MİT Müsteşarı Sayın Emre Taner’in, teşkilatının 80. kuruluş yıldönümü dolayısıyla yaptığı yazılı açıklama, oldukça önemli değerlendirme ve mesajlar taşıyordu. Değerlendirmeler arasında, birçok ulus devlet ve milletin hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybetme sürecine girmiş olduğunu belirtmesi, bunların birçoğunun ulusal egemenliklerini de büyük ölçüde yitirecekleri; mesajlar arasında ise, Türkiye'nin kendisini hiçbir zaman olayların akışına bırakma lüksüne sahip olmadığı yer alıyordu. Her ne kadar Taner, teknolojik gelişmelere ve küreselleşen ekonomilere ayak uyduramamayı tezine gerekçe olarak göstermiş ise de, bütün bunlar apaçık meydanda olan ve bu yüzden de istihbaratı pek çağrıştırmayan gerçeklerdir. O halde Taner’in istihbaratçı kimliğinden dolayı açıklaması, siyasî maksatlı bir takım başka uluslararası gelişmelere de dayanıyor olmalıdır. Aksi takdirde açıklamasını, Alvin Toffler, Peter F. Drucker gibi “Futurist” düşünürlerin öteden beri öne sürdükleri; ekonomik gelişmelerin ve sivil toplum örgütlerinin küresel bir hale bürünmeleri sonucunda ‘devletlerin anlamını kaybetmekte olduğu’, tezinin bir tekrarı gibi görebilirdik. Bu teze Drucker gibi, ulusal ve uluslar arası yasaların bu ihtiyacı karşılayamayacağı fikriyle bir “Uluslar Aşırı Hukuk” gerektiğini söyleyerek aynen katılmak mümkün olduğu gibi; Paul Kennedy gibi düşünürler paralelinde olarak, devletlerin varlık sebepleri ve güçlerinin her gün daha da artmakta olduğunu savunarak karşı çıkmak da mümkün olacaktı. Gerçi Kennedy’nin bu savunmasında sadece ABD’nin fonksiyonunun ele alınmış olması, diğer devletler için pek ümit verici olmamaktaysa da, ülkemiz için bunun bir versiyonunu ortaya atmak da belki mümkün olabilirdi. Ama dediğimiz gibi, Taner’in istihbaratçı kimliği konuyu daha değişik açılardan da ele almayı gerektirmektedir. Diğer yandan Krishan Kumar, Daniel Bell, Alaine Touraine ve John W. Murphy gibi yazarların ileri sürdükleri enformasyon temelli “Post-Modern” toplum açıklamaları içinde ele alınması halinde ise, tehlikeye karşı tedbiri muhafazakâr düşünce akımları içinde aramak mümkün olurdu ki, yine bir istihbarat konusu olmaktan uzak bir mesele olarak görülürdü. Bireyi sosyal ve siyasî her türlü yapının üzerinde ve aşırı derecede öne çıkaran bu Post-modern görüşün cemiyeti tehdit eden yanı da istihbarat yapmayı gerektirmeyecek kadar gizlilikten ve örgütlülükten uzaktır. O halde Taner’in açıklamasını sadece bu çerçeve ile ilişkilendirmek de pek yerinde olmayacaktır. Taner’in vurgu yaptığı kavram, genel anlamda ‘devlet’ değil, ‘Ulus-devlet’ olmakta ve bunların da tamamı yerine “birçoğu”nu kapsamaktadır. O halde meseleyi bir istihbaratçının izlemekte olduğu gizli yapılanma ve faaliyetlerden başka millî devlet kavramının açılımında yer alan ‘millet’ kavramı kapsamında da ele almak gerekmektedir. Tabiî ki bir toplumu ‘millet’ yapan değerler manzumesi bir bütün halde burada söz konusu olmakla birlikte, başlı başına bir kitabımdan başka her fırsatta sık sık ele aldığım bu konunun detaylarına bu yazıda tekrar girmek istemiyorum. Ancak bütün aksaklık ve yanlışlarımızın temelini oluşturduğunu düşündüğüm bir hususun altını önemle çizmeyi faydalı görüyorum: Merkez-Çevre ilişkilerimiz. Birçok düşünür tarafından işlenmiş olan bu ilişkilerin, özellikle Şerif Mardin’in kaleminden çok doyurucu bir anlatım seviyesine ulaştığı kanaatindeyim. Mardin’in “Türk Siyasasını Açıklayabilecek Bir Anahtar” dediği Merkez-Çevre ilişkileri, merkezi oluşturan yöneticilerin, çevreyi oluşturan halk kitlelerini tanımadan ve önemsemeden ihtiyaç ve çözüm yollarını kendi anlayışlarına göre belirledikleri esasına dayanır. Mardin, bu durumu tarihten günümüze ulaşan bir süreç içerisinde anlatır (1). Aslında çeşitli düzeylerde başka ülkelerde de yaşanmış/yaşanmakta olan bu merkez çevre kopukluğunu göremeyiş, çok önemli zararlara sebep olmaktadır. Bu zararların telafisi üzerinde düşünürken kanaatimce tamamen yanlış yaklaşımın ürünü olan bazı sorular da çözümü oldukça zorlaştırmaktadır. Bu sorulara iki örnek gösterebiliriz: Örneklerden biri, William Ogburn’un kültürel geri kalma teorisine bağlı olarak toplumun farklı kesimlerinde eşit olmayan kültürel değişimin sosyal gerginliğin sebebi olup olmadığı sorusudur. Diğer örnek ise, Immanuel Wallerstein’in Emile Durkheim’in ‘sapma’ üzerine yaptığı araştırmadaki ‘yeniden tanımlama’ nazariyesine dayanarak sorduğu sorudur: Bir ülkede oturan herkes fiilen entegre edildiğinde, ‘ulus’ kendini ‘marjinalleri’ yeniden yaratacak şekilde yeniden tanımlamakta mıdır? (2) Bu örneklerin her ikisinin de yaklaşım itibarıyla yanlış olması özellikle bizim açımızdan ‘millet’ anlayışı söz konusu olduğunda görülmektedir. Burada asıl problem, bilim çevrelerimizin çevreyi tanımayan ve dikkate almayan bir merkez olmalarından kaynaklanmaktadır. Her ne kadar yazımız boyunca Sayın Taner’in, istihbaratçı kimliğini göz önünde bulundurarak, açıklamasının dayanağını sosyal bilimler alanının dışında aramış olsak da mesaj veren “Türkiye’nin olayları akışına bırakma lüksüne sahip olmadığı” şeklindeki cümlesi, bu bilimlerimizdeki toplumla uyuşmazlıkların da göz önünde bulundurulması gerektiği yönündeki fikrimizi beyan etmemize sebep oldu. Esasen CIA de sadece istihbarat yapmakla yetinmeyip olayları yönlendirme şeklinde bir faaliyette de bulunmaktadır (3). Şayet, Türkiye de seyirci kalmayarak, olayların akışı üzerinde de etki yapma kararındaysa ilgilendiği meseleleri bir bütün halde ele almak zorundadır. İlk önce önümüze ‘bilimsel’ olarak konulan millet anlayışımızın toplum yapımızla uygunsuzluğu görülmediği takdirde atılacak her adım, kaş yapayım derken göz çıkarmaya sebep olacaktır. Bu arada millî devlet olarak bölgede olan gelişmelerden olumsuz etkilenebilme ihtimalimiz yüksek olduğundan, Irak’taki ayrılıkçı yapılanmayı da yine bizim Merkez-Çevre ilişkilerimiz bağlamında ele almamız icap edecektir. O konudaki fikirlerimizi ise, gelecek yazımızda fazla teorik açıklamalara gerek duymadan olayları değerlendirmekle yapmaya çalışacağız. ---------------------------------------------- 1- Şerif Mardin, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, Derleyenler: Mümtaz’er Türköne – Tuncay Önder, Birinci baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 1990, ss: 30–67 2- Immanuel Wallerstein, Bildiğimiz Dünyanın Sonu, ikinci basım, Metis Yayınları, İstanbul, 2003, s: 126 3- Attilâ İlhan, Batı’nın Deli Gömleği, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2002, s: 232