Osmanlı’da Almanya sempatisi Ayastefanos Antlaşması’ndaki ağır hükümlerin Berlin Antlaşmasında bozulması sebebiyle başlamıştır. Hâlbuki Berlin Kongresi’nin başlangıcında Bismark Osmanlı Delegelerinin yüzüne karşı açıkça şunları söylemiştir: Şimdi durumu sizden saklamak istemem. Kongre’nin Osmanlı Devletini kurtarmak için toplandığını sanmayınız. Eğer Ayastefanos Antlaşması Avrupa Devletlerinin menfaatlerine dokunur maddeler ihtiva etmezse idi olduğu gibi bırakılırdı. Gene Bismark Alman Parlamentosu’nda yaptığı bir konuşmada aynen şöyle demiştir: “Şark (Osmanlı) Prusyalı bir askerin kemiklerinden daha az değerlidir”. Zaten Berlin Kongresi’nde yaptığı en önemli iş Bosna-Hersek’in Avusturya yönetimi altına girmesini temin etmek oldu. 

1877-78 Osmanlı Rus Savaşı’ndan sonra şu durum net olarak anlaşıldı ki Devlet-i Aliye büyük devletlerarasındaki dengeden istifade ederek ayakta kalabilir, fırsatlar zuhur edinceye kadar beklemelidir. Hiçbir işini aceleye getirmemelidir.

1870’ten sonra dünya siyaset sahnesine çıkan Almanya Osmanlı için iyi bir denge unsuru olarak ortaya çıkmıştır. Kara Avrupa’sında İngiltere ve Rusya’ya rakip bir devlet, Fransa ile defalarca savaşan bir millet… 

Nitekim 1889’larda Türkiye’yi ziyaret eden Alman imparatoru Abdülhamid’e “Avrupa’da bir harp çıktığında bizim tarafımıza geçersiniz değil mi? Dediğinde “fakat size şimdiden bir söz vermek hakkına haiz değilim” dedim. Almanlar askerlikte ve çalışkanlıkta birinci derecede bir milletti ama Rusların nüfus üstünlüğüne, İngiltere’nin sinsi politikasına karşı gelebilir miydi? (Ayşe Osmanoğlu) 

II.Wilhem 1898’de Osmanlı topraklarını ikinci defa ziyaret eder, bu işbirliğini en yüksek seviyeye çıkartmaya çalışır. Almanlara demiryolu yapmak imtiyazları verilir. Abdülhamid Almanya’ya verilen imtiyazlar sebebiyle Gazi Osman Paşa bağımlı kalacağımızdan endişeleniyordu. Onu yatıştırdım. “Almanya’yı tercih etmeme rağmen politikada her zaman için bakirim; bir başka ifade ile herkesin dostuyum ama hiç kimsenin aşığı değilim”.  (Ayşe Osmanoğlu) 

Diğer ülkeleri şüphelendirmemek için Sultan Abdülhamid Rus Çarı’na bir mektup yazarak Doğu Anadolu demiryollarını kendilerinin yapmasını istemiştir.

Wilhem’in ikinci ziyaretinden sonra Almanya Türk iç politikasını tanzim edecek şekilde güçlendi.

Bismark Türk Ordusunun eğitimi için gönderdiği subaylarını Türkiye’ye yönelik kolonyalizmin temellerini atmak için gönderiyordu.

Bu süreç içinde Almanların ordu ve politika içindeki nüfuzları giderek arttı. İttihat Terakki Partisi’nin 1908 darbesinden sonra hızla iktidara tırmanması bu yolu açtı.

Almanlar kendilerine taraftar olmakla birlikte Osmanlı Genelkurmay Başkanı Mahmut Şevket Paşa’ya da güvenmiyorlardı: Onun her istediklerini yerine getirecek biri olmadığını biliyorlardı. Talat Bey(Sonra Paşa) bir defasına huzuruna bir heyetle gelerek , “gerçek iktidar sahipleri biziz, isteklerimizi yerine getirmeye mecbursunuz” dercesine tavır koyduk. Talat Paşa hatıratında şunları söylüyor: Mahmut Şevket Paşa bize döndü şöyle dedi: “Fikriniz mahduttur. Bu mahdudiyet içinde vaziyeti tayinden acizsiniz. Dayanıklı kapsamlı bir fikriniz yoktur. Yarım âlimlerdensiniz. Bu memleket en çok bu gibilerden zarar görmüştür”. Mahmut Şevket Paşa; ‘bütün ittihatçı ve ihtilafçıları da içine alacak şekilde jöntürkleri bilgisiz ve beyinsiz olarak görmektedir’.

Almanya Türkiye’nin ittifak kararı almasında Mahmut Şevket Paşa’yı engelleyici hatta İngiltere tarafında yer alabileceğini tahmin ederek tehlikeli buluyordu. (http://www.geliboluyuanlamak.com/246_Birinci-Dunya-Savasi-Sirasinda-Said-Halim-Pasa-Hukumeti-(-Hanefi-Bostan-).html)

Mahmut Şevket Paşa bir suikast ile ortadan kaldırılınca bu engelde ortadan kalktı.

Ayşe Osmanoğlu I. Dünya Savaşı’na girip girmememiz konusunda babam “selametimiz tarafsız kalmakta idi” dedi.

Pantürkizm ve Panislamizmi Almanlar tahrik ediyorlardı. Pancermenist Prof. Weit” PanTürkizm Rusya’nın Panislamizm batı ve Amerika’nın katlidir. Diyordu.

Alman weltpolitiğinin II. Wilhemin, Türkiye versiyonu Pantürkizm ve Panislamizm olarak Enver Paşa’nın şahsında teşekkül ettirilmiştir. Alman weltpolitiği kuvvetli kara ve deniz gücünün kurulması Türkiye’nin himaye altına alınması esasına dayanıyordu. Almanya ve Alman istihbaratının propaganda birimleri Türkiye’yi gücünün ötesindeki işlere kışkırtarak imha edilmek yoluna itiyordu.

Enver Paşa Berlin’de askeri ateşe iken Kayzer kabullerinde onu hep en yakınına oturtuyordu. Enver’i kıskanan diğer ataşelere şunu söylüyordu:” Sizin rütbeniz Enver’inkinden daha büyük, fakat yakında büyük bir imparatorluğun başına geçeceği için ona baş yeri verdim”. Yani Alman istihbaratının ve suikast politikasının hedefleri daha başlangıçtan itibaren belirlenmişti. Enver’in Harbiye Nazırı olması kendi belirledikleri adamların iktidara gelmesi, Kayzer için bir zafer olmuştur. 

Osmanlı ordusunun askerlik ve harp gücü hakkında Alman karargâhlarının değerlendirmesi şöyledir: Türkiye askeri kıymet bakımından sıfırdır. Peki, ordusunun harp gücü sıfır olan bir devletin ittifakı Almanya’ya ne gibi bir yarar sağlayabilirdi? Başkomutanlığa getirmeyi düşündükleri Enver Paşa’nın strateji bilgisi ve yönetim kabiliyeti bu açığı kapatabilir miydi? Onun cevabını Abdülhamid şöyle veriyordu; 1917’de Beylerbeyi Sarayı’nda kendisini ziyaret eden Enver Paşa’nın orta halli bir kumandan olacağını ancak bir livayı (Tugayı) idare edebileceğini değerlendirmiştir.

Neticede Pancermenistler başardı Pan hastalığını İttihatçılara da bulaştırdılar, Osmanlıyı alal acele harbe soktular.