Mübadele; Lozan Antlaşması görüşmeleri esnasında Türkiye ile Yunanistan arasında karara varılan ve yapılan  sözleşme şartlarına göre 1923-1930 yıllarında  din esasında yapılan nüfus  değişimidir.

Aradan yüz yıl geçmesine rağmen Yunan hükümetlerinin Batı Trakya Türklerinin haklarını kısıtlamaya yönelik tutumları ve Batı Trakya Türk Bölgesine yeterli hizmet götürmemeleri sebebiyle, iki ülke arasında zaman zaman gerginlikler yaşanmaktadır. 

Değişimin çok  büyük  bölümü 1923-1924 yıllarında  yapılmıştır. Az bir kısmı 1930 yılında yapılan İsmet İnönü – Venizelos sözleşmesine kadar uzamıştır. Bu sürede 1.200.000 Ortodoks Hristiyan Rum  Anadolu’dan Yunanistan'a,  500.000  müslüman Türk de  Yunanistan'dan Türkiye'ye göç ettirilmiştir.

Mübadelede din kriter alınmış olması sebebiyle, Türkiye’den göçe zorlananların içinde Türkçeden başka dil bilmeyen  Ortodoks  Gagavuz  Türkleri  ve Karamanlı Ortodoks Türkler de yer almışlardır.

Mübadelede, Türkiye'de  sadece İstanbul ile Gökçeada (İmroz) ve Bozcaada'da oturan Rumlar, Yunanistan'da ise  sadece Batı Trakya Türkleri  muaf tutulmuşlardır.

Karamanlı Ortodoks Türkler doğdukları toprakları terk etmek istememişler, biz Türküz, bizi nereye gönderiyorsunuz diye itirazda bulunsalar da gönderilmişler ve büyük göç travması yaşamışlardır. Gittikleri Yunanistan’da benimsenmemişler, hep topraklarının özlemi içinde olmuşlardır. Kendi kültürlerini yaşatarak ve yeni kuşaklara öğreterek şartlara uyum sağlamaya çalışmışlardır.

Mübadeleden Önceki  Durum

Osmanlı Devleti, Balkan Savaşlarında (1912)  Rumeli topraklarının  tamamına yakınını ve Ege Adalarını kaybetmiş, geride bir anda başka bir devletin azınlık statüsündeki vatandaşları konumuna düşen yüz binlerce Müslüman Türk bırakmıştır. Yunanlılar, Türkleri potansiyel tehlike olarak görmüşler şehirlerde ve adalarda yaşayan Türklere çeşitli  baskılar ve yer yer katliamlar yapmışlardır. Bu şekilde Türkleri göçe zorlamışlardır.   Balkan Savaşlarından sonra İstanbul başta olmak üzere, Batı Anadolu şehirlerine  Balkanlar’dan kalabalık göçler olmuştur. Bu durum yaklaşık on sene sürmüştür. Adalarda Türk nüfusun bu şekilde azaltılması, Lozan görüşmelerinde karşımıza çıkacak, adalarda yaşayan Rum nüfusun çoğunlukta olduğu gerekçe gösterilerek, adalar bize verilmeyecekti.

Yunan Ordusu’nun  1922’de Anadolu'dan mağlup ayrılmasından sonra ,  Batı Anadolu’daki Rum ahalinin  Yunanistan’a  göçü de başlamıştı. Rumlar, savaş sırasında Yunanlılarla birlikte hareket ettiklerinden, barış döneminde kendilerinden hesap sorulacağı korkusu içinde olmaları sebebi ile, kitleler halinde Yunanistan’a göç ediyorlardı.

 İngiltere Dışişleri Bakanı ve aynı zamanda Lozan Konferans  Başkanı olan  Lord Curson’da  mübadeleye olumlu yaklaştı. Türkiye'deki  azınlıkların  durumu önemli bir mesele olması sebebiyle  30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye ile Yunanistan arasında mübadeleyi öngören sözleşme imzalandı. Sözleşmeyi Türkiye adına İsmet İnönü, Dr. Rıza Nur ve Hasan Saka imzalamıştı.

Mübadele Sözleşmesi

30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan sözleşme, on dokuz maddeden oluşuyordu. Sözleşme gereği, 1 Mayıs 1923 tarihi itibarıyla Türkiye topraklarındaki Rum/Ortodoks nüfus ile Yunanistan topraklarındaki Türk/Müslüman nüfus arasında  zorunlu göç uygulaması şarta bağlanmış oluyordu.

İlk maddeye göre mübadiller (göçe tabi tutulanlar) Türk hükümetinin izni olmadan  geri dönüp Türkiye'ye, Yunan hükûmetinin izni olmadan da Yunanistan'a yerleşemeyeceklerdir.

Mübadeleye tabi tutulmayacak olanlar sözleşmenin ikinci maddesinde belirtildi. Mübadeleye tabi tutulmayacaklar Batı Trakya Türkleri ile İstanbul Rumları idi.

Üçüncü madde ile 18 Ekim 1912 tarihinden itibaren yerlerinden göç etmiş olanlar da mübadele kapsamına alınıyordu.

Sözleşmenin dördüncü maddesine göre, Yunanistan'a gönderilecek ilk kafileyi, aileleri daha önce Türkiye'yi terk etmesine rağmen ülkede kalan Rumlar içinde vücut olarak sağlam erkekler oluşturacaktı.

Beşinci maddeye göre mübadillerin mülkiyet haklarına hiçbir zarar verilmeyecekti.

Altıncı ve yedinci maddelere göre göçe tabi tutulanlara her iki hükümet de gereken kolaylığı gösterecek, mübadil kişi terk ettiği ülkenin vatandaşlığından çıkacak yeni geldiği ülkenin vatandaşlığını alacaktı.

Sekizinci maddeye göre ise mübadiller her çeşit taşınır mallarını hiçbir vergiye tabi olmadan yanlarında getirebileceklerdi.

Dokuzuncu maddeye göre mübadillerin geldikleri yerde bırakmış oldukları mallar Karma Komisyon tarafından tasfiye edilecekti. Bu madde 18 Ekim 1912'den sonra yerlerinden ayrılanları da kapsayacaktı.

11, 12 ve 13'üncü maddeler, sözleşmenin uygulamasını üstlenecek karma komisyonun kurulması ile ilgiliydi. Karma Komisyonun sözleşmenin yürürlüğe girdiği tarihi izleyen bir ay içinde kurulması öngörülüyordu.

14'üncü maddede göçmenlere yeni geldikleri ülkede geride bıraktıkları mallara eş değer nitelikte ve değerde mal verileceği belirtilmişti.

15-18'inci maddeler ise tarafların Karma Komisyona karşı yükümlülükleri, mübadelenin gerçekleşmesi sırasında sağlanacak kolaylıklar, mübadeleye tabi olacak kişilere duyuru yapılması, sözleşmenin yürürlüğünün emniyete alınması için her iki hükûmetin yapacağı yasal değişiklikler yer almıştır.

Karma Komisyon

Sözleşmenin 11. maddesi; azınlıkların mübadelesini denetleyecek, mallarına değer biçmek ve bu malları tasfiye etmek üzere bir Karma Komisyonun kurulmasını ön görmekteydi.

Komisyonun dört üyesi Türkiye Hükûmetini, dördü Yunanistan Hükûmetini temsil edecek, geriye kalan üç üye ise I.Dünya Savaşı'na katılmamış ülkelerin Milletler Cemiyeti  tarafından seçilecek temsilcilerinden oluşacaktı.

Karma Komisyonun merkezi 8 Ekim 1923'ten 21 Haziran 1924'e kadar Atina, bu tarihten sonra tasfiye edilene kadar ise İstanbul'du.

Mübadeye yapılan eleştiriler

 Mübadele  iki önemli hususta eleştirilmiştir. Bunlardan biri mübadelenin mecburi olmasıdır. Onca savaş ve kötü muamemelere  rağmen doğup büyüdükleri, resmi vatandaşı oldukları topraklarda kalan insanların temel bir insan hakkı olan “ yerleşme ve seyahat  hürriyeti “ aksine  devletler arası bir anlaşma  üzerine zorla yerlerinden edilerek dilleri ve kültürleri yabancı topraklara gönderilmesinin bir “ vatana iade “ değil “sürgüne gönderme “ olduğu iddia edilmiştir.

İkinci eleştirisi konusu;  değişimin “ milliyet “ kıstası yerine “dini aidiyet” ve Ortodoksluk  üzerinden yapılmasıdır. Yani lisan olarak Türkçe konuşanlar dahil, bütün Ortodokslar Türkiye’den  Yunanistan’a , buna karşılık yine lisana bakılmaksızın  Müslüman olan bütün  halklar Yunanistan’dan Türkiye’ye gönderilmiştir. Hal böyle olunca Katolik ve Protestan Rumlar Türkiye’de yerlerinde kalmıştır.