Prof. Dr. Erol Güngör'ün Gözüyle
OSMANLILARDA DEVLET ANLAYIŞI (2)

Bu uğurda yerine göre kardeşten de, oğuldan da geçtiler. Devletin birlik ve dirliğini, her şeyin üstünde tuttular. Osman Bey'le (ki devletimizin birinci bânisi / kurucusudur) başlıyan birlik ve dirlik  çalışmaları, Timur'la büyük bir darbe yemişse de, ikinci bâni Mehmed Çelebî'nin siyasî dehâsı devleti dağılmaktan kurtardı.
Yavuz Sultan Selim ile de bugünkü ana vatan hudutları, hemen hemen gerçekleşmiş oldu. Yavuz'un 1514 Çaldıran, 1517 Ridaniye zaferleri; ana vatan Türkiye'yi doğudan gelen büyük bir tehlikeden de kurtardı. Böylece Yavuz, Türkiye'nin 1300'lerden beri devletin üçüncü bânisi / kurucusu olarak tarihe geçti. 
İstiklâl Harbi'yle de Türkiye yok olmaktan kurtuldu. Böylece M. Kemal Paşa'nın sevk ve idare ettiği Millî Mücadele; O'nun şahsında, Türkiyemizin dördüncü bânisi / kurucusu oldu. Demek Selçuklulardan sonra bu millet dört bâni / kurucu gördü. 
Yapmak zor, yıkmak kolay. 1300 - 1517 arası iki buçuk asır, dile kolay. Üstelik bu birlik gayretleri kendi aramızda olduğu hâlde, bu kadar zahmetli olmuş, 220 sene gibi, uzun bir zaman almıştır.
Anadolu birliğinin neye mal olduğunu çok iyi bilen Yavuz, keramet vâri bir dörtlükle istikbâl ve gelecek endîşesini:
 “İhtilâf u tefrika endîşesi
Kuşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni
İttihatken savlet-i a'dâyı def'a çaremiz
İttihad etmezse millet dağdar eyler beni”
Yâni milletin bölük pörçük olma düşüncesi, mezarımda bile beni rahatsız eder. Düşman saldırısını def' etmek çaresi birlikle mümkünken, birlik olmazsa millet, yüreğim kan ağlar diyerek veciz şekilde dile getirmiştir.
Evet Koca Yavuz, vatanın birlik ve dirliği üzerine tir tir titremiş, âdeta vasiyet mâhiyetindeki bu dörtlüğü bırakmıştır. Nitekim zamanımızda zuhur eden büyük bir âlim olan merhum Bediüzzaman da “Yavuz'a biat etmişim.” diyerek onun uzak görüşlülüğünü tasdik etmiş; birlik ve beraberlikten yana olduğunu veciz şekilde belirtmiştir.
Bütün Osmanoğulları, şu gerçeği çok iyi anlamıştı. Tarih boyunca bütün İslâm ve İslâm-Türk devletleri, aynı mânaya gelen Tavaif-i Mülûk / Beylikler / Muhtariyet / Özerklik yüzünden çıkan ve özellikle çıkarılan sürtüşmeler sonunda hâk ile yeksan; yâni  yerle bir olmuşlardı.
Bunun en bâriz ve açık misâli Endülüs'deki Arap-Berberî sürtüşdürülmesi sonucu, şimdi her ikisinin de yerinde yeller esen; sekiz asırlık göz kamaştırıcı muhteşem Endülüs Emevî ve ondan sonraki müslüman Arap Devletleri; önce valilikler hâline getirildi. Sonra da birbirlerine düşürülerek birer birer ortadan kaldırıldılar.
Öyle ki müslüman bir vali, hristiyan bir valiyle; başka bir müslüman valiye saldırıyordu. Böyle durumlara düşüşün sonucunu ve düşmemenin ilacını Âkif merhum, ne güzel tasvir eder:
“Girmeden tefrika bir millete, düşmen giremez.
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.”
Nitekim merhum hocamız, bu hususa şöyle değinmektedir:
“Bizimle çağdaş milletler içinde hiçbiri aynı ülkede veya çeşitli yerlerde bin yıllık bir devlete sahip olmuş değildir. Bize bu ülkeyi ve devleti Selçukoğullarının idaresi altındaki Oğuzlar kazandırdı. Bugünkü Türkler; Alparslan'la birlikte ve ondan sonra Anadolu'ya, daha sonra da Rumeli'ye gelen  Oğuzlar'ın torunlarıdır. Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti de Selçukoğlu Tuğrul ve Çağrı Beyler'in kurduğu devletin bir devamı olmuştur. Fakat bu devamlılıktaki sırrı iyi kavramak lâzımdır.