Günümüzde (Haziran 2013) Beyoğlu’nun en popüler ve en eski sinema salonlarından, 1924 yılında meşhur İpekçiler tarafından tesis edilen ve (1940-1950)li yıllarda Beyoğlu Sosyetesi’nin pek meşhur bir sinema salonu olan “Melek Sineması”. 1970’lerde “Emek Sineması” adını almış bulunan bu tarihi sinema salonu, bulunduğu sitenin daha verimli bir yapı elde edebilmek için yıkımına karar verilmesinden sonraki günler, yıkım çalışmaları esnasında, adeta ortalık hop kalkmış: (Hayırlar, bir diğerini izlemiş ve bu durum sokak gösterileri şovu ile günlerce sürmüştü...) 
Şimdi kendi kendime soruyorum: (İstanbul’daki tarihi yapılar bahsinde gerçekten her daim böyle hassas mıyız?...) Bu konuya bir başka yazımda, inşallah temas edeceğim. 
Gelelim, “Taksim Gezisi” protestoları bahsine!... “8-9 gündür” devam eden ve kısa zamanda yurt çapında ayaklanmalara yol açan bu talihsiz eylem hareketinin asıl sebebi: (Daha evvel mezkûr parkın yerinde bulunan meşhur “Topçu-Kışlası”nın yeniden ihyasına teşebbüs edilmesi vs.) olmuştur. İlk şu tarihi “Topçu-Kışlası”nın bazı kesimleri niçin bu derece rahatsız ettiğini ve bir şekilde yeni nesil gençlerimizin bir şekilde harekete geçirilerek, protesto gösterilerine kalkışmalarını sağlamak olmuş. Yanî, provokatörler derhal devreye girmiş ve böylece hemen hepimizin gözleri önünde pek nahoş hadiseler yek diğerini izlemiştir... 
“Orta, Lise ve Üniversite” gençlerinin malûm Topçu Kışlası – “Taş-Kışla”nın aleyhinde hareket etmelerinin asıl sebebi; kışlanın yeniden ihya edilmesine karşı olanların el altından gençleri kışkırtmaları olmuştur. Bu konuda elde edebildiğimiz bir çok önemli kaynak, böyle zuhur etmiş olduğunu kesinlikle meydana koymaktadır. 
Gelelim asıl mevzuumuza: Takriben (40’lı yıllarda) yıktırılan bu meşhur kışla’nın yerine İstanbul halkının istifadesine sunmak maksadıyla meydana getirilen ve adını “İnönü Gezisi” olarak tesmiye eden dönemin Şehir idarecileri, ayrıca bir de muazzam bir kaide üzerine oturtulacak at üzerinde bir İnönü heykeli tasarlamışlar ve ilk kaideyi getirip, Gazi Hazretleri adına inşa edilmiş olan abideye bakan bir yöne oturtmuşlardı. 
Heykelin kaidesi uzun zaman konduğu yerde varlığını muhafaza etmiş ve fakat, kaidenin üstüne oturtulacak heykel ise bir türlü getirtilip de yerine konmamıştı ve bu sebeple hemen bir çok insan tedirgin olmaktaydı. Zira, meselede bir garabet vardı ama ne?.. 
Bir sabah bir de bakıldı ki, kaidenin dört tarafı da ahşap plakalarla kapatılmış?... 2-3 yıl da öyle geçti ve bilahare, hem kaide kaldırıldı ve hem de parkın adı değiştirildi: (Taksim Gezisi) adını alan park hayli zaman İstanbul halkının gezi ve yaşlı vatandaşların istirahat mahal’i olarak değerlendirildi. 1965’lerden sonra ise, asıl işlevinden mahrum bırakılarak, hemen her türlü pisliğe bulaştı ve öyle bir zaman geldi ki, parkın banklarına normal insanlar oturamaz oldu ve böylece şöhreti de sönüp gitti. 
2013 yılı başlarında Sayın Başbakanımızın; “Taksim Kışlası”ndan, “Taksim Camiinden” söz eder oluşu, nihayet bizleri bu hâle getirdi. 6 Haziran 2013 Perşembe, gazetelerin baş sayfalarında şu eksantrik başlıkları okuyoruz: (140 KARAKTERLE İSYANA TEŞVİK) İzmir’de twitter’da yazdıkları yüzünden, gözaltına alınanlar “isyana teşvik”, Ankara’dakiler, “hükûmeti yıkmaya” teşebbüsle suçlanıyor. 
GAZETELERDE “90 KUŞAĞI”!... 
Gazetelerde “90 Kuşağı” şöyle tanıtılıyor: (MEYDANLARDAKİ 90 KUŞAĞI) “Biz onları “apolitik” bilirdik. Ama gezi parkı olayları, 1990 sonrası doğumlu gençliği “siyasete” soktu. 
Basın’ın değerlendirmesine göre, durum gayet vahim denebilir!... Niçin mi? Onu da arz edelim ve böylece politika dünyasının neresinde bulunduğumuzu bir nebze olsun açıklıkla görebilelim!... 
Hemen hepimiz de biliriz. Anarşinin alabildiğine at koşturabildiği 1968’lerde, dönemin gençleri de yangının içine çekilmiş ve onların yanî öğrenim hayatı heba olup giden talihsiz gençlerin, gönlünü hoş tutmak isteyen bir takım düzenbazlar ise onlara şu adı yakıştırmıştı ki, günümüzde dahi onları iftiharla ananlar, “68 Kuşağını” yere göğe sığdıramayanlar, bir nebze olsun madalyanın diğer yüzünü görmeye yanaşmamış ve zaten yanaşamazlar da!... Çünkü, on-binlerce öğrenim gencinin ya hayatı tamamen sönmüş veya “diplomalı cahiller olarak” boy gösterip durmuşlardır!... 
Bakıyorum da, günümüzdeki körpecik gençleri de aynı akıbete sürüklemeye kalkışan sözde Gazeteci zavallılar yazıp, çizmekte, “90 Kuşağı” yakıştırmasıyla, körpecik gençleri “siyaset cehennemi’nin merkezine” sürüklemeye kalkışmaktadırlar?... 
Yanlış anlaşılmasın, bendeniz ne AK Partiliyim ve ne de Sayın Erdoğancı. Daha doğrusu hemen hiçbir parti bendenize cazip gelmemekte ve tarafsız bir kalem olarak, ülkem Türkiye’me hizmet vermeye çalışmaktayım. Dolayısıyla, Taksim Gezisi, meselesinde, değer konularımda da olduğu gibi, gayet rahat hareket edebilmekteyim. Ben şuna inanmaktayım: (Memleket meselelerinde şu veya bu siyasî görüşün veya siyasî bir kuruluşun mensubu olarak, hareket etmek, korkunç bir yanlışın bizzat kendisi olur!) 
Şu mu haklı, bu mu haksız? diye, idelojik açıdan fikri mücadelelerin muhasebesini yapacak değiliz. Bizim üzerinde hassasiyetle durduğumuz; böylesi mücadelelerde Türkiye ve Milleti’nin “ne kaybettiği veya ne kazandığı” olacaktır. Ancak görüyoruz ki, Türkiye “maddi, manevi” olmak üzere, hayli büyük kayıplara uğramıştır: (EYLEMLERİN FATURASI “70 MİLYON” LİRA.)
Başbakan vekili Bülent Arınç: Taksim Gezi Parkı’ndaki eylemlerle başlayan olaylarda meydana gelen zararın; “70 Milyon Liranın” üzerinde olduğunu bildirmiş. Bakınız: (ÖNCE-VATAN) Tarih: “5 Haziran 2013 Çarşamba.” 
Geçtiğimiz yıllarda, ateşe sürdüğümüz gençlerimizin bazıları idam sehpasını boylayınca, ateşe itenlerimiz: “68 Kuşağı” diye bir sloganla onları yere, göğe sığdıramaz olup, böylece kendimizi hamaset deyimlerin ardına kaydırıp, kamufle edebildik!... 
Şimdi de, kafayı yeni nesillere taktık ve “90 Kuşağı” yakıştırmasıyla, körpecik dimağları, ilim yerine, siyaset çirkefinin içine çekmeye çalışmakla, vatana hizmet verdiğimizi sanmaktayız!... 
Meselâ, “68 Kuşağı” dendiği zaman, akla ilk gelen: “Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Arslan, Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı” olmaktadır. Yanî, dıştan güdümlü bir siyasî akımın; yutup yoklara karıştırdığı talihsiz gençlerden bir küçük demet!.. 
Denecektir ki, ama onlar ölümsüzleşmiştir!... Doğrudur, hemen hepsi de dimağlarda yer etmiştir. Birer kahraman değil; birer aldatılmış talihsizler olarak!... 1978 kuşağı da; Zülfü Livaneli, Sezen Aksu ve Ahmet Kaya’ya varıncaya kadar, bir çok değerli ismi bağrına bastı. 
Günümüzde ise (Haziran 2013) “90 Kuşağı” diğerlerinin yerine alacağa benzemektedir!... Zira, medyaya göre, durum aynen öyle göstermektedir!.. 
Bu neyin işaretidir? Tek kelime ile şunun işaretidir: Türkiye üzerinde çevrilen dolapların, başlıca tezgâhçıları, bilhassa, daha evvel olduğu gibi, dönemin gençlerini, kendi inançları doğrultusunda harekete geçirerek, Türkiye’yi büsbütün karmaşık hâle sokarak, kendi ideallerini gerçekleştirip, koca bir İmparatorluğun mirasçısını, silip, süpürmek!.. 
Ne acıdır ki, bizler; bu müthiş plânın ne sahiplerini ve ne de plânın asıl çehresini görebilmiş değiliz?.. Bizlerin: “90 Kuşağı” tabirini olumlu açıdan benimseyip, ne yaman bir oyuna doğru sürüklendiğimizi görememesi, cidden pek büyük bir talihsizlik olmaktadır!... 
Henüz öğrenim çağında olup, siyaseti pek tanımamış bulunan kuşaklarımız, bir “Taksim Gezisi”, üç-dört ağaç koruma hareketine bulaşmakla, hemen her menfi gidişe son verebileceğine inanarak, “90 Kuşağı” sloganıyla meseleye el koyabilme hareketine girişmesi, sadece gençlerimize değil, aynı zamanda Türkiye’ye de zarar verebileceğini, düşünememiştir. 
“90 Kuşağı” ders başı yerine, “Siyaset başı” yapmakla, kendi nesline bizzat kendi, fenalık yapmakta olduğunu görememektedir ve zaten görebileceği seviyede “bilgi birikimi” de yoktur! 
Hangi taraf haklıdır: İktidar mı, muhalefet mi?... Ancak, her iki tarafın da bu meselede, fayda yerine zarar getirdiğini görmek, millet bütünlüğünü gerçekten üzmektedir!... 
“90 nesline”, (DİJİTAL KUŞAK) yakıştırmasını yapan sosyologlar; “Gezi eylemcisi 90  şöyle izaha çalışmışlar: (Onların ki, aktif “apolitizm”dir.) 
Bilim adamları, yüksek öğrenimde gençleri eğiten hocaları ve medyanın önde gelen köşe yazarları: Hemen her şey meydanda, bizlere sadece ortama uymak düşer mi, demek istemektedirler?... 
Şayet böyle ise, Türkiye’mizi yarınlarda pek büyük problemler bekliyor demektir!... Gençler en ala şekilde düşünebilmekte ve ona göre taleplerde bulunmaktadırlar, dendiği zaman, günümüz gençliğinin siyasî alanda ülke çapında söz sahibi olduğunu belirtir. Şayet böyle ise, o halde gençlerimizin muhtelif branşlarda öğrenim görmeleri lüzumsuzdur. Çünkü, siyaset öğrenmek başlı başına özel ilgi isteyen bir sahadır. Dahası, “alaylı bilgisi ile” de mesele geçiştirilemez!... 
Sayın, Psikiyatr Kemal Sayar, meseleye şu ifade ile eğilmektedir: (Bu kuşağı anlamadan siyaset yapılamaz!) Siyasetin bu yeni gençlerin taleplerini, psikolojilerini çok daha iyi analiz etmesi lazımdır. 
Prof.Faruk Bitek: (Boğaziçi Üni. Sosyoloji) “Gençlik şahane bir imtihan verdi!” Ve devamla: (Herkes onların apolitik olduğunu düşünürken, toplumsal olaylara sahip çıktılar.) 
60’lı yılların öğrencisiyim. Siyaset bilinci olan bir kuşaktık. Hatta onlardan daha faaldik. Fakat daha dar anlamda bir siyasetti bizimki: siyasî görüşler modeller somuttu. 
Bu gençler ise bizi aşmış durumda. Siyasetin özünü; çevreyle, yaşam kalitesiyle, kültürle ilgili olan boyutunu ortaya çıkardılar. Herhangi bir siyasi başlık altında değil, insanların iyi bir dünyada yaşamalarına katkı sağlamak için siyaset yapıyorlar. Sonuçta Türkiye için olumlu bir olay yaşadık. Ama neticesini bugün görmeyeceğiz. 10 sene sonrasının yatırımıdır bu. Genç bunlar daha büyüyecekler... 
Evet, büyüyecekler ve “diplomalı cahiller” olarak, cemiyetteki yerlerini alacaklar!.. Kendi tabirleriyle eski kuşakların günümüze varabilen temsilcileri günümüz gençlerine övgüler yağdırarak, bilhassa halkın dikkatlerine çekmeye çalışmakta ve “90 Kuşağı” yakıştırmasıyla da siyasî bir çehreye büründürerek, yeni kurbanları arenaya sürmeye çalışmaktadırlar!.. 
Takriben (1950’li yıllarda) Üniversitelerimize “illegal siyasî” davranışlar kademeli olarak yerleşmeye başlamış ve bu akım, tecridi şekilde 1960’lardan itibaren fiili hareketlerde de yer verilmiş ve böylece, nice gencimiz, talebe iken, sürüklendiği illegal akım içinde yoklara kayıp gitmiştir. 
Bazı münevverlere göre: “90 Nesli” hayli değişik bir nesil. Meselâ: “DEVRİMCİ KADIN ŞORTLA ÇIKMAZDI ŞİMDİ ÇIKIYOR” diyerek, yarı şaşkınlık ve yarı hayranlıkla konuya eğilenler şöyle buyurmaktadır: (Hiçbir devrimci kadın şortla çıkmazdı sokağa, bakıyorum kız çocuklarına, onların hepsi çıkmış. Benim kuşağımın “herkesin ortasında olmaz” dediği şeyler pekala bu çocuklar için olabiliyor. Zaten bu hareketin özelliği bu, Erdoğan’a “sen bana ne yapacağımı söyleyemezsin” deme hareketi bu.) 
Gelelim meselenin aslına: 90 Kuşağı denen hareketin bazı yanlışların düzeltilebilmesi gayesiyle meydana getirildiği söylenmektedir ama, harekete katılan gençlerin hiçbir zaman muhalefet partilerine veya Parti Başkanlarına herhangi bir sitemde bulunmamaktadır!... Bu acaba niçindir?... Kim veya kimler böyle olmasını istemektedir?... 
İşte adlarına “90 Kuşağı” dedirten gençlerimizin, bilhassa bu husus üzerinde durmaları ve enine, boyuna düşünmeleri en azından kendileri açısından elzemdir. Zira, günümüz nesillerinin de öncekiler gibi eriyip gitmelerini hiçbir zaman istemeyiz. Hemen hiç kimse darılmasın ama, işin aslı tam tersidir. Yanî, Taksim Gezisi hareketi, öncekilerde olduğu gibi gençlerin değil, onları yönlendirenlerin hareketi olması ihtimali yüzde doksandır!.. 
Saygıdeğer okuyucularım, İnşallah yeni bir yazımda buluşabilmek dileğimle, hemen hepinize de mutlu yarınlar diliyorum efendim.