Mehmed Akif, 1873 yılında İstanbul'da, sade ve geleneksel bir hayatın yaşandığı Fatih'in Sarıgüzel semtinin Nasuh mahallesinde 12 numaralı evde (Büyük bir yangında harap olan bu semtin ortasından bugün Vatan Caddesi geçmektedir) dünyaya geldi. Daha Akif 6 yaşında iken Ruslar İstanbul'a kadar ilerliyor Ayestefanos Abidesini dikiyordu. Yine 5 yaşında iken Abdulhamid, Meclis-i Mebusan'ı kapatıyor, devletin ve milletin varlığını korumak için politik dehasına ve çöküş endişesinin yarattığı bir haleti ruhiyeyle baskıcı bir politikaya yöneliyordu. Akif'in ailesi sade ve orta halli ama bir inanç ikliminin bütün olgunluğu ve güzelliği ile yaşadığı bir ailedir. Akif babasını, "Beyaz sarıklı, temiz, yaşça ellibeş ancak/Vücudu zinde fakat saç sakal ziyadece ak."diye tasvir eder. Akif, Annesini ise şöyle anlatır: "Annem çok âbid (ibadetine düşkün) bir hanımdı. Babam da öyle. Her ikisinin de dinî selabetleri vardı. İbadetin verdiği zevkleri heyecanla tadmışlardı." Şair ve düşünür Sezai Karakoç, Akif'in ailesi ve kökeni ile ilgili şu nefis yorumu yapar: "Baba soyu Rumelili, ana soyu Buharalı, doğuş yeri Fatih:Yani tam bir Doğu İslâmlığının, Batı İslâmlığının ve Merkez İslamlığının bir sentezi bir çocuk. Fatih semti, İstanbul'un içinde ikinci bir İstanbul'dur. Fatih camii, İslâm-Türk kültürünün bu ölmez abidesinin çevresinde halka halka fatih medreseleri ve semti, en saf Müslüman Türk heyecanının ördüğü bir toplumdur." Akif'in hemen hiçbir dönemde siyasetle doğrudan ilişkisi olmamakla beraber toplumsal sorunlarla ciddi ve yoğun bir ilgisi olmuştur. Dönemin bütün aydınları gibi çöküş şartlarının yol açtığı acıları derin bir şekilde yüreğinde hisseder ve bir çıkış yolu arar. Meşrutiyetin ilanından 10 gün sonra daha önceleri gizli bir cemiyet olarak faaliyet gösteren ve daha sonra partileşecek olan İttihat ve Terakki Cemiyetine üye olur. Ancak Akif, cemiyete üyeliğe girişin gereklerinden biri olan "Cemiyetin bütün emirlerine, bilâ kayd ü şart (kayıtsız şartsız) itaat edeceğim" şeklindeki yemindeki "kayıtsız şartsız itaat "itiraz eder ve sadece iyi ve doğru olanlarına şeklinde düzeltilmesi şartıyla yemin edebileceğini söyler. Ve cemiyetin yemini Akif'le değişir. Akif'in karakterinin tipik bir yansıması olan bu tutum hayatı boyunca ve herkese karşı korunan bir ilkeli anlayışın tezahürüdür. Akif' in hayatını ve ahlâkını oluşturan en önemli unsur, "kendi kendisi" olmaktır. Bu O'nun bütün hayatını yönlendiren bir ilkedir. İmanında, san'atında, yaşantısında, kendi adına ve toplum adına konuşurken hep aynı insandır ve neyse odur. Bir başkasına benzemek, ödünç alınmış kimliklerle ortaya çıkmak, olduğundan fazla görünmek ve söylediği ile yaptığı arasında bir uyumsuzluk, düşünce, duyarlık ve imanıyla ters düşmek O'nun hiç bir şekilde katlanamayacağı bir düşkünlüktür. Bu ilkeli ve bütünlüklü kişilik Akif'i bir erdem anıtı haline getirir. Akif yanılmış olabilir, yanlış yapmış olabilir, ama asla tutarsız ve samimiyetsiz olmamıştır. Akif, hayatı pahasına sever, hayatı pahasına bağlanır, hayatı pahasına inanır ve verdiği sözü hayatı pahasına verir. Bu yüzden dostluğu kelimenin her anlamıyla sonuna kadar güvenli ama o ölçüde de zorludur. Akif ahlâkî ilkelerinde kendi nefsine karşı son derece katı ama başkalarına karşı ise o ölçüde hoşgörülüdür. Akif, cehalet, taklitçilik, kibir ve şarlatanlık dışında her kusuru özellikle kendisine karşı işlenen kusurları büyük bir hoşgörü ile karşılar. Mithat Cemal, O'nun bu taraflarını tanıdıkça büyük bir şaşkınlık içinde şunları söyler:"Yüz kahramana yetecek ahlak ve seciyesiyle sıradan bir insan gibi yaşıyor!" İşte Akif bu ifadeyle ve Hüseyin Cahit Yalçın'ın sözlerinde gizlidir: "Akif iri hayatı Safahatından daha büyük bir şiirdir." Ahmet Hamdi Tanpınar, "Bu kudretli adamın bir kez bile içine dönüp bakmaması Türk Edebiyatı için büyük bir kayıptır" der, Edebiyat Üzerine Makaleler isimli eserinde. Akif içine dönüp bakan insandı ama şiirini iç dünyasının seslerine göre değil toplumun sorunlarına ve ihtiyaçlarına göre şekillendirdi. Akif'in hiç bir aydında görülmeyen tavırlarından biri de, düşünce, sanat ve mücadele anlayışı içine camiyi yerleştirmesidir. O dinin toplum için ne kadar önemli ve vazgeçilmez olduğunu bildiği kadar, yanlış anlaşılmış bir dinin daha doğrusu dinin yanlış anlaşılmasının getireceği felâketlerin de farkındadır. Hayatının en önemli uğraşlarından biri de dinin doğru anlaşılması, hurafelerden arındırılması olmuştur. Samimi bir mü'min olarak inancını geliştirmek, derinleştirmek için inanılmaz bir gayret göstermiştir. Mevlana'nın bütün eserlerini severek okuması, kendisini bir Mevlana öğrencisi olarak tanıtan çağdaşı, Muhammet İkbale duyduğu ilgi ve sevgi, uzlete çekildiği Mısır yıllarında yazdığı şiirler, tasavvuf neşvesine son derece çarpıcı örneklerdir. Türk milleti arasında öteden beri yaygın olan "İngiliz adaleti", "Fransız hamiyeti", "Alman dehası", "İtalyan terakkiyatı" gibi sloganlar itibar edilmemesi gereken, gerçek dışı sözlerdir. Mehmet Akif'e göre: "Avrupalıların ilimleri, irfanları, medeniyetleri, saniyedeki terakkiyeleri inkar olunur şey değildir. Ancak insaniyetleri, insanlara karşı olan muameleleri kendilerinin maddiyattaki terakkileriyle ölçmek kati'yyen doğru değildir." (A.Uçman, Türk Edebiyatı, Aralık 2006, s.17) Mehmed Âkif'in 1911'de 38 yaşında iken yayımladığı ilk kitabı Safahat bağımsız bir edebi kişiliğin ürünüdür. Akif'in okuduğu kitaplar şunlardır; Mesnevi, Hafız Divanı, Gülistan, Leyla ve Mecnun (Fuzuli), Victor Hugo, Lamartine, Zola, Daudet. Fransız romantiklerinden Lamartine'i Fuzuli kadar, Alexandre Dumas fils'i Sâdi kadar sevdiğini belirten şair, bütün bu sanatçıların uğraşı alanlarına giren "manzum hikâye" biçimini kendisi için en geçerli yazı olarak seçmiştir.. Mehmet Akif, 27 Aralık 1936'da İstanbul'da vefat etti. Yetmişinci ölüm yıldönümünde Akif'i rahmetle anarken, milletin her kesimi, genç-yaşlı, yöneten-yönetilen, ama her kesimi, yeniden ve can kulağıyla Akif'i dinlemeli ve anlamalıdır. Çünkü, Akif'i anlamak çağı anlamaktır. Akif'i anlamak çağı yakalamaktır. Sözümüzü Akif'in "Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın dediği" ölümsüz şiiri olan İstiklal Marşımızın son kıtasıyla bitirelim: "Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal! Olsun artık dökülen kanlarımın hepi helal. Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal: Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal."