Nükleer Sömürge
Prof. Dr. Alaeddin YALÇINKAYA
Avrasya Bir Vakfı'nca düzenlenen enerji politikaları ile ilgili beyin fırtınaları toplantısı, ülkemizin derin bir sorununu daha masaya yatırdı. Konu, dertli uzmanlarca iki gün boyunca birçok boyutuyla enine boyuna tartışıldı. İçten ve dıştan bütün baskılara, yıldırmalara, yapılabilecek en yanlışı yapma yolundaki kararlılıklara, yıllar geçmesine ve yerinde sayılmasına rağmen, değerli hocaları, ömrünü bu işe adamış ve bu yolda saçlarını ağartmış olanları yine de hizmet için kararlı gördük. Her şeye rağmen ümitvar olan, bir şeyler yapılması için çırpınan, fakat kıymetleri gölgelenen, adeta toplumdan saklanmak istenen dehaların, dünyanın bilip takdir ettiği fakat Türkiye'de pek yeri olmayan bilim adamlarının, ilim hanımefendilerinin varlığına şahit olduk. Bu durum bize hüzün dolu ümitler bahşederken, kötümserliğe kapılmadan, yılmadan, her fırsatta ve zeminde mücadele etme borcunu yüklemiş oldu.
Sömürge, bir başka ülkenin kontrolü, denetimi altında olup, maddi kaynaklarının sömürgeci devlete aktığı, kendi geleceği hakkındaki kararların, başka ülke yöneticileri ve güç odaklarınca verildiği bir ülkedir. Sömürgenin kaynakları taşınırken, ülkenin siyasi bağımsızlığı engellenmek üzere, ekonomik bakımdan geri kalması yolunda şartlar oluşturulur. Zaruri ihtiyaçları karşılanamayan toplumda sosyal barış, eğitim, kültür, özgüven her fırsatta zedelenir. Sömürgelerin gelişmesinin engellenmesi için, bu ülkelerde eğitim ve kültürde olduğu gibi, teşebbüs alanında da ülke insanının ortaya çıkması engellenir, gerekirse halka karşılıksız yardım yapılarak onların kendi topraklarını ekip biçmelerine fırsat verilmez. Kendi işlerini kurmamaları, hele hele sanayi alanında ilerlememeleri için akla hayale gelmedik komplolar kurulur.
Birçok sömürge ülkesindeki klasik uygulamalar yanında günümüz yeni sömürgelerinde modern, maskeli yöntemlerine şahit olduğumuz bu durumun nükleer enerji konusunda ülkemizde gerçekleştiği sonucuna ulaştım. Konunun uzmanı bir profesör, yılların ihanet seviyesindeki ihmalini, Türkiye'yi bu alandan uzak tutmak için Türk yönetici ve aydınlarının kullanılmasını, "Türk'ün, Türk'ten başka düşmanı yoktur" sözleriyle kulağıma fısıldarken adeta içi parçalanıyordu.
Günümüzde 440 civarında nükleer santralin gelişmiş ülkeler tarafından elektrik enerjisi üretmek için kullanıldığını hatırlatalım. Bu enerji, yaygın olarak kullanılan bütün kaynaklar içerisinde en temizi, en çevrecisi olduğu gibi, mukayese kabul etmez derecede ucuzudur. Dünyada nükleer santrallerin yoğunlaştığı ülkeler haritasına baktığınızda, bunların aynı zamanda en zengin, en gelişmiş, en temiz çevreye sahip, en müreffeh toplumlar olduğunu görürsünüz. Nükleer güce sahip bazı eski Doğu Bloku ülkelerinin durumu ise farklı olup, konunun başka yönleri vardır.
Hindistan, Çin ve Güney Kore, Türkiye'den yıllar sonra yola çıktığı halde günümüzde nükleer santrali ve nükleer teknolojiyi kendileri kuracak, hatta başka ülkelere satacak hale gelmişlerdir. Yıllarca biz, Avrupa'nın bu alandaki kurumuna 15 milyon dolar yıllık aidatımızı düzenli ödediğimiz halde, tek öğrenci göndermemişiz. Hindistan ise hiç aidat ödemediği halde bu kurumdan bir sürü uzman yetiştirmiş.
1956'da birçok ülkeden önce bu alanda kurumsal yapılanmaya gidiyoruz ve üniversitelerde bölümler açarak altyapıyı oluşturmaya başlıyoruz. Hindistan, Kore, İran gibi birçok ülkenin öğrencileri bizim ülkemizde, bizim kurumlarımızda bu işi öğreniyorlar. Bizde yetişen uzmanlara kendi ülkelerinde fırsat veriliyor, bugün önemli başarılara imza atıyorlar. Ancak o uzmanların bizdeki hocaları itibara almadan medyadaki konudan habersiz, kulaktan dolma, çoğu ülkemize kasteden merkezlerce üretilen bilgilerle sütun dolduran, program yapan insanlar, yöneticileri yönlendiriyor.
1970'lerdeki nükleer enerjiye geçme yolundaki ihale çalışmaları kendi uzmanlarımızca başarılı bir şekilde hazırlanıyor, sonuçta nükleer santral ihalesi bir ülkeye veriliyor. 12 Eylül hareketi bahanesiyle kredi bulunamadığı ileri sürülerek ihaleyi alan firma taahhüdünü yerine getirmiyor. Biz ise bu durumu olduğu gibi kabulleniyoruz. Burada asıl sebep, Türkiye'yi oyalayıp bu alandan uzak tutmak. Ancak bir Avrupa ülkesinin bunu yapması normal karşılanabilir. Peki ya sonrakiler? 1980'lerde bir ihale süreci tamamlanıyor, son olarak yap-işlet-devret şartı getirilince yine akim kalıyor. 1990'larda sanki kendi uzmanlarımız yok olmuş gibi ihale aşamaları yabancılara, çuvalla para ödenerek gerçekleşiyor. Yıllarca süren çalışmalar tam sonuca ulaşırken 2000 yılında başbakan ihaleyi dondurma kararı alıyor. İhale sürecine katılan firmaların masraflarının ödenmesi cömertliği gündeme geliyor. Peki bu milletin alınteri, vergileri, ucuz enerji beklentilerine karşın, sırtına vurulan pahalı enerji kaynaklı geri kalmışlık prangasının bedelini kim ödeyecek?
Hidroelektrik, termik santraller, güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi, biyo-enerji, hidrojen enerjisi gibi kaynaklar da uzun uzun işlendi. Bu alanda da yapılması gerekenler ve bugüne kadar yapılanları iftiharla dinledik. Üniversitelerimiz boş duruyor, araştırma yapmıyor demeye kimsenin hakkı yok. Atatürk Barajı, tamamen kendi mühendislerimizin eseri olduğu halde bugün teknik güvenliği, içerisinde hiç Türk'ün bulunmadığı dört kişilik batılı uzmanlara tevdi edilmiş. Hocalarımız adeta, doğup besledikleri yavrularının zor ile elinden alınarak yarın ne yapacağı belli olmayan kişilere evlatlık olarak verilmesinin acısını haykırıyorlar. Her alanda bu gibi hikâyeler yığınla var.
Ortak kanaat, bir an önce nükleer santralin kurulması gerektiği. Aynı zamanda gerek santral gerek uranyum zenginleştirilmesinde bu teknolojiye sahip olacak şekilde ihalelerin verilmesinin şart koşulması da vurgulandı. Bu konuda kamuoyunu, meslek odalarını, üniversiteler ve diğer eğitim kurumlarını, karar verme durumundaki yöneticileri yönlendirmek, bilinçlendirmek, doğru bilgi bombardımanına tabi tutmak üzere dört koldan, farklı seviyelerde taarruza geçiyoruz. Kimse ümitsizliğe kapılmamalı, herkes kendi çapında görevini yerine getirmelidir. Sömürge ülkenin, sömürüden kurtulması, sömürücülerin insafına kalamaz. Bu alanda çıkarları zedelenecek olan dış odaklar yanında, kasten veya gafleti sebebiyle işbirlikçi durumunda olanlarla da mücadele etme görevimiz var.
Yorumlar