İbrahim Güray AYTEKİN Özel Haber Araştırma

Mehmet Âkif Ersoy, Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devletinin   ulusal marşı olan İstiklâl Marşı'nın yazarıdır. "Vatan Şairi" ve "Millî Şair" unvanları ile anılır. İstiklâl Marşı'nın yanı sıra Çanakkale Destanı, Bülbül ve 1911-1933 yılları arasında yayımladığı yedi şiir kitabındaki şiirleri bir araya getiren Safahat en önemli eserlerindendir. II. Meşrutiyet döneminden itibaren Sırat-ı Müstakim  sonraki ismi ile  Sebilü'r-Reşad dergisinin başyazarlığını yapmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında milletvekili olarak 1. TBMM'de yer almıştır.

Mehmet Âkif Ersoy, 1873 yılının Aralık ayında İstanbul'da,  Nüfusa kaydı babasının imamlık yaptığı ve ilk çocukluk yıllarını geçirdiği Çanakkale'nin Bayramiç ilçesinde yapıldığı için nüfusta Âkif'in doğum yeri Bayramiç olarak görünür. Annesi Emine Şerif Hanım aslen Buhara’lıdır; Arnavut kökenli babası ise Kosova'nın İpek şehri doğumlu  Mehmet Tahir Efendi dir, Babası Tahir Efendi oglu Mehmet Akif’e Ragip ismini verdi

Miladi 6 Mart 1913'te yazdığı, "Üç beyinsiz kafanın derdine, üç milyon halk" mısrasıyla başlayan ve kavimciliği eleştirdiği şiirinin sonunda Ben Arnavut’um diyerek de aslını ortaya koymaktan geri kalmıyordu, şiirinde kendisini Arnavut olarak tanıtıyordu.

İlköğrenimine Fatih'te Emir Buhari Mahalle Mektebinde o zamanların âdeti gereği 4 yıl, 4 ay, 4 günlük iken başladı. 3 yıl sonra iptidai (ilkokul) bölümüne geçti. Ortaöğrenimine Fatih Merkez Rüştiyesinde başladı . Dil derslerine büyük ilgi duyan Mehmet Âkif, rüştiyedeki eğitimi boyunca  sürekli başarılı ve  birinci oldu. Bu okulda onu en çok etkileyen kişi, dönemin "hürriyetperver" aydınlarından birisi olan Türkçe Öğretmeni Hersekli Hoca Kadri Efendi olmuştur.

Rüştiyeyi bitirdikten sonra annesi medrese öğrenimi görmesini istiyordu ancak babasının desteği sonucu 1885'te dönemin gözde okullarından Mülkiye İdadisine kaydoldu. Eğitime burada devam ederken evlerinde çıkan bir yangın sonucu evlerinin tamamen yanması sonucunda ailesi fakirleşerek muhtaç hale geldi. 

Akif İvedilikle meslek sahibi olmalı ve yatılı bir okula geçmeliydi bu nedenle  Mülkiye İdadisini bıraktı. O yıllarda yeni açılan ve ilk Baytar mektebi olan Ziraat ve Baytar Mektebine (Tarım ve Veterinerlik Okulu) kaydoldu. 

Dört yıllık bir okul olan Baytar Mektebi'nde bakteriyoloji öğretmeni Rıfat Hüsamettin Paşa pozitif bilim sevgisi kazanmasında etkili oldu. Okul yıllarında spora büyük ilgi gösterdi;Çeşitli spor dallarında uğraştı yarışmalara katıldı; şiire olan ilgisi okulun son iki yılında yoğunlaştı. Mektebin baytarlık bölümünü 1893 yılında birincilikle bitirdi.

1893 de  Ziraat Bakanlığı’nda (Orman ve Ziraat Nezareti) memur olan Mehmet Âkif, memuriyet hayatını 1913 e kadar sürdürdü.  İlk görevi veteriner müfettiş yardımcılığı idi. Bu nedenle Osmanlı topraklarında memuriyetinin ilk dört yılında teftiş için Rumeli, Anadolu, Arnavutluk ve Arabistan'da bulundu. Bu sayede halkla yakın temas halinde olma imkânı elde etti. 1898 yılında Tophane-i Âmire Veznedarı Mehmet Emin Beyin kızı İsmet Hanım’la evlendi; bu evlilikten Cemile, Feride, Suadi, Emin, Tahir adlı çocukları dünyaya geldi.

Mehmet Âkif, edebiyata olan ilgisini şiir yazarak ve edebiyat öğretmenliği yaparak sürdürdü. Resimli Gazete’de, Servet-i Fünûn dergisinde şiirleri ve yazıları yayımlandı. İstanbul’da bulunduğu sırada bakanlıktaki görevinin yanı sıra önce Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebinde (1906) kompozisyon (kitabet-i resmiye), sonra Çiftçilik Makinist Mektebinde  Türkçe dersleri vermek üzere öğretmen olarak 1907 de atandı.

II. Meşrutiyet ilan edildiğinde Mehmet Âkif, Baytar-iye Dairesi Müdür Muavini idi. II. Abdülhamid'in istibdat rejiminin şiddetli muhalifiydi.  Bunun etkisiyle, Meşrutiyet'in ilanından hemen sonra  Fatin Hoca'nın yönlendirmesiyle, on bir arkadaşı ile birlikte İttihat ve Terakki Cemiyetine üye oldu. Âkif, Kasım 1907’de, Umur-i Baytariye Müdür Muavinliği görevini sürdürürken Darülfünun’da edebiyat-i Osmaniye dersleri vermeye başladı.

Akif  II. Meşrutiyet’in, ilanı ile  birlikte yayın dünyasına adım atmıştı. Ancak eser yayımlamaya uzun süredir ara vermişti. Meşrutiyetin ilanından sonra,  Eşref Edip ve Ebül'ulâ Mardin'in çıkardığı ve ilk sayısı 1908'in Ağustos ayında  yayımlanan Sırat-ı Müstakim dergisinin başyazarı oldu. İlk Ebül'ulâ Mardin ayrıldıktan sonra dergi, 8 Mart 1912'den itibaren Sebilü'r-Reşad  adıyla çıkmaya devam etti. Âkif'in hemen hemen bütün şiir ve yazıları bu iki dergide yayımlandı. Dergilerdeki yazılarında, Mısırlı bilgin Muhammed Abduh'un etkisiyle benimsediği İslam Birliği görüşünü yaymaya çalıştı.

1914’ün başında iki ay süre ile  Mısır ve Medine'de bulundu. Mısır seyahati hatıralarını "El Uksur'da" adlı şiirinde anlattı.1913’te kurulan Müdafaa-i Milliye Cemiyeti'nin halkı edebiyat yoluyla aydınlatma amacı güden neşriyat şubesinde Recaizade EkremAbdülhak HamidSüleyman NazifCenap Şahabettin ile beraber çalıştı. 2 Şubat 1913 günü Bayezid Camii kürsüsünde, 7 Şubat 1913 günü Fatih Camii kürsüsünde muazzam birer konuşma yaptı ve halkı vatanı savunmaya çağırdı.

Balkan Savaşı'ndan sonra, ilk olarak Baytariye görevinden ayrıldı 1913, sonrada 1914 yılnda yayınlarının hükûmetle ters düşmemesi nedeniyle aldığı ikaz üzerine Darülfünun müderrisliği görevinden ayrıldı  Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi'ndeki görevine devam etti. Harbiye Nezareti'ne bağlı Teşkilat-ı Mahsusa'dan gelen teklif üzerine İslam birliği kurma gayesi güden Almanya'ya (Berlin'e) Tunuslu  Salih Şerif ile birlikte gitti ve esir Müslümanları kamplarda eğitip aydınlatma görevini de üslendi

Fransız ordusundaki Müslümanlara yönelik yazdığı Arapça beyannameler cephelere uçaklardan atıldı. Berlin Hatıraları adlı şiirini dönünce Sebilürreşad'da yayımladı.1916 başlarında Teşkilat-ı Mahsusa tarafından özel bir görev ile Arabistan'a gönderildi. Akif’e verilen Görev, bu topraklardaki Arapları Osmanlı'ya karşı kışkırtan İngiliz propagandası ile mücadele etmek için "karşı propaganda" yapmaktı.

Akif On dört ay süren savaşın  büyük bir zaferle sonuçlandığı haberini Arabistan'da iken aldı. Bu haber karşısında büyük coşku duydu ve Çanakkale Destanı'nı kaleme aldı. Arabistan’dan sonra iki ay Lübnan'da kalan Mehmet Âkif, "Necid Çölleri'nden Medine'ye" şiirinde bu seyahatini kaleme aldı.

 1918'de Lübnan’a giden Âkif, Şeyhülislamlığa bağlı Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye Cemiyeti başkâtipliğine atandı. Ahmet CevdetMustafa SabriSaid Nursi gibi isimlerin kurduğu ve Osmanlı Devleti ile diğer İslam ülkelerinde çıkacak dini meseleleri halletmek, İslam aleyhindeki gelişmelere yanıt vermek amacıyla kurulan bu örgütte çalışmalarını kısada olsa bir süre devam ettirdi

Bu zaman içinde ise Anadolu toprakları işgale uğramış; Türk halkı Kurtuluş Savaşı'nı başlatarak direnişe geçmişti. Bu harekete katılmak isteyen Âkif, Balıkesir'e giderek 6 Şubat 1920  Zağnos Paşa Camii'nde çok heyecanlı bir konuşma yaptı. Halkın çok yoğun  ilgisi karşısında daha birçok yerde konuşmalar yaptı, ve İstanbul'a döndü. Bu arada Sebilürreşad idarehanesi, Millî Mücadele’ye katılmak için Anadolu’ya geçmiş olanlarla İstanbul’daki yakınlarının gizli haberleşme merkezi hâline gelmişti. Âkif, Kurtuluş Savaşı’nı desteklemesi nedeniyle  Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye Cemiyetinden çıkartıldı.(1920)

Akif  oğlu Emin'i yanına alarak Anadolu'ya geçti. Sebilü'r-Reşad'ı Ankara'da çıkarması için Mustafa Kemal Paşa'dan davet gelmişti. TBMM'nin açılışının ertesi günü olan 24 Nisan 1920 günü Ankara'ya ulaştı. Millî Mücadele'ye şair, gazeteci, siyasetçi olarak katıldı. Ankara'ya  yerleştikten bir süre sonra ailesini de yanına aldırdı.

Ankara'ya geldiği günlerde, Mustafa Kemal Paşa Konya vali vekiline telgraf göndererek Âkif'in Burdur milletvekili seçilmesini sağlamasını istemişti. Haziran ayında Burdur'dan, mebus seçildiği haberi meclise ulaştı.  Böylece 1920-1923 yılları arasında vekil olarak I. TBMM'de yer aldı. Meclis kayıtlarında adı "Burdur milletvekili ve İslam şairi" olarak geçmektedir. 

Ankara'ya geldiğinde ona verilen ilk görev, Konya Ayaklanması'nı önlemek için halka öğütler vermek üzere Konya'ya gitmekti, ancak Konya'da başarılı bir sonuca ulaşamadı ve Kastamonu'ya geçti. Halkı, Türk Kurtuluş Savaşı'na destek vermeye teşvik etmek için 1920 Kasım da Kastamonu'daki Nasrullah Camii'nde verdiği coşturucu vaaz Diyarbakır'da basılarak tüm vilayetlere ve cephelere dağıtıldı.

Âkif, son olarak istanbulda  derginsinin 463. sayısını yayımlamıştı. Âkif derginin 464-466. sayılarını Eşref Edip ile beraber Kastamonu'da yayımladı, 464. sayı Anadolu'ya ve askere dağıtıldı. 467. sayıdan itibaren ise derginin yayınına Ankara'da devam ettiler. Dergi oldukça etkiliydi, yaydığı yoğun duyguların Rusya’nın hâkimiyetindeki Türk halklarını etkilenmesinden kaygı duyan  Rusya, gazetenin ülkede satışını yasakladı. 

1921'de Ankara'da Taceddin Dergâhı'na yerleşen Mehmet Âkif, Burdur milletvekili olarak meclisteki görevine devam etmekteydi. O dönemde Yunanların Ankara'ya ilerleyişi karşısında meclisi Kayseri'ye taşımak için hazırlık vardı. Bunun bir dağılmaya yol açacağını düşünen Mehmet Âkif; Ankara'da kalınmasını, Sakarya'da yeni bir savunma hattı kurulmasını önerdi; teklifi tartışılıp kabul edildi. Mehmet Akif’in Taceddin Dergâhı'nda kaldığı ev Mehmet Akif Ersoy Müzesi olmuştur.

Konulan 500 liralık ödül nedeniyle başlangıçta katılmayı reddettiği  ancak Aynı dönemde Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey'in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Bey ile birlikte kendisini ulusal marş yarışmasına katılmaya karar verdi  bu yarışmaya, o güne kadar gönderilen şiirlerin hiçbiri yeterli bulunmamıştı ve en güzel şiiri Mehmet Âkif'in yazacağı kanısı mecliste hâkimdi. Mehmet Âkif'in yarışmaya katılmayı kabul etmesi üzerine bazı şairler şiirlerini yarışmadan çektiler.

 Şairin orduya ithaf ettiği İstiklâl Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı  Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye'de yayımlandı. Hamdullah Suphi Bey tarafından mecliste okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart 1921 Cumartesi günü saat 17.45'te ulusal marş olarak kabul edildi. Âkif, ödül olarak verilen 500 lirayı Hilal-i Ahmer bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Dar’ül Mesai vakfına bağışladı.

İstiklâl Madalyası ile ödüllendirilen Mehmet Âkif, 1922 yılında sağlık gerekçesi ile milletvekilliğinden istifa etti. 1923 yılının Mart ayının son günlerinde ortadan kaybolan yakın arkadaşı Trabzon Milletvekili Ali Şükrü'nün Mustafa Kemal'in Muhafız Alayı Kumandanı Topal Osman tarafından öldürüldüğünün anlaşılması üzerine kendine yeni bir yurt bulması gerektiğini hissetti. Bir süredir kendisini Mısır'a davet eden Mısır Hıdivi Abbas Halim Paşa'nın davetine uydu ve böylece kışlarını Mısır’da geçirmeye başladı. Onun Türkiye’den ayrılışını bir sürgün olarak niteleyenler, 1924'te hilâfetin kaldırılması veya 1925 yılında çıkarılan Şapka Kanunu ve Cumhuriyet devrimleri, hatta Atatürk ile ters düşmesi nedeni ile diye anlatanlar vardır.

En ünlü eseri Safahat, 1924 yılında Türkiye'de basıldı. Birkaç sene yazları İstanbul'da, kışları Mısır'da geçiren Mehmet Âkif, 1926 ‘dan itibaren  Kahire yakınlarındaki Hilvan'a yerleşti. Burada adeta inzivaya çekilerek Kur'an meali üzerinde çalışmalarını sürdürdü ancak Türkiye’de ulusal din projesinin (Türkçe ezan-ibadet) hayata geçirileceğini haber alınca 1932'de mukaveleyi feshetti. Diyanet İşleri Başkanlığı hem tercüme hem yorumlama işini Elmalılı Hamdi Efendi'ye verdi. Âkif, kendi yazdıklarını dostu Yozgatlı İhsan Efendi'ye teslim etti ve ölür de Ülkeye geri gelmez ise yakmasını vasiyet etti.

Mehmet Âkif, Kur'an çevirisini yapabilecek tek adam olarak görüldüğünden Kur'an'ı Türkçeye tercüme işine girişmesi için 1908'den itibaren yoğun bir ısrar vardı. Tercüme işine kesinlikle yanaşmayacağı anlaşılınca bir Kur'an meali yazmak hususunda güçlükle razı edilmiştir Mısır yıllarında Kur'an çevirisinin yanı sıra Türkçe dersleri vermekle meşgul olmuştu. Kahire'deki "Câmiat-ül Mısriyye" adlı üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi (1925-1936).

Siroz hastalığına yakalandı hava değişikliği iyi gelir düşüncesiyle önce Lübnan'a, sonra Antakya'ya gitti fakat Mısır'a daha da hasta olarak geri döndü. 17 Haziran 1936'da tedavi için İstanbul'a döndü. 27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul'da, Beyoğlu'ndaki Mısır Apartmanı'nda hayatını kaybetti. Edirnekapı Mezarlığı'na gömüldü. Mezarı iki yıl sonra, üniversiteli gençler tarafından yaptırıldı; 1960'ta yol inşaatı nedeniyle kabri Edirnekapı Şehitliği'ne nakledildi. 

Mehmet Âkif Ersoy’un ölümünün 75. ve İstiklâl Marşı’nın kabulünün 90. yılı olması nedeniyle 2011 yılı Başbakanlık tarafından "Mehmet Akif Ersoy Yılı" olarak ilan edilmiştir. Yıl boyunca Yurt sathında çeşitli etkinlikler yapılmış hatıra posta pulları paralar bastırılmıştır. Okullara Kütüphanelere cadde ve bulvarlara adı konan Ersoy’un onlarca anıtı heykeli ve büstleri yurdun birçok köşesinde yer almaktadır.

Mehmet Âkif, şiir yazmaya Baytar Mektebinde öğrenci olduğu yıllarda başladı. Yayımlanan ilk şiiri Kur'an'a Hitap başlığını taşır. 1908'den itibaren aruz ölçüsü kullanarak manzum hikâyeler yazdı. Hikâyelerinde halkın dert ve sıkıntılarını anlattı. 

Balkan Savaşı yıllarından itibaren destansı şiirler yazmaya başladı. İlk büyük destanı, "Çanakkale Şehitlerine" başlıklı şiiridir. İkinci büyük destanı ise Bursa'nın işgali üzerine yazdığı “Bülbül“ adlı şiiridir. Üçüncü olarak da "İstiklâl Marşı"nı yazarak İstiklâl Savaşı'nı anlatmıştır.

"Sanat, sanat içindir." görüşüne karşı çıkan Mehmet Âkif, dinî yönü ağırlıkta bir edebiyat tarzı benimsemişti. Edebiyat dili olarak Millî Edebiyat akımına karşı çıktı ve edebiyatta Batılılaşma konusunda Tevfik Fikret ile çatışmıştır.

Şairin Safahat adı altında toplanan şiirleri, sekiz kitaptan oluşmuştur. Şair, İstiklâl Marşı'nı Safahat'a koymamıştır. Nedenini ise şöyle açıklar: "Çünkü ben onu milletimin kalbine gömdüm."

Kitap: Safahat (1911) - Kırk dört manzume içerir. Siyasal olaylar, mistik duygular, dünyevi görevlerden bahsedilir.

Kitap: Süleymaniye Kürsüsünde (1912) - Süleymaniye Camii'ne giden iki kişinin söyleşileri ile başlar, kürsüde Seyyah Abdürreşit İbrahim'in konuşturulduğu uzun bir bölümle devam eder.

Kitap: Hakkın Sesleri (1913) - Topluma İslami mesajı yaymaya çalışan on manzumedir.

Kitap: Fatih Kürsüsünde (1914) - Fatih Camii'ne giden iki kişinin söyleşileri ile başlar, vaizin uzun konuşması ile devam eder.

Kitap: Hatıralar (1917) - Âkif'in gezdiği yerdeki izlenimleri ve toplumsal felaketler karşısında Allah'a yakarışını içerir.

Kitap: Asım (1924) - Hocazade ile Köse İmam arasındaki konuşmalar şeklinde tasarlanmış tek parça eserdir.

Kitap: Gölgeler (1933) - 1918-1933 arasında yazılmış 41 adet manzumeyi içerir. Her biri, yazıldıkları dönemin izlerini taşır.

Kitap: Safahat (Toplu Basım) (ilki 1943) - Yedi safahatını bir araya getirir.