Hayatın her alanında konuşulan salgın insanları biraz bıktırdı. Hem sürecin uzaması hem de sürekli bu konunun konuşulması insanları huzursuz etmeye başladı.

Sokakta yürürken bile ister istemez bu konunun içinde buluyoruz kendimizi. Sosyal çevremiz ve medya da bu konuyu konuşunca başka bir şey görmez ve duymaz oluyoruz.

Başka bir şey görüp veya duyamadığımız bu süreçte bir konu var ki gözden kaçtı. Gözden kaçan bu konu: “milli elektrikli tren”. Birçoğunuz muhtemelen bunu duymadınız ama bu milli gururu duymamız ve bilmemiz gerek. 

Duymamış olanlar için kısaca yerli trenimizden bahsedelim:

TÜVASAŞ tesislerinde tamamlanan tren, prototip sette yüzde 60 yerlilik oranına sahip. Seri üretim içinse yüzde 80 yerlilik hedeflenmiş. Yurt dışından temin edilen ürünlere göre yüzde 20 daha ucuza mal edileceği belirtiliyor. Alüminyum ekstürizyon profillerden üretildiği için dayanıklı olduğu söyleniyor.

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu ile Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, trenin test sürüşlerini başlatmış oldu. Bu yılın sonuna kadar da trenin raylara indirilmesi planlanıyor.

Demiryolu ulaşımın sadece Türkiye’de değil tüm dünyada da geliştiğini düşünürsek bizim için yeni pazar alanı oluşturabilir. Umarım bu alanda teknolojimizi geliştirerek Pazar payında pastanın büyük dilimini biz alırız. 

SOSYAL MEDYANIN GELECEĞİ

Sosyal medyanın kullanımı ile ilgili sorunlar, gömleğin düğmesini baştan yanlış iliklemek gibi bir şey. Akıllı telefonu olan hemen herkes sosyal medyayı kullanıyor. Telefon kullanma yaşı bir hayli düştüğüne göre sosyal medya kullanma yaşı da düşmüş oldu. 

Asıl sorun, bu sürecin nasıl yönetildiği. Ortalama ortaokul çağındaki bir çocuğa sosyal medyayı kullanmayı kim öğretecek? Bu çocuklar bu eğitimi almadıkları gibi ailelerin birçoğu da bu eğitimden bir haber. Çocuk, uçurtma misali sosyal medyada nereye savrulursa oraya gidiyor ve sosyal medya dilini nasıl öğrendiyse öyle kullanıyor.

Son zamanlarda sosyal medyada yaşanan ve tasvip etmediğimiz olaylar bizleri üzdü. Aslında devlet büyüklerine yapılan bu tür çirkin saldırıların yanında sıradan vatandaşların da birbiriyle sosyal medyada etkileşimi iç açıcı değil. 

Bu eğitimlerin Türkçe dersi gibi zorunlu olması gerekir. Sosyal medya madem hayatımızda ve her gün daha çok hayatımıza giriyor, o halde öğrenim sürecini kontrol altında tutmak en doğru şey oluyor. Katı yaptırımların olması veya tamamen serbest bırakılmasından öte bu hassas dengeyi bulmak gerek.

Bunun için sosyal medya eğitimi çocuğa okulda, aileye dışarda verilmeli. İnsanların sosyal medyada birbirlerini umarsızca hakaret etmesini de önleyen bazı yaptırımların gelmesi gerekli. Tüm bu süreçlere iletişimciler ve konuyla ilgili bilimsel alanların uzmanları da dahil edilerek çalışmalar başlatılmalı.