13 Nisan 1909’da tarihimizin en büyük gerici ayaklanması olan 31 Mart Vakası yaşanmıştı.

Bu tarihten 9 ay kadar önce, 24 Temmuz 1908’de ’İkinci Meşrutiyet’ ilan edilmiş ve Padişah 2’nci Abdülhamid’in 33 yıllık baskı yönetimine son verilmişti. II. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'da yönetime karşı yapılmış büyük bir gerici yobaz ayaklanmadır. Rumî Takvim'e göre 31 Mart 1325'te (13 Nisan 1909) başladığı için bu adla anılmıştır.

Meşrutiyetçi hareketin en güçlü kanadı olan İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin iktidarı tam olarak ele geçiremeyerek dolaylı bir denetim kurması, ve İngilizlerin İttihat ve Terakkicilere söz geçiremeyeceğini fark etmesi, politik istikrarsızlığa yol açmış, halk arasında da yaygın çalkantılar doğurmuştu. Bu koşullar bazı muhalefet gruplarının kısa sürede İttihat ve Terakki'ye karşı İngilizlerin de desteğiyle birleşmelerine zemin hazırladı. Politik istikrarsızlık ve çatışmalar, İttihat ve Terakki'ye muhalefet eden tanınmış gazetecilerin ajanlar tarafından öldürülmesiyle daha da şiddetlendi.

Manastır Askeri İdadisi Makedonya'nın Manastır şehrinde bulunmaktadır ve günümüzde müze olarak kullanılmaktadır. Burada eğitim görenlerden biri de Mustafa Kemal'dir (1896-1898). Binanin ikinci katında Mustafa Kemal için ayrılmış bir bölüm vardır. Aynı zamanda İttihat ve Terakki’nin önde gelen isimlerinden Resneli Niyazi Beyde burada okumuştur. Resneli Niyazi Bey II. Abdülhamit'e Meşrutiyet’i ilan ettiren ayaklanmanın liderlerinden ve ayrıca İstanbul’da patlak veren 31 Mart Vakası'nı bastıran Hareket Ordusu'nda yer alan II. Meşrutiyet’in önemli liderlerinden birisiydi.

Meşrutiyet devrimini gerçekleştiren İttihat ve Terakki Cemiyeti, siyasal gücü tam anlamıyla eline almamış, görece bir çoğulculuk ve özgürlük ortamında her kafadan bir ses çıkar olmuştu. Muhalefetteki muhafazakár siyasal odaklar, el altından gerici güçleri kışkırtıp özendiriyor, bir yandan da devrin süper gücü İngiltere ile dirsek teması kuruyorlardı. Derviş Vahdeti ismindeki bir Nakşi, yayımladığı Volkan Gazetesi’nde açıktan ayaklanma çağrılarına başlamış ve özellikle İstanbul’daki ağırlıkla alaylı subay ve çavuşlardan kurulu I. Ordu birlikleri üzerinde etkili olmuştu.

6 Nisan 1909’da gazeteci Hasan Fehmi Bey’in Galata Köprüsü üzerinde vurularak öldürülmesi, siyasal gerilimi doruk noktasına taşıdı. Artık her kafadan bir ses çıkıyor ve meşruiyet ve yasallık duygusu açıkça göz ardı ediliyordu.

13 Nisan 1909 sabahı, ağırlıkla ‘alaylı’ subay ve çavuşlardan kurulu 1. Ordu birlikleri içinde Taşkışla’da bir askeri ayaklanma başladı. Ayaklanan askerlerin önüne düşen cahil ve yobaz sözde din adamları, tekbirler eşliğinde Sultanahmet Meydanı’ndaki Meclis-i Mebusan binasını basarak “şeriat kurallarının eksiksiz uygulanmasını” istediler.

Önlerine çıkan ‘mektepli’ subayları ve İttihatçı olduklarından kuşkulandıkları yüksek devlet görevlilerini öldürmeye başladılar. Osmanlı başkentinde tam bir sürek avı başlamıştı. Hükümet otoritesi tümüyle devre dışı bırakılmıştı. Padişah 2. Abdülhamid’in gözleri önünde, Yıldız Sarayı avlusunda Deniz Yüzbaşısı Ali Kabuli Bey’i linç edecek kadar gözleri kararmış ayaklanıcılar önünde duran hiçbir devlet gücü kalmamıştı Zaman ilerledikçe durum ağırlaşıyor, Padişah 2. Abdülhamid’den de Babıáli’deki hükümetten de hiçbir tepki gelmiyordu. Ayaklanmacı kara kalabalığın İstanbul’da duruma hákim olmaya başladığı görüntüsü ürküntü veriyordu.

Ayaklanma haberi Edirne, Selanik ve Manastır’daki 2. ve 3. Ordu birliklerine ulaştığında, durumun basit bir güvenlik sorunu olmadığı, yaygın bir gerici başkaldırının yaşanmakta olduğu değerlendirmesi yapıldı.

Selanik’teki 3. Ordu’nun kurmay başkanı Önyüzbaşı Mustafa Kemal Bey, İstanbul’dan gelen telgrafı okur okumaz inisiyatifini kullanarak, adını da kendisinin koyduğu öncü bir birliğin, Hareket Ordusu’nun hazırlıklarına başladı.

Ordu komutanı Mahmud Şevket Paşa’da gözlemlediği duraksamaya şu sözleriyle son verdi:

Bu isyanı basit bir isyan hareketi olarak görmek, aldanmaya neden olabilecektir. Ülkenin çeşitli yerlerinde ayaklanmalar olduğu, gelen şifrelerle anlaşılmıştır. İsyan, üç-beş isyancının işi değildir. Olağanüstü geniştir, planlanmıştır, dayanakları vardır.

Durum öyle gösteriyor ki, arkalarında içten ve dıştan yüksek mevkilerden kışkırtmalar vardır. Soruna yalnızca güvenliğin sağlanması açısından bakmak hatalı olacaktır görüşünü de korumak istiyorum. Bunun derinliklerine inilmelidir.

Bugün güvenliği sağlasanız bile yarın tekrar ortaya çıkmayacağının garantisi nedir? Bu isyanın elebaşıları bu gerici hareketi başlatırlarken ulusun hassas düşünceleri üzerinden hareket etmişlerdir. Yarın da, öbür gün de aynı şeyi yapacaklarından emin olabilirsiniz.

Bu isyancılar arkalarına başka kuvvetleri de almışlardır. Onların verdiği destekle kendilerini olduklarından daha güçlü sanmaya başlamışlardır. Sanırım ki bu hazırlık uzun zamana dayanmıştır. Yapılacak soruşturma bunu kanıtlamaya yetecektir.

Önce bu isyan zaman geçirilmeden bastırılmalıdır. Daha sonra kendilerini güçlü sanarak bu isyanı çıkaranlar hakkında kovuşturma yapılıp isyanın derinliklere inen kökleri ortaya konulmalıdır. Ve hemen İstanbul’a girilerek, gereken önlemlerin alınması zorunlu olduğu gibi, bu zihniyete gereken ders de verilmelidir.

Düşüncem şöyledir: Yeterince zaman kaybedilmiştir. Hemen harekáta geçmek zorunlu ve önemlidir...

Önyüzbaşı Mustafa Kemal’in bu net irdelemelerinden sonra zaten İstanbul üzerine derhal harekete geçip ayaklanmayı bastırarak Meşrutiyet’i ve hürriyeti koruma eğilimindeki ilerici birlikleri durdurmanın olanaksızlığını kavrayan Mahmud Şevket Paşa, beklenen emri verir.

Önüne geçilmez bir hırsla ve kararlılıkla hızla İstanbul’a yürüyen 2. ve 3. Ordu birliklerinden seçkin bir kuvvet, Hareket Ordusu adıyla başkente girer. 9 güne yayılan şiddetli çarpışmalardan sonra 22 Nisan 1909’da ayaklanma kesin olarak bastırılır.

Başta Derviş Vahdeti olmak üzere ayaklanıcıların elebaşıları hızla yargılanır ve birçoğu asılır. Padişah 2. Abdülhamid tahttan indirilerek, Selanik’e sürgüne gönderilir...