enerji, özellikle elektrik enerjisiyle ilgili problemler, artık ülkelerin sınırlarını aşmış, milletlerarasında konuşulan, tartışılan ve çözüm aranan önemli bir mesele hâline gelmiştir.
     Ülkemizde elektrik enerjisi üretimi; teknolojik, ekonomik, politik yönleriyle, sistem tercihi ve çevre etkileri açısından da tartışılmaktadır.  Son yıllarda tartışmaların merkezinde; termik santrallerin hava kirliliğine, hidroelektrik santrallerin çevre tahribatına, petrol ve doğalgaz ile çalışan çevrim santrallerinin dışa bağımlılığı artırdığına, nükleer santrallerin patlama tehlikesine yol açtığına dair iddialar vardır. Rüzgâr enerjisi için kullanılan pervanelerin gürültü yaptığı ve kuşları kaçırdığı, güneş enerjisinin yetersizliği gibi meseleler de itirazlar içerisinde önemli bir yer tutmaktadır.
     Bütün bu tartışmalarla günler, aylar ve yıllar geçip giderken, kalkınmanın dinamosu olan elektrik enerjisi üretiminde düşüşler yaşanmakta, doğrudan elektrik enerjisi ithali sebebiyle döviz rezervleri erimekte, yüksek miktarda elektrik enerjisi kullanılarak gerçekleştiren üretimlerin mâliyetleri artmakta, milletlerarası rekabet imkânlarının kısıtlanması sebebiyle ihracat düşmekte ve dış ticaret açığı sağlıksız bir şekilde gelişmektedir.
     Bütün bu olumsuzluklara en mükemmel çözümü bulabilmek maksadıyla, Prof. Dr. Emin Özbaş ile enerji üretiminde kullanılan girdileri enine boyuna konuştuk.
     İyi okumalar.


Oğuz Çetinoğlu: Hocam, elektrik üretiminde kullanılan girdiler hakkında genel bilgi lütfeder misiniz? Sizce de uygunsa, doğal gazdan başlayalım.
Prof. Dr. Emin Özbaş: Elektrik üretiminde girdi olarak Seksenli yılların ikinci yarısından sonra doğal gaza ağırlık verildi. Birkaç sene önce, kışın ortasında Ukrayna ile Rusya Federasyonu arasındaki ufak ve kısa süreli kıriz herkesi ilerisi için derin derin düşünmeye sevk etmiştir. Zira ilerde çıkabilecek ciddî bir siyasî kriz Türk ekonomisine çok büyük zarar verecektir. Uzun süre ihtiyaca cevap verecek depolama mümkün gözükmese de,  2007 yılında işletmeye alınmış olan 1.6 milyar metreküp kapasiteli Silivri  yeraltı depolama tesisi ile  mühendislik çalışmaları tamamlanan  1 milyar metreküp kapasiteli Tuz Gölü doğal gaz yeraltı depolama projesinin  ihalesi ve yapım işi  tamamlanınca toplam 2.6 milyar metreküplük depolama mümkün olacaktır. Halihazırda sadece elektrik için yılda 19.873.713.591 m3 ve toplamda 35.637.659.146 Sm3 doğal gaz kullanıldığına göre depolanacak bu miktar ne kadar süre yetecektir.  Depolamanın ise ekonomik yönden azımsanmayacak bir malî yük getireceği açıktır. Unutulmamalıdır ki kaynak ve vana daima başka ülkelerin elindedir. Ağırlıklı olararak Rusya’ya bağımlı olma riskini azaltmanın tek yolu başka ülkelerle de yeni anlaşmalar yapmaktır. Anlaşması  yapılan Azerbaycan dan gelen gaz artırılmalıdır. Türkmenistan’dan gelecek gaz da geciktirilmeden getirilmelidir. Kuzey Irak ve Katar’dan boru hatları ile gaz getirmenin yolu bulunmalıdır.
Çetinoğlu: Petrolde durum nasıl?
Prof. Özbaş: Petrolün ise zaten yüksek olan fiyatlarındaki istikrarsız artışlar bu enerji ham maddesini hem daha pahalı hem de güvensiz hale getirmektedir..  Petrol fiyatları göz önüne alınırsa, 2010 yılında ithal edilen 35.722.000 ton petrolün ülkemizin ihracat ve turizmden elde ettiği dövizin çok büyük bir dilimini tek kalemde götürmektedir.
Çetinoğlu: Tavsiye etmiyorsunuz. Yerle girdi olan Kömüre bakabilir miyiz?
Prof. Özbaş: Kömür nispeten ucuz fiyatları ile cazip görülmektedir. Ancak kömürün yakılması ile çevreye salınan kül, karbon oksitleri, kükürt oksitleri, azot oksitleri ve ağır metallerin ciddi çevre problemleri vardır. Ayrıca ihtiyacı karşılamak için kömürün stoklanması gerekirse sadece 2-3 ay için bile dağlar gibi stoklanması gerektiğinden, çok büyük hacim ve alana ihtiyaç gösterir ve ayrıca çok uzak mesafelerden nakli gerekir. (Avustralya ve Güney Afrika gibi).
Çetinoğlu: Yerli üretim yeterli değil mi?
Prof. Özbaş: Değil.
Çetinoğlu: Yenilenebilir enerji?
Prof. Özbaş: Bu kaynaklarından biyokütle, güneş, jeotermal ve rüzgârın dünyada toplam elektrik enerjisi içindeki payları çok küçüktür. Fakat Türkiye ekonomik olabileceklerden en fazla faydayı sağlamayı hedef haline getirmelidir.
Çetinoğlu: Detay bilgi lütfeder misiniz?
Prof. Özbaş: Elektrik üretiminde biyoyakıtın oranı dünya genelinde hala çok düşüktür. Ev ve sanayi atıkları değerlendirilmeli ve enerji ormanı yetiştiriliciğine önem verilmelidir.
Çetinoğlu: Güneş enerjisinde iyi durumda olduğumuz söyleniyor…
Prof. Özbaş: Güneş enerjisinin de elektrik enerjisi üretimindeki payı çok küçüktür. Esas uzerinde durulmasi gereken enerji Güneş enerjisidir. 1970’li yıllarda ortaya çıkan petrol krizinde bilim adamlarının ortak görüşü 30 yıl içinde Güneş enerjisinin teknolojik ve ekonomik olarak kullanılabilecek şekilde insanlığın hizmetinde olacağı idi. Ama petrol tröstünün güneş enerjisinin teknolojik ve ekonomik problemlerinin çözülemesine firsat vermemiş olduğu söylenmektedir. Türkiye’de sıcak su üretimi, alan ısıtma ve soğutma ve tarımda sera ısıtma gibi konularda çok sayıda uygulama yapılarak kullanıma devam edilmektedir. Elektrik iletim hatlarına uzak olan yerlerde küçük ölçekte de olsa üretim maliyet yönünden cazip gelmektedir. Gökdelenlerin cephesinin kollektörlerle kaplanması işletme için enerji maliyetini düşürdüğünden uygulama bazı ülkelerde tercih sebebi olmaktadır.
Çetinoğlu: Jeotermal enerji?
Prof. Özbaş: Ülkemizin jeotermal ısı potansiyeli 31.500  MWt ve elektrik  potansiyeli ise  tahmini 1.500 MWe olup mevcut alanların büyük bir kısmı Batı Anadolu'da (%77,9) yoğunlaşmıştır. Jeotermal alanların % 55'i ısıtma amaçlı kullanıma uygun olup bir kısmı konut ve sera ısıtması ile turistik amaçlı olarak kaplıca turizminde kullanılmaktadır. Hâlihazır 2400 dönüm sera ve 15 yerleşim biriminde 88.893 konut jeotermal enerji ile ısıtılmaktadır. Jeotermal ısı ve kaplıca uygulamalarında Çin, Japonya, ABD, İzlanda’dan sonra Türkiye dünyada 5. sırada yer almaktadır. Ülkemizdeki sahaların ufak bir kısmı elektrik enerjisi üretimi için uygun olup halihazır 114.2 MWe'lık kurulu gücümüz mevcuttur. Bir kaç tane jeotermal elektrik üretim santrali yapımı da devam etmekte olup nihai ulasabilecegimiz rakam 1.500 MWe dir .  
Çetinoğlu: Rüzgâr enerjisi?
Prof. Özbaş: Önceki yıllarda rüzgâr enerjisi ekonomik değildi. 1990’dan sonra teknolojide devam eden gelişme ile birlikte türbin gücü yükselmiş ve kWh maliyeti düşerek bazı enerji kaynaklarından elde edilen enerji ile rekabet eder hale gelmiştir. Teknolojik gelişmeye önem veren ülkeler, teknolojik ürün ihracatından elde ettikleri gelirle elektrik üreticilerini destekleyerek (subvanse ederek) rüzgârdan elde edilen elektrik enerjisi payını hızla yükseltmeye devam etmişlerdir.
Çetinoğlu: Hangi ülkeler?
Prof. Özbaş: Almanya ve ABD ile Romanya. Başka ülkeler de vardır.
Çetinoğlu: Rakamlara dayalı bilgi lütfeder misiniz?
Prof. Özbaş: Şu sıralarda 3,79 Euro-cents/kWh olan maliyetin teknolojik gelişme ile birlikte 2020 yılında 2,45 Euro-cents/kWh'a düşeceği beklentisi hâkimdir. Türkiye’de kurulan istasyonlarla rüzgâr hızı ölçümleri 2007 yılında tamamlanmış ve Türkiye’nin Rüzgâr Enerjisi Potansiyel Atlası çıkarılmıştır.  Dünya genel enerji üretimi içerisindeki payı sadece % 0.05’tir. Rüzgâr enerjisi hava şartlarına ve topografik şartlara göre değişim gösterse de, rüzgâr tarlalarında pervaneler ğörüntü ve estetik problem oluştursa da, haberleşmede parazite ve kuş ölümlerine sebebiyet verse de yerli kaynak olduğu için öncelik verilmelidir.
Yenilenebilir Enerji Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra 3.488,9 MW kurulu gücünde 92 adet yeni rüzgar projesine lisans verilmiş ve bunlardan bir kısmı devreye girmiştir. 2010 yılında kurulu gücümüz 1.265,6 MWe,  2011 yılında 1691 MW, 2012 yılında 2261 MW düzeyine ulaşmıştır
1000 MWe kurulu gücünde bir santral için 6000 km2 lik enerji ormanına, 50 km2’lik bir alanı kaplayacak güneş enerjisi toplayıcılarına, rüzgar türbinlerinin kapladığı 50-150 km2’lik bir alana ihtiyaç vardır.
Çetinoğlu: Girdi mâliyetleri açısından bir karşılaştırma yapmanız mümkün mü?
Prof. Özbaş: Kurulu gücü 1000 MWe olan bir termik santral için yakıt cinsine göre yıllık tüketim miktarları şöyledir: Kömürün kalitesine göre:   2 000.000 -2 600.000 ton kömür, 1.400. 000 ton petrol, 1.000.000 ton doğalgaz, 35 ton nükleer yakıt.
Çetinoğlu: Para hesabı ile bir karşılaştırma mümkün mü?
Prof. Özbaş: Sadece doğal gaz ile karsılaştılırsa aynı miktar elektiriği üretmek için yakıta ödenecek para, mesela doğal gaz için 7  milyar $ ise nükleer yakıt için 700 milyon $ dır.   
Çetinoğlu: Nükleer santralleri, diğer enerji santrallerinden ayıran en önemli özellik nedir?
Prof. Özbaş: Nükleer santrallerde radyoaktif madde bulunmasıdır. Bu sebeple akla ilk gelen husus radyasyon riskidir.
Çetinoğlu: Çok önem veriliyor…
Prof. Özbaş: İnsanlar hayatları boyunca oturdukları evden, kullandıkları işyerinden, topraktan, soludukları havadan, yedikleri gıdadan, kozmik ışınlardan sürekli olarak doğal radyasyona maruz kalmaktadır. Ayrıca tıbbî ışınlamalar ve diğer insan yapısı yapay radyasyon kaynakları sebebiyle de ilave doz almaktadır. Bu konuyla ilgili milletlerarası ilmî kuruluşların yıllar süren ciddî araştırmaları göstermiştir ki nükleer santrallardan halkın maruz kaldığı radyasyon dozu yıllık ortalama dozun ancak binde biridir. (Sekil 2). Diger bir deyişle her ne kadar radyasyon düzeyi yerleşim yer ve cinslerine göre farklılık göstermekte ise de oturduğumuz evlerden maruz kalıdığımız radyasyon dozu ise % 46 dir.
Çetinoğlu: Bu, ne anlama geliyor?
Prof. Özbaş: İnsanlar, oturduğu evlerde 460 katı fazla radyasyon dozuna maruz kalmaktadır. Diğer taraftan reaktör bina duvarının dibine oturan bir kişi reaktörden alacağı radyasyon dozundan 140 katı fazla dozu yerden, 100 katı fazla dozu gökden yani kozmik ışınlardan alacaktır.


Çetinoğlu: Bunlar çok önemli bilgiler. Bu bilgilerin ışığında, nükleer enerji aleyhtarları, düşüncelerini gözden geçirme ihtiyacı hissetmeliler…
Çetinoğlu: Enerji politikaları ile çevre problemleri arasındaki ilişki hakkında bilgi lütfeder misiniz?                                             
Prof. Özbaş: Ülkelerin seçtikleri enerji politikası ülkenin çevre politikasını da tâyin eder. Mesela fosil yakıt kullanan santrallere ağırlık veriyorsa ortaya çıkan ağır çevre problemlerine razı demektir. Oysa Türkiye daha da ağırlaştırmamak için çevre konusuna çok dikkat etmek mecburiyetindedir. Nükleer enerji ise temiz enerji olup, fosil yakıtlı santrallerle mukayese edildiğinde çevreye etkisi yok denecek kadar azdır. Fosil yakıtlı termik santrallerden yılda onbinlerce ton azot oksitleri ve  (asit yağmurlarına ve solunum yollarında hastalıklara sebep olur), milyonlarca ton    (sera etkisi sebebiyle iklim değişikliklerine sebep olur) ve yüzbinlerce ton katı atık (kül) ve toz parçacıkları çevreye yayılır. Doğal gaz santrallerinde ise en önemli atık karbondioksittir. Karbondioksitin sera etkisi ülkeleri anlaşmalarla miktarını sınırlamaya yönlendirmekte ve mecburî hâle getirmek için gayret sarfedilmektedir.
Çetinoğlu: Nükleer santrallerde durum nedir?
Prof. Özbaş: Nükleer santrallerde ise fosil yakıtlarda olduğu gibi oksijenle yanarak alev oluşmamakta, toz veya gazlar salınmamaktadır. Nükleer reaksiyon sonucu ısı oluşmakta ve yanma ürünü artık, yakıtı muhafaza eden yüksek sıcaklık ve basınca dayanıklı zirkaloy metal alaşım boru (zarf) içinde kalmakta ve bu yanmış (kullanılmış) yakıtlar santral yanında özel olarak imal edilmiş havuzlarda uzun süre (10 yıl veya daha fazla) gayet emniyetli bir şekilde muhafaza edilmektedir. Mesela; Güney Kore’de 23 adet nükleer santral bulunmasına rağmen bütün yanmış yakıtlar havuzlarda muhafaza edilmektedir. Daha sonra nükleer atıkların çevreye ve insanlara zarar vermeyecek şekilde nihai olarak saklanması ve depolanması için gerekli teknoloji bulunmaktadır. Dolayısıyla nükleer enerji çevre dostu enerjidir.
Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim, Hocam.

Tablo 2: Nükleer güç santralleri ve kömürlü santrallerin atıklar yönünden karşılaştırılması ton/yıl
Kullandığı yakıt ve ürettiği atık
Termik Santral
Nükleer Güç Santralı
Yakıt
2 000 000 - 2 600 000
27-35
Oksijen
6 200 000
-
NoY
22 000 - 28 000
-
CO2
6 600 000
-
SO2
44 000 - 57 000
-
Diğer Gazlar
2 000
ihmal edilebilir
Katı atık
320 000-415 000
-
Yüksek Seviyeli radyoaktif atıklar
-
10-27
Orta seviyeli radyoaktif atıklar
-
310-400
Düşük seviyeli radyoaktif atıklar
-
460 - 600
Ağır metaller (Kurşun, civa, arsenik,...)
400
-
[Radyoactive Waste Management.IAEA, lnformatıon Series, 1993]




Prof. Dr. EMİN ÖZBAŞ

02 Ocak 1942 tarihinde doğdu. 1966 yılında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik-Kimya Bölümü’nden mezun oldu. 1972 ve 1975 yıllarında Birmingham Üniversitesi’nde Yüksek Lisans ve doktora eğitimini tamamladı.

1969 – 1970 yıllarında Çekmece Nükleer ve Eğitim Merkezi’nde araştırıcı, 1975 - 1977 yıllarında Çekmece Nükleer ve Eğitim Merkezi’nde Tecrübeli Araştırıcı olarak çalıştı. 1986 yılında Marmara Üniversitesi’nde Nükleer Fizik dalındaki teziyle Yard. Doç Dr., 1994 yılında Doçent oldu. 1995 yılında Kanada Mc. Master Üniversitesi’nde misafir bilim adamı olarak çalıştı. 2000 yılında Marmara Üniversitesi’nde Nükleer Fizik anabilim dalında Profesör oldu.
2002 – 2004 yıllarında Marmara Üniversitesi’nde Rektör Yardımcısı, 2007 yılında Beykent Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı olarak görev yaptı.

Aldığı ödüller:
1972-1973: Üstün başarıdan dolayı British Council OSFAS ödülü
1973-1974: Üstün başarıdan dolayı British Council OSFAS ödülü
1974-1975: Üstün başarıdan dolayı British Council OSFAS ödülü

Prof. Dr. Emin Özbaş, akademik hayatı süresince; 5 adet yüksek lisans ve doktora tezi yönetti. Milletlerarası hakemli dergilerde 15 adet ilmî makalesi yayınlandı. Milletlerarası ilmî toplantılarda sunduğu ve bildiri kitabında yer alan tebliğlerin sayısı 28’dir. Millî hakemli dergilerde 17 makalesi yayınlandı. Millî toplantılarda sunduğu ve bildiri kitabında yer alan ilmî tebliğler 20 adettir. 22 adet ilmî yayını vardır. 33 adet araştırma projesi yönetmiş, 7 adet ilmî toplantıda başkanlık yapmıştır.