Batının sermaye devi firmaları kendi ülkelerinin bütün işletmelerini ele geçirip daha da devleşince, gelişmekte olan ülkelerin firma ve piyasalarına göz diktiler. O ülkelerde özel sektör tarafından başarılamadığından, devlet tarafından kurulup işletilen büyük sanayi işletmeleri vardı. KİT denilen bu kuruluşlar ucuz mal üretimiyle nüfus açısından büyük bir piyasaya hitap ediyorlardı. Ayrıca oralarda ucuz bir işgücü de söz konusuydu. Öyleyse o KİT'leri ele geçirmek gerekiyordu. Ama nasıl?  

Batılı politikacılar da ekonomistler de, küreselleştirmeci neo-liberalizmin rotasına girdiklerine göre, küresel bir formül bulmaları gerekiyordu. Çareyi, IMF ve Dünya Bankası'nın prensiplerini değiştirmekte buldular. Gelişmekte olan ülkelerin ağır dış borçları vardı. Batılılar onların bu özelliklerinden yararlanacaklardı.  

1980 yılına kadar IMF ve Dünya Bankası, az gelişmiş ülkelerin özel sektörüne güven duymuyor, kredileri devletlere ve KİT'lere veriyordu. O yıl tam tersi bir uygulamaya geçtiler ve tercihlerini özel sektörden yana kullanmaya başladılar. Bu özelleştirme doğrultusunda bir zorlamaydı ve yerli müteşebbislerin gücü yetmedikçe batılı holdingler önce KİT'leri sonra bütün piyasaları ele geçireceklerdi.  

IMF ve Dünya Bankası'nın zorlamaları yanı sıra yoğun bir propaganda da başlatıldı: "KİT'ler verimsiz , özel firmalar verimlidir; Özelleştirme, devletten alıp halka vermektir, demokrasi gereğidir, serveti geniş kitlelere dağıtır, kamudaki işçi fazlalığını önler, yolsuzlukları yok eder, bütçeyi KİT'lerin kamburundan kurtarır, biriken borçların ödenebilmesi için kaynak sağlar."  

Şu bir gerçektir ki, gelişmekte olan ülkelerin politikacılarıyla üst düzey bürokratları bu oyuna geldiler ve bir numaralı özelleştirmeci kesildiler.  

Batılı gelişmiş ülkeler, özelleştirmelerini kendi vatandaşlarının şirketlerine veya halka arz etmek suretiyle yaparken; gelişmekte olan ülkeler, yabancılara satışları tercih ettiler. Batı Avrupa ve Japonya'nın güçlü holdingleri ise satın alma yarışına girdiler. Sonuç ne mi oldu?  

Arjantin ve Malezya örneklerini hatırlayalım:  

En fazla özelleştirme yapan ülkelerden biri Arjantin'dir. Orada başlangıçta enflasyon hızla düşmüş ve bu yüzden de dünyaya, "örnek ülke" diye gösterilmiştir. 1989'da % 4923 olan enflasyon, yedi yıl gibi kısa bir süre sonunda yani 1996'da % 1'e düşmüştü. (Şimdilerde bizdeki, enflasyon düşüyor, sevinçlerini hatırladınız mı?)  

Arjantin'de enflasyon düşmüştü ama, pozitif olan ticaret dengesi bozulmuş, dış borç artmış, işten çıkarma ve düşük ücretlere rağmen vergi geliri düşmüş, işsizler çoğalmış, gelirlerden zenginlerin aldığı pay yükselmiş, yoksullarınki azalmıştı. Hem devletin hem de halkın gördüğü bu müthiş zararların rakamsal dökümüne de bakalım:  

1990 yılı öncesine kadar pozitif olan ticaret dengesi, 1997'de 4 milyar dolar açığa dönüşmüş. 1989'da 62 milyar dolar olan dış borç, 1997 ortalarında 98.5 milyar dolara çıkmış, 1997'de vergi açığı 9 milyar doları bulmuş. 1992'de en zenginler gelirlerin % 65'ini almaktayken, 1996'da % 68.6'sını almış. En fakir kesim ise 1992'de gelirlerin % 4'ünü alırken 1996'da % 1.9'unu almış. İşsiz oranı1990'da aktif nüfusun % 6.3'ü iken 1996'da % 17.4'ü olmuştur.  

Halkı da devleti de perişan eden bu özelleştirmeler neticesinde Arjantin, geçen yılın Eylül ayında 245 milyar dolara varmış olan iç-dış borçları yüzünden tam krize girmiş ve IMF'e borçlarını ödeyemeyeceğini bildirmiştir. İşsizlikten açlığa mahkûm olan halkınsa sokaklara döküldüğünü, güvenlik kuvvetleriyle çatışıp mağazaları yağmaladığını hepimiz biliyoruz.  

Latin Amerika ülkelerinin hepsi özelleştirmeden zarar gördüler. Şili'de ekonomik suçlar o kadar arttı ki, stadyumlar bile cezaevi olarak kullanıldı.  

Bir de Güneydoğu Asya'ya bakalım: Sıkı bir özelleştirme yanlısı olarak göreve başlayan Malezya Başbakanı Dr. Mahathir'in programını uygulamaya başladığında ve neticeyi gördüğünde sarf ettiği sözleri karşılaştırırsak, lafı fazla uzatmaya gerek olmadığını göreceğiz.  

1981 yılında göreve başlarken şöyle demişti: "Özel sektör daha iyi motive edilip daha verimli olmaktadır. Malezya'nın ekonomi politikasının hedeflerine ulaşmasını, özelleştirme sağlayacaktır."  

1997'de oluşan kriz neticesinde ise şu açıklamayı yapmak zorunda kaldı: "Piyasa ekonomisi güçlerine tamamen teslim olmak, Komünizmin merkezi planlamaları kadar zararlı olmuştur. 20 senelik büyüme iki haftada yok olup gitti ve IMF'ten yardım dilenmek zorunda kaldık."  

Nasıl, Adam Smith'in "Görünmeyen el, toplumsal refahı sağlar" tezi doğru muymuş? Ya Friedman'ın "devletin üretim ve ticaretten tamamen çekilmesi gerekir" tezi?  

Yarın da kendi memleketimize bakalım.