Ne zaman ki, ülkemize aşılar gelmeye başladı ve hızlıca aşı olmaya başladık, aşı karşıtlığı tekrar alevlendi. Komplo teorilerinden, yalan yanlış tıp bilgilerine kadar hepsi bir havuzda toplanmış durumda. İşine gelen bu havuzdan istediğini seçip alıyor. Aldığıyla da kalmıyor, bunun propagandasını yapıyor. 

Bazı kişilerin sunduğu argümanlar, bulutu yakalamaktan farksız değil. Bu iş, aşı karşıtlığını geçti, komplo teorilerine evrimleşti. İşin ilginç yanı, aşılama hız kazanınca aşı karşıtlığı da hız kazandı. Aşı ile ilgili haberleri bilimsel araştırmalardan takip etmek yerine; kaynağı belli olmayan haberleri, kim olduğu bilinmeyen kişileri takip etmek insanların kolayına geliyor.

Aşı karşıtlarının sürekli savunduğu şeylerden biri: Aşıların faz çalışmalarının tamamlanmaması. Aşıların faz çalışmaları ortalama 5 ile 10 yıl arası sürdüğü biliniyor; fakat bu süre normal koşullarda geliştirilen aşılar için geçerli. Salgın zamanlarında elinizde salgını durduracak güç yoksa, aşı çalışmalarını hızlandırmak zorunda kalırsınız. Bu salgın döneminde de aşı çalışmaları hızlandırıldı. Bu demek değil ki, aşılar üretildiği gibi kullanıldı. Gruplar üstünde test edildi, insanlar gözlemlendi, etkileri incelendi ve olumlu sonuçlar alındı. Bir aşının faz çalışmasının bitmemesi demek, o aşıyı kötü yapmaz. Bilimsel olarak da aşının; ölüm oranlarını, bulaş oranını ve hastaneye yatış oranlarını azalttığı ispatlandı. 

Yeterli sayıda aşı almamız beni de mutlu etti. Salgınla mücadele sadece aşılamayla yapılırdı. Türkiye’nin bu aşıları alması ve aşılama çalışmalarının hızla yapılması umut verici. Birçok ülke tam kapanmayla bu işin sonunun gelmeyeceğini gördü ve aşılamaya hız verdi. Aşılar gelmeye başladığına göre artık insanların üstüne düşen görev, aşılarını olmaları. Dedikodulara, safsatalara, yalan yanlış haberlere inanmayın. Şu anda tüm dünya bu aşıyı oluyor. Kimse denek olarak kullanılmıyor. 

İSTANBUL’UN AĞIR YÜKÜ

İstanbul’da yaşayan birçok insan son dönemlerde deniz salyası adı verilen durumla karşı karşıya kaldı. Bu durum, görüntü kirliliğine yol açtığı kadar denizlerde bir şeylerin yanlış gittiğinin de habercisi. İstanbul nüfusu resmi olarak açıklansa bile resmi olmayan rakamın çok daha büyük olduğunu biliyoruz. Sürekli göç alan bir yer haline gelen İstanbul’un, etrafındaki sanayileşmeyle beraber sadece denizi değil, havası da öldü. Aslında deniz salyasının özeti, İstanbul’un özeti gibidir.

Çarpık kentleşme, aşırı nüfus artışı ve bununla beraber doğanın yok oluşu. Kaçınılmaz bir sürece girdik. İstanbul’da yaşayanlara anket yapsalar ve İstanbul’da yaşamak isteyip istemediklerini sorsalar, emin olun yüzde 70’i yaşamak istemiyordur. 

İstanbul, artık bu kapasitesinin üstüne çıkamaz.  Doğayı yapay yollardan temizlemek kısa süreli çözüm olsa da uzun süreli çözüm olmayacak. Böyle bir şehirde doğa ölüyorsa, insanların bu şartlarda kaliteli yaşaması imkânsız. Bunun çözümü kolay değil; ama çözülmesi mutlak gereken bir konu. Çözümüne şimdiden başlarsak, gelecek nesiller için ve İstanbul’un doğası için uzun dönemde faydalı olacaktır. Günü kurtarmaksa mesele, bugünün yarını da gelecektir.