Yediyordu Elif kağnısını,

Kara geceden geceden.

Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu,

Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar,

İnliyordu dağın ardı, yasla,

Her bir heceden heceden.

İlkokul yıllarımın, Türkçe Kitabımın ilk sayfasındaki bu şiir, resmi ile beraber hep anılarımda… Milli mücadele yılları, kadınlarımızın direnişe nasıl hangi ruhla katıldıklarını ne güzel anlatmış…

Birinci Dünya Savaşından yenik çıkmış, durumu kabullenmiş Osmanlı Devleti ve Mondros Ateşkes Antlaşması ile işgale hazır hale getirilmiş vatan toprakları… 

Uzaklardan gelip, topraklarımızı kendi aralarında bölüşen emperyalist güçler…

15 Mayıs 1919 Yunanlıların İzmir’i işgali ve Hasan Tahsin adlı genç gazetecinin ilk kurşunu ateşlemesi ile Milli Mücadele, Milli Kuvvetlerin direnişi ve tüm Ülkeye yayılması da başlıyordu.

Kuvayı Milliye; 

Vatanını, toprağını, namusunu, bağımsızlığını korumak isteyen Türk Halkının kadını ve erkeği ile destansı mücadelesinin; kurtuluştan, kuruluşa giden yolun; asker sayısı yetersiz olan düzenli orduya, halkın her şeyi ile desteğinin;  Emperyalizme karşı Anadolu’da yazılan destanın adıdır.

Kurtuluş Savaşı kadını ile erkeği ile bir milletin varoluş mücadelesiydi.

Türk kadını sadece cephe gerisinde değil, cephede de asker olmuş, savaşmış, başarının adı olmuştu.

Kadınlarımız kendilerine ihtiyaç duyulan her yerde, olması gerektiği gibi erkeği ile beraber mücadele vermişti.

Balkan savaşları, Birinci dünya savaşı ile cephelerde savaşan erkek nüfusun çoğunun hayatını kaybettiği, sakat kaldığı bir dönemde; Ülkenin İşgali ile gönüllü başlayan halk hareketinde kadınlarda mücadele de yerini almasını bilmişti. 

Kuvayı Milliye; Ülkenin dört bir yanında yanan çoban ateşleriydi. Bu ruhun tüm Ülkeye yayılması için sivil protesto eylemleri ve mitingler yapılmaya başlanmış; Bunların öncülüğünü de yine kadınlarımız yapmıştı. Halide Edip Adıvar bunlardan biriydi.

Baltaköylü Arşın Teyze’nin “Aydın’da cami minaresinde asılı bulunan mavi bayrak orada dalgalandıktan sonra “Sen efe olsan ne yazar, olmasan ne yazar.” sözleri Yörük Ali Efe’yi dağlardan indirmiş; Yörük Ali Efe’nin kurduğu ilk Kuvayı Milliye Birlikleri ile Aydın’ın kurtuluşu sağlanmıştır. Aydın ve Çevresinde mücadele veren efeler arasında, ölen kocasından yadigâr kalan küpelerini satarak aldığı silahla mücadele veren Efe Ayşe de tarihe yazılan bir başka kadın kahramandır. ‘’Efe’’ kıyafeti giyen ve lakabını alan ilk kadın Kuvayı milliyecidir.

Ayşe Çavuş, Çiftlikli Kübra, Selanikli Ayşe Hanım, Kara Fatma, Halime Çavuş, Gördesli Makbule, Şerife Bacı ve daha adını sayamayacağımız birçok kadın kahramanlarımız önce Kuvayı Milliye içinde; daha sonra da düzenli ordu da yer alarak Anadolu’nun kurtuluş destanını yazanlardır. Tek amaçları namus, vatan ve bağımsızlıktı. Yüreklerini, çocuklarını, mallarını, canlarını ortaya koyanlardı.

Milli Mücadele sırasında İstanbul’dan Anadolu’ya getirilen silah çok önemliydi. Daha çok Batı Karadeniz limanlarına getiriliyor, buradan da Anadolu’ya, Ankara’ya taşınıyordu. Kağnılarla bu taşıma işini yine kadınlarımız yapıyordu.

İnebolu limanından kağnısı ile cephane taşırken donarak ölen Şerife Bacı’yı tarih nasıl unutabilir ki? Yanında taşıdığı ince yorganını kendini ısıtması için değil de cephane ıslanmasın diye kullanan Şerife Bacıyı…

Bu Ülkede ben ve benim gibi milyonlar; cephe gerisinde, cephede Kuvayı Milliye ruhu ile mücadele eden adını anamadığım binlerce kadına, erkeğe minnet ve saygı duyar.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıktığında Ülkenin durumunu Büyük Nutkunda çok güzel anlatmıştı. 

İşte Vatanın dört bir yanında yanan çoban ateşlerini bir yangına çeviren Ulu Önder; Milletini arkasına alarak tam bağımsız bir Türkiye adına Emperyalizme karşı o destansı mücadeleyi yapmıştı.

Bugün Kuvayı Milliye ruhunu başka örgütlere atfetmek, tarihin hafızasına kara leke çalmaktan başka bir şey olmayacaktır. Bu ruhun doğuşu ve amacı bellidir.

Türkiye Cumhuriyetinde doğmuş, eğitim almış, yazarken bile Kuvayı Milliye ruhunu içinde yaşayan bir Cumhuriyet Kadını olduğum için özellikle kadın kahramanlar ve kuvvacılardan bahsettim. Ama bu mücadelenin içinde herkes tek başına bir kahramandı.

Ülkemizin ve Cumhuriyetimizin geçtiği şu zor süreçte; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün İlke ve Devrimlerinin yol göstericiliğine ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu milletçe bir defa daha gördük ve yaşadık. 

Kimileri bu gerçeği görmezden gelse de, kimileri tarihe yazılı bu gerçekleri ters yüz etmek istese de; tarihin şaşmaz adaleti her defasında bu tür teslimiyetlere, dönüşümlere hak ettiği yanıtı vermiş; her defasında Büyük Önderimiz Atatürk’ün devletimizin kuruluş manifestosuna yazdığı gerçekler dile gelmiştir.

O gerçeklerdir ki;

Hala Türk Milletinin yaşam felsefesidir,

O gerçeklerdir ki;

Günümüzün karşı devrimcilerine karşı direnmektedir,

O gerçeklerdir ki

Çağdaş Türkiye’nin aydınlık yarınları olmaya devam etmektedir.

Ülkemiz işgal altında iken; 19-22 Mayıs tarihleri arasında yapılan mitinglerin birinde İstanbul Kadıköy’de konuşan Münevver Saime Hanımın sözlerini tekrar etmek, tarihin sesiyle seslenmek istiyorum:

Ne demişti o münevver kadın:

’’Ben hürriyeti gasp edilmiş bir milletin kızı olarak istiklalime nasıl yürüyeceğimi söyleyeyim: Efendiler! Az söylemek, çok iş yapmak zamanı gelmiştir. Biz yalnızca ağlıyoruz. Ağlamakla kazanılacak hak, hıçkırıklarımızı işitecek kalp yoktur. Teşkilat yapmak… Nihayet işe başlamak zamanıdır.’’

‘’Atatürk’ün izindeyim’’ ‘’ Mustafa Kemal’in Askeriyim’’ demek artık yetmiyor. 

Zaman; Ağlamaktan, sızlanmaktan vazgeçip, çok iş yapma, elimizi taşın altına koyma zamanıdır. Az söyleyip, çok çalışma zamanıdır.

Kocabaş yığıldı çamura,

Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar,

Örtüldü gözleri örtüldü hep.

Kalır mı Mustafa Kemal'in kağnısı, bacım,

Kocabaşın yerine koştu kendini Elifçik,

Yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden.