Oğuz Çetinoğlu: İstanbul Ticaret Odası Başkanı iken grup hâlinde Nijer’e gittiniz. Seyahatiniz hangi vesile ile oldu?

Doç. Dr. Murat Yalçıntaş: Dostlarımdan İbrahim Ceylan Bey’in 11. Defa Nijer’e gitmek için hazırlık yaptığını duydum. Hayretimi mûcip oldu. Kara Afrika’da bir meçhul ülke ve 11. seyahat…  Sordum, ‘doktor, hemşire ve yardım malzemesi nakli gönüllülerinden oluşan grupla gidildiğini ve on beş gün boyunca sağlık hizmeti verildiğini’ öğrendim.

Hiç tanımadığı insanlara karşılıksız iyilik yapan kişilere hep gıpta etmiş ve saygı duymuşumdur. Hele bu iyilik maddî destek sağlamaktan daha ileriye gidiyor ve kişinin zamanından, bedeninden ve zihninden de katkı gerektiriyorsa, bence bu iyilik çok daha kıymetli oluyor. Bu yüzden bizzat fakir evlerine giderek erzak dağıtanlar, sivil toplum kuruluşlarında görev yapanlar, zor coğrafyalara gidip gönüllü eğitim ve sağlık hizmeti veren insanlar benim gönül dünyamın kahramanı olmuşlardır.

Beni de ekibe dâhil etmelerini istedim. Madden ve bedenen katkı sağlamak şartıyla mümkün olabileceğini söyledi. Kabul ettim, kolilerin taşınmasına nezâret etme ve gerektiğinde bilfiil çalışma işlerini üstlendim. Eşimin doktor nezdinde hemşire, kızımın Fransızca tercümanlık yapmaları şartıyla onların da geziye katılmaları hususunda mutabık kaldık.

Çetinoğlu: Seyahat ve Nijer intibalarınıza geçmeden önce yardım ekibi hakkında bilgi lütfeder misiniz?

Doç. Yalçıntaş: Gönüllüler BİSEG Derneği olarak on bir yıldır Nijer’de her sene aynı bölgede hizmet veriyor. Bu süre içerisinde; her gün 14 saatten fazla çalışılarak on binden fazla insana dokunulduğu belirtiliyor. Hazırladıkları bültenden öğrenildiğine göre; Türk İşbirliği Kalkınma Ajansı (TİKA) destekli bu hizmetlerde 700 den fazla göz ameliyatı, 2100 civarı diş çekimi, 350 den fazla anestezi uygulamalı ameliyat gibi tıbbî müdâhaleler gerçekleştirildi. Ayrıca su kuyusu açılması, fakirlere keçi dağıtılması gibi çalışmalar da yapıldı.

Cumartesi günü THY’nin İstanbul - Niamey uçuşu ile yolculuğumuz başladı. Asıl grup bir hafta önden gittiğinden, biz sadece 5 kişiydik. Yanımızda 35 koli sağlık malzemesi götürdük. THY yetkilileri bu konuda çok yardımcı oldular.

Çetinoğlu: Hizmet sâhanıza nasıl ulaştınız?

Doç. Yalçıntaş: İstanbul - Niamey uçuşu yaklaşık 6,5 saat sürdü. Gönüllülerin çalışma bölgesi ise Niamey’e yaklaşık 750 km uzaklıktaki Maradi bölgesinde Tessaoua ve Aguie isimli iki kasaba idi. Bu mesafeyi iki ciple, yaklaşık 16 saatte aldık. Niamey-Tessaoua yolu geliş-gidiş asfalt bomboş bir yol. Fakat bu yolda iki büyük problem var. Birincisi asfalt çok ince ve delik deşik… Bütün yol boyunca boydan boya derin çukurlar var. Araçlar da çukurlar yüzünden bazen zigzag çiziyor, bazen de mecburen iyice yavaşlamak mecbûriyetinde kalıyor. Diğer problem ise bütün yol boyunca sıklıkla kasisler var. Üstelik bu kasisler çok yüksek ve geniş. O derece yüksekler ki, bir iki defa bizim cip bile altını vurdu. Nijerliler otobüslerin çok hızlı gittiğini, o yüzden bu kasislerin olduğunu söylediler.

Çetinoğlu: Vaktiniz kısıtlı. Hemen işe başlamışsınızdır…

Doç. Yalçıntaş: Pazar akşamı geç vakit Tessaoua’ya vardıktan sonra pazartesi günü sabah erkenden güne başladık.

Doktorlar ve hemşireler ile nakil ve ikmal personelinden oluşan yaklaşık otuz kişilik grup yaptığı hızlı kahvaltıdan sonra iki hastaneye dağıldı. Ben önce gönüllüler grubunun inşa ettiği yetimhane ve meslek edindirme kursu binalarını gezdim. Burada çok fazla evsiz çocuk var, kimisinin ebeveyni yok, kimisinin ise gidecek yeri. Bu çocuklar ellerinde plastik kaplarla bütün gün geziyor. Kaplara insanların koyduğu yiyecek veya bozuk para ile hayatta kalmaya çalışıyorlar. Dünyada çok fakir yer gördüm fakat buradaki fakirlik hepsini geçmiş durumda.

Daha sonra gönüllülerin açtığı su kuyularını ve yapılan örnek milet değirmenini gördüm.

Çetinoğlu: ‘Milet değirmeni’ nedir?

Doç. Yalçıntaş: Buradaki insanların hayatları boyunca yediği en önemli gıda milet. Milet denilen gıda, bizdeki kuşyemine benzeyen bir çeşit darı… Nijer’in kuzeyi büyük sahra çölü, güneyi ise kurak sahra altı iklimi. İnsanlar milet bitkisini yetiştiriyor ve hasat ettikten sonra kadınlar tahta dibeklerde bunu öğütüp saklıyor.

Daha sonra öğün olarak suya veya imkânları varsa süte karıştırıp bulamaç yapıp yiyorlar. Zaten buradaki birçok hastalığın sebebi de milete dayanan tek taraflı beslenme.

Çetinoğlu: Görenleri, daha fazla şükretmeye yönlendiren bir manzara… Su problemi nasıl çözülüyor?

Doç. Yalçıntaş: Kurak iklimde en çok ihtiyaç duyulan şey su. Gönüllüler su kuyuları açmış. Su 30 metre ile 80 metre arasında çıkıyor. Kuyulardan suyu, insan veya hayvan gücü ile döndürülen çıkrıklarla çıkarıyorlar.

Kuyular birkaç köyün ortak ihtiyacını karşılayacak şekilde açılmış. Dolayısı ile köylüler genelde birkaç kilometre yürüyerek suya ulaşabiliyor ve suyu kafalarında taşıdıkları bakraçlarla evlerine taşıyor. Bu vazifeyi de genelde genç kızlar ve çocuklar yerine getiriyor.

Ziyâret ettiğimiz köyde yaşadığım ufak bir olay kalkınmanın temelinin eğitim olduğunu ve bizlerin yaptığı bu tür yardımların gerekli olmakla beraber aslında geçici bir çözüm olmaktan öteye gidemediğini ve kalıcı olmasının çok zor olduğunu gösterdi.

Çetinoğlu: Sizde bu kanaati oluşturan olay neydi?

Doç. Yalçıntaş: Köydeki kadınların en önemli vazifelerinden biri hasat edilen milet tanelerini dibeklerde döverek un haline getirmek ve bulamaç yapmak. İbrahim Bey de kadınların işini kolaylaştırmak için saçtan basit bir öğütücü tasarlamış. Kıyma makinesine benzeyen bu basit âletin bir haznesi ve elle çevrilen bir kolu var. Darı taneleri hazneden aşağı dökülüyor ve kolu döndürülerek milet öğütülüyor.

Gönüllüler bir tane prototip öğütücü tasarlayıp köylülere vermişler. Prototip çalışırsa her köye bir tane yapıp dağıtmayı düşünmüşler.

Gönüllülerin altı ay evvelki ziyarette yapıp hediye ettikleri prototipin çalışıp çalışmadığını öğrenmek için köye gittik. Köylüler öğütücünün ilk birkaç hafta çok iyi öğüttüğünü ama ondan sonra tam öğütme yapmadığını, bu yüzden tekrar tahta dibek kullanmaya başladıklarını anlattılar. İbrahim Bey öğütücüye baktı, kolu çevirdi ondan sonra da öğütücünün gevşemiş somununu sıkıştırdı. Makine tekrar incecik öğütmeye başladı. Köylüler somun sıkmak gibi basit bir işlemi dahi bilmediklerinden öğütücüyü tekrar iş görür hâle getirememişlerdi.

Dolayısı ile bu gibi çok geri kalmış bölgelerde en fazla ihtiyaç duyulan hizmet temel eğitim.

Çetinoğlu: Sağlık konusundaki intibalarınızı lütfeder misiniz?

Doç. Yalçıntaş: Hastalıkların çok yaygın olmasının en büyük sebebi hem halkın sağlık konusundaki bilinçsizliği hem de ebe, sağlık memuru gibi temel sağlık problemlerini karşılayabilecek alt yapının eksikliği.

Bu yüzden gönüllüler çok güzel bir proje başlatmışlar; ufak bir meslekî eğitim merkezi inşa ediyorlar.

Bu eğitim merkezine Türkiye’den gönüllü olarak eğitimciler gelecek ve ebelik, hemşirelik, marangozluk, tarım gibi temel konularda eğitim verecekler. Bölgedeki hayat şartlarını gördükten sonra bu projenin yapılabilecek en başarılı bir sosyal sorumluluk hizmetlerinden biri olduğunu düşünüyorum.

Bölgede sağlık sistemi düzenli işlemediğinden ve hijyen şartlarına uyulmadığından en ufak bir yara bile büyüyüp enfeksiyon kapabiliyor. Futbol topu büyüklüğünde kistler gördüm. Erken yaşta evlilik ve sağlıksız şartlarda doğum yüzünden kadın hastalıkları sık görülüyor. Glokoma ve katarakta dayalı körlük çok yaygın.

Birçok âmânın katarakt ameliyatı olmak için günlerce yürüyerek geldiğini gördüm. Bu hastalar bastonlarının ucunu tutan ufak bir çocukla seyahat ediyorlar. Âmâlar, küçük çocuklar, kadınlar ve birçok değişik hastalıktan muzdarip insanlar günlerce bahçede oturarak tedavi sırasının kendilerine gelmesini bekledi. Ve beni en çok şaşırtan bu acı çeken insanların yüzünden bir an bile gülümsemenin eksilmemesi oldu.

Çetinoğlu: Kabullenilmiş çâresizlik’ denilen kavram bu olsa gerek. Peki Efendim, Gittiğiniz kasabadaki aile hayatı nasıldı?

Doç. Yalçıntaş: Aguie Kasabası’nın Belediye Başkanı ile de tanıştım. Birbirimizi sevdik. Başkan beni ailesi ile tanıştırmak için evine dâvet etti. Evi bizim en fakir köy evlerinden daha fakir. Bir avlu içerisinde üç tek göz kulübe… Birinde kendisi diğer ikisinde ise iki hanımı kalıyormuş. On çocuğu varmış, ayrıca yetim bir çocuğa da bakıyorlarmış. Nasıl olduysa bizim Bahçelievler Belediyesiyle kardeş belediye olmuşlar ama başkan karşılıklı hiçbir aktivite olmamasından şikâyetçi idi.

Aileler genelde kulübecikler de kalıyorlar. Kulübecik dediğim de pişmiş topraktan yapılmış çoğunlukla penceresiz, kapı yerine bir açıklık olan dört duvar. İçeride ibrik, tencere ve hasır dışında pek bir eşya yok. Mutfak bahçede, yerde taşlarla çevrilmiş bir ateş yeri. Tuvalet ise bahçenin diğer köşesinde etrafı sazlarla çevrili bir delik… Ailenin hâli vakti biraz yerindeyse bahçenin bir köşesinde birkaç tavuk ile birkaç keçi var. Elektrik, su gibi şeyler bu köylerde hayal bile edilemeyecek lüks.

Kız çocuklar ergen olur olmaz evlendiriliyor ve hemen arka arkaya hâmile kalıyor. Çocuk aile için çalışacak kişi demek, ne kadar çok olursa o kadar iyi. Fakat kız çocuklar küçük yaşta arka arkaya hamile kaldığından ve organları yeteri derecede gelişmediğinden genellikle çok ciddî sağlık problemi yaşıyorlar. Buna sağlık konusundaki bilgisizliği de eklerseniz netice çok yüksek derecede bebek ölümleri ve etrafta koşuşup dilenen öksüz çocuklar oluyor.

Çetinoğlu: Nijer’in ekonomisi ne durumda?

Doç. Yalçıntaş: Nijer’in para birimi CFA frangı. Nijer ile birlikte orta ve Batı Afrika’da eski Fransız sömürgesi olan 14 ülkede bu para birimi kullanılıyor. Bu para birimini 1945 yılında Fransızlar tedavüle sokmuşlar ve doğrudan doğruya Fransız frangına bağlamışlar. Böylece bu ülkelerin ekonomisi, özellikle ticareti, doğrudan Fransa’ya bağlanmış. CFA’nın açılımı ise Colonies Françaises d’Afrique (Afrika’daki Fransız Kolonileri). 1958’de sömürge kelimesinden oluşan rahatsızlık dolayısı ile para biriminin ismi Communauté Française d’Afrique (Afrika’daki Fransız Topluluğu) olarak değişmiş ama hem CFA kısaltması hem de Fransız Frangına sabitlenmesi devam etmiş. 1960’ların başında sömürgeciliğin politik anlamda bitmesi CFA’nın açılımını bir defa daha değiştirmiş; Communauté Financière Africaine (Afrika Finansal Topluluğu). Görüldüğü gibi baş harfleri aynı kalmak kaydıyla kelimeler değişmiş, CFA kısaltması ve Fransız Frangı bağlantısı devam etmiş. 2008 de, Fransız Frangı artık yürürlükte olmadığından Euro’ya bağlanmış. Böylesine fakir ülkelerin paralarının Euro gibi dünyanın en güçlü paralarından birine sabitlenmesi hem bu ülkeleri ekonomik anlamda Avrupa’nın uydusu haline, hem de bu ülkelerin bağımsız ekonomik program yürütmelerini imkânsız hâle getiriyor.

Çetinoğlu: Nijer’in yer üstü zenginliğinin olmadığı anlaşılıyor. Yer altı da üstü gibi mi?

Doç. Yalçıntaş: 21.000.000 Müslüman bir nüfusa sahip Nijer’in aslında doğal kaynak açısından zengin bir ülke. Nijer, Birleşmiş Milletlerin kalkınma endeksine göre 188 ülke arasında 187. sırada ve dünyadaki en düşük okuma yazma oranına sahip. Öte yandan Nijer dünyadaki en büyük uranyum üreticilerinden biri. Uranyum madenleri Fransızlar tarafından işletiliyor ve bildiğiniz gibi Fransa’nın elektrik üretiminin %95’ten fazlası uranyum ile çalışan nükleer santrallerden elde ediliyor. Nijer’de ayrıca gene yabancıların işlettiği altın madenleri ve petrol kuyuları da var.

Çetinoğlu: Ülke zengin, insanları fakir… Tipik batı sömürgeciliği… Çalışmalarınıza dönersek… Nelerle karşılaştınız?

Doç. Yalçıntaş: Gönüllü doktorlar ve hemşirelerden oluşan sağlık ekibimiz iki ayrı kasabada hizmet verdi; Tessaoua ve Aguie. Hastalar yaklaşık 60 kilometrelik mesafeye kadar olan köylerden birçoğu yürüyerek geldiler.

Ekibin başına ufak bir kaza da geldi. Katarakt ameliyatını asiste eden bir hemşire operasyon sırasında sanırım yorgunluktan düştü ve başını çarptı. Ekipteki doktorlar yaptıkları muayene neticesinde beyin travması teşhisi koydular. Elimizde bu ciddiyette bir vakaya müdahale edecek ekipman olmadığından Nijer ve Türk sağlık bakanlıkları ile temasa geçtik. Nijer sağlık bakanlığı hemen en yakın hava alanına Nijer ordusuna ait bir ambulans uçağı gönderdi. TİKA tarafından temin edilmiş olan ambulansla hastamızı havaalanına naklettik. Bölge valisi bizzat havaalanına kadar gelerek hastamızı uğurladı. Türkiye’den de hemen 112 acil ambulans uçak hazır edildi. Bu olay Türk devletinin vatandaşına ne şekilde sâhip çıktığını göstermesi ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın ne kadar onur verici olduğunu göstermesi açısından büyük bir deneyim oldu.

Çetinoğlu: Umûmî mâhiyette bir değerlendirmenizle röportajı bitirebilir miyiz?

Doç. Yalçıntaş: Burada yaşadığım bir hafta bana gerçek bir ders oldu ve insanoğlunun aslında iyi bir yaratılışta olduğunu hatırlattı. Günlük hayatımızın acımasız koşuşturmasında trafikte bile karşılaştığımız insanlar birbirine düşmanca davranıyor. Burada ise etrafımda kendi maddiyatlarından ve zamanlarından harcayarak, hiçbir konforun olmadığı bir ortamda her an bir enfeksiyon kapma riskiyle karşı karşıya çalışan fedakâr insanlar var. Bu doktor ve hemşirelerin sizin, benim günlük hayatta yaklaşmaya tereddüt edeceğimiz hasta, üstü başı kirli, çoğu zaman kötü kokan, dilini bilmediği ve hiçbir menfaatinin olmadığı insanlara şefkatle yaklaştığını ve yardım etmek için çırpındığını gördüm. Onlar dokunuyorlar, iyileştiriyorlar ve bunu sevgiyle, isteyerek, karşılık beklemeden yapıyorlar. İyi insanın, güzel insanın tanımı bu işte; insanların en hayırlısı insanlara faydası olandır.

Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim Efendim…

   Doç. Dr. MURAT YALÇINTAŞ:

     29 Kasım 1965 târihinde İstanbul’da dünyaya geldi. 

     1977-1984 yılları arasında Saint Joseph Fransız Lisesi’ni, 1984-1988 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makina Mühendisliği Bölümü’nü, 1988-1990 yılları arasında Boston & Vrije Üniversiteleri Ortak İşletme Yüksek Lisans Programı’nı ve 2005-2007 yılları arasında İstanbul Üniversitesi İşletme Bölümü’nde Hizmet Sektöründe Müşteri Memnuniyeti konulu Doktora programını tamamladı.

     İngilizce (akıcı), Fransızca (akıcı), Almanca (orta), Arapça (orta) dillerini bilen Yalçıntaş evli ve 3 çocuk babasıdır.

     İstanbul Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı ve Türkiye Odalar Borsalar Birliği Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı. Hâlen İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde öğretim üyesidir.

NİJER…

     Sadece Kara Afrika’nın değil, dünyanın en fakir ülkelerinden biri… 1960 yılında bağımsızlığına kavuştu ise de Fransız sömürgesi olmaktan kurtulamadı.

Kuzeyden Cezayir ve Libya, doğudan Çad, güneyden Nijerya, batıdan Burkina Faso ve Mali ile komşu. Cumhurbaşkanlığı sistemiyle yönetiliyor. Resmî dili Fransızca. Halkın % 98’i Müslüman.

1.267.000 kilometrekarelik topraklarının % 90’a yakın bölümü çöllerle kaplı. Başşehir Niamey Havaalanı, küçük bir Anadolu ilçesindeki otobüs terminali gibi.

     Başşehrin cadde ve sokaklarda barakalar, kerpiçten evler, otlardan yapılmış kulübelerin hemen yanı başında seyyar benzin istasyonları göze çarpıyor. Hırsızlık, gasp ve uyuşturucu kullanımına ise neredeyse hiç rastlanmıyor. Sigara bile gizli gizli içiliyor. Halkının bir bölümü Nijer Nehrinde balıkçılık ve taşımacılıkla geçiniyor. Dinî hayat çok canlı. Her yaştan kadın ve çocuk mescit ve Kur’ân kurslarına gidiyor. Camiler yeterli olmadığı için sokaklarda namaz kılınıyor. Kurslarda küçük öğrenciler Kur’ân’ı Kerîm’i el ile yazılan ahşap levhalardan okuyorlar. Küçük hâfızlar kağıt bulamadıkları için mukaddes kitabı ahşap levhalara yazıyorlar.

     Nijer halkı ‘selamün aleyküm’ dediğinizde sizi sıcak bir gülümsemeyle karşılıyor. Bu selâmın ardından dillerini bilmeseniz de aranızda sıcak bir bağ kuruluveriyor.

     Onlar; karnı aç gözü tok insanlar... Gidiniz, görünüz, şükrediniz…

OĞUZ ÇETİNOĞLU