Evet Sayın Hasan Pulur Bey! “Bereket versin Ararat dememişler. Hem deselerdi ne olacaktı? Hiççç! Olanlar bize olmuş!...” Sayın Pulur! Acaba ne bekliyordunuz? Türkiye’de Ermenilere karşı bir hareket mi?... Bir başka satırınızda: “Ne Ermeniliğimiz kaldı ne hainliğimiz...” buyurmuşsunuz!?.. Sayın Pulur! Size göre, Ermeni adı; ihanetle, küfürle eş değerde görülebilecek düzeyde olabilir. Çünkü, bazı densizler tarafından sizlere gelen telefonları aynen yazmış ve Türkiye, Ermeni’lerini tenzih ederim gibi bir yarım elmaya dahi lüzum görmemiş olduğunuza göre, en azından Ermeni kavminin sizce hiçbir değer taşımadığı açıklıkla görülmektedir. Sayın Pulur! Yüksek müsaadelerinizle o Ermenilere yapılan küfürlü hakaretleri, aynen sahiplerine iade ediyor: “Bilmukabele!” diyorum! Türkiye Cumhuriyeti Devleti Yurttaşı Ermeniler, size ve bazı hamaset hastalarına ters düşse de, hemen hepsi de Türk Milletinin bir nüvesidir. Yânî sizler gibi Türk’tür. Sorarım size: Bu nasıl bir düşünce yapısıdır, nasıl bir inançtır ki: “Sırf bahriyeli olabilmem için (36 ay) askerliği göze alarak seve, seve vatani görevimi (1954-1957) Deniz Kuvvetlerimizde ifa etmeme, vergi verip, bu mukaddes vatan için ömrümün (50 yılını) seve, seve adayabilmeme ve de icap ederse vatanım için hiç düşünmeden ölüme atılmada asla geri kalmayacağıma rağmen, hep ırki adı küfürle eşit sayılan “Ermeni” olmaktan bir türlü ileri gidememekteyim?!...” Evet, soruyorum bu nasıl bir adalet anlayışıdır, nasıl vicdani bir sorumluluktur ve de nasıl bir zihirli fikrin ürünüdür?!... Ermenilere göre: “Çankaya Köşkü ile daha bir çok yerin sahipleri de Ermeni imiş” iddiasına karşı Sayın Pulur: “Bari oldu olacak, bir de Anıt-Kabir için dava açsınlar..” buyurmuşlar. Sayın Pulur! Ankara’da bir çok mülk ve yerin eski sahiplerinin Ermeni, yânî Osmanlı-Ermenileri olması kadar tabii bir şey olamaz. Zira asırlar boyu Ankara’da Ermeniler; Türklerle birlikte, müşterek hayat sürmüş, kader birliği etmişlerdir ve o uğursuz (1915’e) kadar bu böyle devam edip gitmiştir... Ne var ki, bütün bunları hiç mi hiç ne düşünen ve ne de dikkate almaya çalışan kimseler yoktur ve zaten “Türkiye’nin değil” sadece kendi ferdi inançları paralelinde hareket eden ve böylece gerçekleri şu veya bu şekilde çarpıtanlar olduğu müddetçe de, aynı paralelde sürüp gidecektir!.. Demem o ki, sizin gibi şuurlu, kültürlü kalemler de bu meseleye yanlış gözlükle bakarsa, bu meselenin yarınları nerelere varır veya vardırılabilir?... Temennim odur ki, sizler gibi münevver kalemler böylesi karmaşık, çarpık, hemen her tarafı pis pis siyaset kokan iğrençliklere istemeden de olsa değerli kalemlerini bulaştırmasınlar. Çünkü bir bulaşıldı mı, onu silkelenip atabilmek pek zordur!... Ve zaten mensubu bulunduğunuz, “Milliyet Gazetesi” değerli kalemlerinden Sayın Derya Sazak Üstadımız: (OKUR TEMSİLCİSİ) serlevhalı sütunda mezkûr konuya temasla, okuyuculardan gelen şikâyet mektuplarını sunmakla birlikte, bir “Ombdusman” sıfatıyla kendi ferdi görüşlerini de sunmuşlardır. Biz teşekkürlerimizle birlikte cüzi bir bölümünü aynen sunuyor ve Sayın Hasan Pulur üstadımızın da lütfedip okuyacaklarına inanıyoruz efendim ki, bizim buna ilâve edecek tek bir sözümüz dahi olamaz. Buyurun hep birlikte okuyalım: (Milliyet’in haberinde Ermeni asıllı Dağcılarla, Ermeni Diasporası arasında nasıl ve neye dayanarak bir bağlantı kurulduğu belli değil. Gazete bir internet sitesinde yayımlanan üstelik bir ay önce yapılmış bir haberi sayfalarına taşımadan önce Bakanlığı arayıp daha önce izin alan bu dağcı grubuna, daha sonra hangi gerekçeyle izin verilmediği araştırılabilirdi. Çünkü dağcılar da iyi bilir ki, yabancı bir ülkede dağa çıkmak için Bakanlıktan izin, Dağcılık Federasyonu’ndan da rehber almak gerekir. Ancak haberde yaratılan “hava”, şüpheci yaklaşım Savcılığın bu haberden sonra soruşturma başlatmış olması da okurlarımızı haklı kılıyor. Kardak krizinin, Keçilerin otladığı adacığa bayrak dikme yarışından çıktığı anımsandığında Ağrı’ya tırmanışın medya’da yankı bulma şeklinin “Savaş nedeni” olarak algılanmayacağından eminiz! Sportif bir haber diplomatik bir krize dönüştürme uğraşına “internet siteleri girse bile” Milliyet barışçı bir çizgi izlemelidir.) Bakınız: “16 Ağustos 2010 Pazartesi” tarihli (Milliyet Gazetesi). NE BOY NE DE SOY! ÖNEMLİ OLAN GERÇEK OLANI GÖREBİLMEKTİR!.. Sayın Başbakanımız “Gaziantep”te muhaliflerine seslenirken: (Önemli olan boy değil, önemli olan soy, soy...) buyurmuşlar. Ana-muhalefet Lideri ise, Sinop’ta: (İstanbul Müftülüğü’ne başvur, oradan öğren. Olmazsa eline pergel cetvel al gel benim kafatasımı ölç, Recep Bey; soya sopa girersen sınıfta kalırsın...) buyurmuşlar!... Bakınız: 16 Ağustos 2010 Pazartesi tarihli “Milliyet Gazetesi”. Her iki değerli siyasimize nâçiz bir öneride bulunacağım: Hemen herkesçe bilindiği gibi, en ırkçı ve de süper “Faşist” Nihâl Atsız Hoca, aşırı merakı yüzünden “kafatası ölçüsü”nü aldırmış, ancak; “Atsız’ın kafatası, Türk ırkına has ölçülere uygun çıkmayınca, apışıp kalmış?!...” Sizlerinki de sakın öyle çıkmasın?... Türk insanının “Anayurdundan çıkışı” acaba kaç bin yıl olmuştur? Hiç düşünen olmuş mudur!.. Hiç mi hiç sanmıyorum. Zira “Irkçı kafa yapısına” sahip oldukları için övünen (!) nice siyasetçi, değil sadece bizim ülkemizi, cihanın nice ülkesini “felâketlere ve yokluklara” sürüklemişlerdir ki, dünya milletler tarihi bu hususta nice örneklere sahiptir. Ancak her şeye rağmen sırf oy kapabilmek gayesiyle hâlâ “ırkçı sloganlardan” medet umanlar ne acıdır ki, günümüzde dahi mevcuttur!... Yüce Önderimiz Atatürk’ümüzün: (Ne Mutlu Türk’üm Diyene) vecizeleri dahi hiçbir zaman gerçek mânâsında değerlendirilmemiştir. Atatürk’ümüzü savunan, Yüce Önderimizi adeta bayrak edinmiş bazı kuruluşlarımızda dahi, mezkûr vecizeye uygun düşüncelere yer verilmemiştir. Nitekim, en azından Gazi Hazretleri’nin kurdukları (CHP) dahi 1938’lerden sonra aynen bukalemun gibi renk değiştirmeye başlamış ve nihayet günümüzdeki liderinin siyaseten de olsa “kafatası edebiyatına” iltifat ettiği bir düzeye kadar gelinmiştir?!... Demek ki, Türkiye’de “Türkiye Uyruğu” olmak Türk adına lâyık olabilmeğe yetmemekte, ayrıca “kafatası ölçüsünün de Türk olabilme” bahsinde önemli derecede rol oynayabilmektedir?!... Saygıdeğer okuyucularım, bu konuda daha fazla yazmaya lüzum olmadığı açıklıkla görülmektedir. Hz. Allah, Türkiye’mizi, Türk Milletini bir bütün olarak ilelebet korusun. Cümle okuyucularıma hayırlı tatiller diler mübarek Ramazan-ı şeriflerini candan kutlar, oruç ayımızın mutlu ve huzur içinde geçmesini can-ı gönülden diliyorum efendim. Not: Bu makale (16 Ağustos 2010 Pazartesi) günü yazılmıştır.