SEVGÜL EROĞLU

İSTANBUL

Antakya Film Festivali’ne katılmak için bindiğim uçak havaalanına inerken ilk kez geldiğim, bu her yeri tarih kokan şehirde beni bekleyenlerin heyecanı içindeydim. Bir gizli görevin üzerimizdeki gücüyle birbirimizi tanımadan yakın durduğumuz kişilerin, sinema camiasından olduğuna ise kesin emindim. Bir şekilde sinema denen platonun içine düşmek böyle bir şeydi. Kıyafetten tutunda davranış biçimleri, ufaktan bir kendini beğenmişlik -ki haklarıydı sinema a- sından z- sine kadar büyük bir özveri gerektiren sabır işi- heyecanlı tavırlar, bir meraklı göz gezdirmeler…

İşte Necdet Tok ile böyle bir ortamda, hepimizi otele götüren serviste tanıştım. Çok eğlenceli, konuşkan, entelektüel, dümdüz bir adamdı. Şoförün sağımızda kalarak bize eşlik eden heybetli dağların adını bilmemesi üzerine, sazan gibi atladım coğrafyaya olan ilgimden; Amanos !!!

Antakya’da iletişimde kaldığımız kısa süre içinde, Necdet Bey ile  yaptığımız sohbetlerden sinema dünyasının içinde bilmediğimiz ne kadar da çok kutucuklar ihtiva ettiğini ve bunların sırayla perde perde açıldığını anladım.  Hele de o dönemin ilkel metotlarıyla 600 e yakın filmin kurgusunu anlatırkenki ilk günkü heyecanı görülmeye değerdi. Hayatımda ilk kez bir kurgu yönetmeni, özellikle de bu işe yıllarca gönül vermiş bir değeri, kıymetli bilgilerini sizlere de aktarmak adına İstanbul’da bir söyleşi için söz aldım. Buyrun işte o gün bu gün…

Öncelikle beni kırmadığınız ve deneyimlerinizi bizimle paylaştığınız için müteşekkirim. Hepimiz yönetmenlikle ilgili az ya da çok bilgi sahibiyizdir ancak bizi bu konuda aydınlatırsanız seviniriz. Nedir Kurgu Yönetmenliği? Hani bana Antakya’da uzun uzun anlattığınız o geçişleri biraz da okuyucularımıza aktarsanız?

Öncelikle kurgucu sabırlı, dikkatli ve işinde titiz olmalıdır. Bu işin sonunda ya derviş olursun, ya da ayyaş olursun... Şaka bir yana,  film kurgusu üç  referansla yapılır. Hareket devamlılığı, konuşma devamlılığı ve duygu devamlılığıdır. Kurguda ya senaryoya uyarsın, ya yönetmene uyarsın, ikisi de uymuyorsa, kendine uyarsın.

Montajcı film kurgusunu başlangıcından bu yana bu ilkeler etrafında yapar. 

Kurgucunun en önce resim montajını ses montajını ve müzik montajını bilmesi şarttır. Bazen oyunculardan birinin hareketini, sahnede olan bir hareketi, başlangıcı referans alır ve bir sonraki planı o hareket ile bağlar. Kurgucu filmin dilini bilmelidir. Yani aşk filmi mi, macera mı, yoksa sanat filmi mi? Filmi o vasıflar üstüne kurgulamalıdır. Kurgucu bazen konuşmayı, diyalogu referans alır ve oyuncunun konuşmasına göre plan bağlanır. Konuşmaların seyirciyi getirdiği bir sahneye, mekâna, karaktere bağlar. Her resmin bir doygunluğu, yeter dediği bir yer vardır. Nasıl gözün ve zihnin bir resmi kavrayıp, anlamlandırması için bir süre gerekiyorsa, duygu için de bir zaman gerekir. Kurguyu bu şekilde bilerek yaparsa filmin tadına doyum olmaz. Arkadaşların şunlara da dikkat etmesi lazım. “Yayın Kopyası” çıkana kadar; müzik, ses ve renk işlerini de takip etmesi, filmin bir bütün halinde değerlendirebilmesi için çok mühimdir.

Esasen, kurgucu, yönetmene ve senaryoya tabii ki tabi olmalıdır.  Eğer yönetmen senaryoya sadık kalmışsa problem yoktur, kalmamışsa kafasına göre çekmişse fazla yapacak bir şey yoktur. Film akışı iyiyse yine problem yoktur. Fakat bazı yönetmenler kafasındaki takıntıları ve fikirleri masada denemek ister. Filmin başını sona, sonunu ortaya, ortasını da başa koymak gibi birtakım denemeler yaparak filmi seyredilmez hale getirebilir. Yönetmen bu deneme yanılmalardan sonra senaryoya sadık kalarak ilk kurguyu devam ettirmek istediğinde kurgucuda zihin yorgunluğuna, kafa karışıklığına, bezginliğe ve zaman kaybına sebep olur.  Bu gibi hallerde kurgucu, kurguyu ya ileri bir zamana bırakır, ya da “ya sabır” diyerek devam eder. Eğer kurgucu, yönetmenle tamamen ters düşüp işin kötüye gittiğini anlarsa, filmin kurgusunu başka bir kurgucuya bırakmaktan çekinmemelidir. Benim böyle bıraktığım filmler olmuştur. Burada isim vermek istemem. Filmin jeneriğinde kurgucunun da adı yazılıyor. Hiç kimse beğenmediği işin altına imzasını atmaz. 

İçinde bulunduğumuz teknolojik çağda bu meslek yine bu adla mı anılır? Böyle bir mesleğin eğitimi var mıdır? Yani okul tercihlerini yapmaya çalışan öğrenciler ben ‘Kurgu Yönetmeni’ olmak istiyorum deseler hangi okulu yazmak durumundadırlar?

( Gülüyoruz. Sanki soruyu yök başkanına soruyormuşum gibi)

Ne yazık ki şu anda sinema eğitimi veren okullar olan iletişim fakülteleri ya da güzel sanatlar fakültelerinde branşlaşma tam net değil. Dolayısı ile kurgu yönetmenliği de ayrı bir branş olarak okutulmuyor. Ders olarak görülüyor sadece, ama yeterli değil, ayrıca şu da bir gerçek ki bu okullara giren öğrencilerin de hepsi, yönetmen olma hevesi ile okula giriyor ve okuldan usta bir yönetmen olarak çıkacaklarını düşünüyor.Ancak okuldaki teorik bilgileri pratikte çok bir işe yaramıyor. 

İşinizin en zor kısmı nedir?

Geçmişte de günümüzde de, acemi ve iş bilmez yönetmenlerle çalışmak ömür törpüsüdür. Deveye hendek atlatmak gibidir. Sürekli zamana karşı bir yarış içinde olduğunuz bu sektörde, verdiğiniz emeğin karşılığını alamamanız da cabası. 

Sırası gelmişken, biraz geç oldu ama…. Sizi bir tanıyalım. Sevdanız ve mesleğe başlamanız nasıl oldu? İlk işe hangi stüdyoda başladınız? Tercihinizden dolayı o dönemlerde aileniz size zorluk çıkardı mı?

Bu işe 69-70 yıllarında fotoğraf stüdyolarında çalışmaya başladım. O zamanlar 15-16 yaşındayım, çocuk sayılırım. İlkokul yıllarımda Suat Yalaz'ın çizdiği Karaoğlanlar vardı, okuyanlar bilir. Tefrika halinde çıktığı gazetenin tirajını ikiye katlamıştı. Suat Yalaz, Karaoğlan filmini çekmeye karar vermiş. Filmin Karaoğlan rolü için yapılan seçme yarışmasında Abdullah Abi seçilmiş. Abdullah abinin boyu posu, kaşı gözü yerinde, atletik yapılı, sempatik, dövüşten de anlar. Takkeyi de takınca çıkar dergideki Karaoğlan. Abdullah Abi Karadenizliydi. Suat Beyle bir konuda anlaşamamışlar o da isim. Filmin ismi Altay’dan Gelen Yiğit. Suat Bey Abdullah adı uygun değil diyerek sana filme uygun bir isim bulalım demiş. Dumrul, Hakan, Buğra, Kaan gibi bir Orta Asya ismi lazım. Abdullah abi de anamın babamın koyduğu ismi değiştirmem deyince..

Suat bey, ,

- Abdullah abi ya aslanım bak Cüneyt Arkın bile Fahreddin Cüreklibatur'dur aslında, diyor.

Abdullah abi de,

-Yok anam babam ne koyduysa o, büyüklerimi karşıma alamam, diyor.

Bunun üzerine anlaşamamışlar ve Suat Yalaz Ankara'dan bir tiyatrocuyla anlaşmış. Adı Kartal soyadı Tibet, Karaoğlan onunla devam etti yoluna. Ama Abdullah abi yine de sektörden elini ayağını çekmedi. Beni tanır severdi. "Seninle bir film (Kağnı, Ecel Tarlası) çekeceğiz" dedi, "abi kardeşi oynayacağız tamam mı?" dedi, ben de tamam dedim. Maslak'ta bir plato kiralamış. Gittim baktım koca bir hangar, dekorlar, iskeleler, panolar. Anahtarları da verdi bana. İşe başladık. Sabah açıyorum, akşama kadar ne gelen var, ne giden. O zamanlar Maslak dağ başı, orada bir başıma kaldım. Aç mısın, susuz musun diyen yok. Kimse arayıp sormuyor, para da veren yok, yapacak iş de yok.  Günler böyle geçiyor. Bir kış günü sobayı yakmış yatmışım, baktım anahtar döndü kapı açıldı, içeri orta yaşlı bir adam girdi. Hayrola sen de kimsin dedim.

-Ben buranın sahibiyim! dedi gelen adam. Ben de burası Abdullah abinin dedim.

-Abdullah benim kiracım. Bak sobayı da harlatmış yayılmışsın koltuğa, yakacaksın mekânı, başıma iş açacaksın, kalk söndür şunu! dedi.

Duvar dibinde yangın malzemeleri olur malum, su ve kum dolu altı kırmızı kova.

-Söndür mü diyorsun? Dedim. O da,

-Evet derhal! Dedi.

Alırsın abi kovaları boca edersin kafadan. Sobanın içi kıpkızıl köz, her yer buhar duman. Anahtarı da savurdum, "sahibiysen hayrını gör dedim çıktım. Arkamdan şaşkın şaşkın bakakaldı.

Aradan birkaç ay geçti. İstinye'de arkadaşlarla geziyoruz, baktım yine o adam karşımda. Meğer o adam Kunt'un Kuntulgar ‘ın babası Sabahaddin beymiş. Sebahattin bey, eski bir baş komiser, insan sarrafı adeta. Sabahattin bey,

-Oğlum sen neredesin. Abdullah Abin de seni arıyor, söz vermişsin, filmde birlikte oynayacakmışsınız, dedi bana. 

Ben de:

-Ben bu işi sevmedim, bana göre değil, dedim. 

Sebahattin bey:

-Dur acele karar verme, platonun önü koskoca film stüdyosu, hiç merak edip de burada ne yapılıyor diye gelip bakmadın. Görmen lâzım. Sen ne meraksız çocuksun. Gel bir gör, hoşuna gidecek inan. Yarın sabah misafirim ol. Filmler nasıl bağlanıyor şekilleniyor bir izle. Beğenmezsen dönersin zorlama yok ya! Davete hayır denmez! Seni bekliyorum mutlaka, dedi.

Ertesi sabah stüdyoya gittim. "Sarı Arabanın Esrarı" yabancı bir filme dublaj yapıyorlar. Ooo kimler yok ki Saadettin Erbiller, Saide Keskinler. İçeride beş altı tiyatrocu rabarba yapıyor. Seslerine aşinayım zaten. Laboratuvar, karanlık oda, matipo hepsi de ilginç geldi. Filmler yıkanıyor kurutuluyor. Baktım projeksiyon makinasına filmi lüp yapmışlar. Ses sanatçıları prova ve kayıt yapıyorlar. O gün makiniste ve ses mühendisine yardım ettim. Zamanın nasıl geçtiğini bile anlamadan baktım sabah olmuş. Sabahaddin Bey geldi;

-Nasıl beğendin mi stüdyoyu? Dedi. 

Ben de:

-Evet dedim.  Stüdyo hikayem böylece başladı. 

Bir gün rahmetli babam yanına çağırdı. 

-Oğlum sen ne iş yapıyorsun? dedi. Ben de,

-Stüdyo, film montaj işleri dedim.

Babam filmcileri pek sevmezdi. Bir şartla müsaade ederim dedi.

-Rejisörlük ve kameramanlık yapmayacaksan olur. Şunu da bil ne iş yaparsan yap istersen çöpçülük işinin en iyisini yap, dürüst ve ahlaklı ol, diye bana nasihat etti. Ben de, babamın sözünden çıkmadım ve çıkmayacağım. 

Ben biliyorum ki yıllar içinde yaptığınız sadece kurgu yönetmenliği değildi. Sinemada başka hangi alanlarda çalıştınız? 

Senkron, montaj, dublaj yönetmenliği , dublaj makinistliği, labaratuar, renk uzmanlığı, senaryo, oyunculuk, belgesel yönetmenliği, metin yazarlığı…  

Kurgu Yönetmenliği için dokuz-altı çalışılan bir meslek olmadığını düşünüyorum. 600 film bu hiç, yeter ya yapmıyorum kurgu murgu… dediğiniz oldu mu?

Olmaz mı canım? Dediğim gibi, işini bilen insanlarla çalıştığınız zaman bir sıkıntı yok. Ama iş bilmez, kararsız insanlarla çalıştığınız zaman tam bir çileye döner. Bir filmin kurgusunda, saatlerinizi verirsiniz ve bir planın, sonraki hangi plana bağlanacağını gayet iyi bilirsiniz, deneme yanılmayla olacak iş değil bu. Plan kendinden sonraki planı size söyler zaten.  Ancak ne çektiğinden habersiz bir yönetmen yanınıza oturdu mu başlar denemeye. Dolayısıyla bu da yıllarını bu işe vermiş bir kurgu yönetmenini sıkmaya başlar. Çünkü dediğim gibi, tecrübeli bir kurgu yönetmeni zaten onun denediğinin olup olmayacağını bilir. Beyhude çabalar da zaten bu sıkışık süreçte hem zaman, hem emek kaybıdır. Yine de hiç bir zaman bu işi bırakıyorum dediğim olmadı, ama daha sonrasında asla çalışmam dediğim isimler oldu. Onlar da ben de kalsın. 

Çok sevdiğiniz ya da yapmaktan gurur duyduğunuz filmleriniz desem?

O kadar film için de hiç birini birbirinden ayırmadım, yüksek bütçeli, düşük bütçeli demedim. Kabul ettiğim her filme, emeğimi ve tecrübelerimi aktardım. Bu aslında o andaki filme değil mesleğime saygımdandı. Ve bu saygıyı hiç kaybetmedim.  

En çok kimlerle çalışmaktan keyif aldınız? Haydi bir de uyuz olduklarınıza gönderme yapsak? (Yine gülüyoruz) 

*Necdet Bey ile sohbet ederken asla somurtamazsınız. Çünkü o size izin vermez. O kadar anıyı o kadar ustaca birbirine bağlayarak anlatır ki ne zaman buraya geldim ya, dediğim çok olmuştur.

Çok değerli ve usta yönetmenlerle de çalıştım  ki ustalarla çalışmak, insana zevk verir.  Fakat anlaşamadıklarımın sayısı da az değil. Filmini kurtardığım çok insan olmuştur. Ama sonra ikinci filminde, şeytan görmüş gibi benden kaçmıştır. İlk filminde kazanmış olduğu prestiji, ikinci filmde bir başkası ile çalışarak filmi heba etmiş ve batmıştır.  

Yeşilçam kaldı mı? O güzel insanlar atlara binip gittiler mi? ( Bu kez ben muzip tarafıma geçiyorum)

Tabii ki kalmadı. Yoksa neden hala bugün eski yeşilçam filmlerini yüzümüzde gülümsemeyle seyrediyoruz . Çünkü özlüyoruz. Çünkü yeşilçamda samimiyet vardı. Jönlerin yanında, karakter oyuncuları vardı. Samimi yıpratılmamış hikayeler vardı.  Bunlar para için yapılmadı. Hepsi gönül vermiş insanlardı. Gidenlere Allah rahmet eylesin …. 

Türkiye ile dünya sinemasını mukayese etmenizi isteyebilir miyim? Sizce sinemamız nerelerde?

Amerikadan sonra dünyaya proje satan 2. Ülke konumuna geldik. Tarihi ve güncel projelerimiz yurt dışında da ilgi görmeye başladı. Devamının gelmesini diliyorum tabii ki. 

Dünya sinemasında keşke çalışabilsem dediğiniz yönetmen var mı? Ya da hiç böyle gelip kaçan bir fırsat yaşadınız mı?

Aslında 1981 senesinde Hollywood’da bir stüdyodan  teklif aldım. Yeni evlendiğim için teklifi reddettim. Aslında yabancı filim olmadığından dolayı kabul etmedim. Fakat biz yabancı filmlerin dublajını yapardık. Aslında bu anlamda çalışmış gibi olduk. Love Story gibi bazı filmlerin dublajını ve senkronlarını yaptım. Ve çok takdir topladık. 

Balkan göçmeni olduğunuz bariz, açık ten renkli göz, özel bir fiziğiniz var. Sanki western filmleri kahramanı gibisiniz. 

( Kahkahalar…) Hiç kamera önü ilgi alanınız olmadı mı? 

Olmaz olur mu? Aynı zamanda oyunculuk da yaptım. 25 kadar flimim var. Bunlardan bazıları, Süpermen Dönüyor, Yılmayan Şeytan, Buraya kadar şeytandık, sonra Evliya olduk,  Veysel Karani, Sonsuz Merhamet, Hz. Rabia Mevlevi gibi  manevi filmlerde de aranan adam oldum.

Eğitmenlik yapmanız şart bence. Çünkü bence yaşanmışlıklar teoriyi ezer geçer. Böyle bir girişiminiz oldu mu? 

İstanbul Üniversitesi’nden böyle bir teklif geldi ama, akademik olarak böyle bir çalışmada bulunmadım. Ama yıllar içerisinde sektörde birçok genç insanın üstünde emeğim oldu. Tabii bu, o gençlerin  istek ve hevesleriyle alakalı bir durum. Şu anda o azme sahip olan kardeşlerim piyasanın önemli projelerinde yer almakta, akademi de ders verenler de var. Onlarla gurur duyuyorum. Sağolsunlar, varolsunlar. 

Değerli birikimlerinizden oluşan bir yayın, belgesel var mıdır? Varsa nasıl ulaşabiliriz?

Çok kişiye deneyimlerimi tecrübelerimi anlattığım birçok yayın oldu ama, nerede ve nasıl değerlendirdiler bilmiyorum.  

Halen mesleğe devam ediyor musunuz?

Ömrüm olduğunca devam edeceğim inşallah. 

Yaşam mottonuz nedir? Neler sizi mutlu eder? Sanki hobilerinizi sormak istiyorum gibi…

İyi insan, doğru insan, dürüst insan ol! Bilgini, sevgini, emeğini paylaş. Sonrası zaten mutluluk.  

Gençlik…Gençlerin hali nasıl sizce? Bizlerin gençliği nasıldı onlar nasıl sizce? Başarılarınızla mesleksel ya da disiplin olarak onlara önerileriniz neler olur?

Gençlerimiz çok başarılı. Hepsiyle gurur duyuyorum.

Ama bir şey eksik. Sebat etmeyi bilmiyorlar. Ne olursa olsun, hangi işi yaparlarsa yapsın, en iyisini yapsınlar ve en iyisi olmak için sabırla çalışsınlar.   

2023 ten beklentileriniz nelerdir?

Devletimize milletimize hayırlı olsun. Allah devletimize, milletimize zeval vermesin. Allah sizin de başarılarınızı daim etsin. 

Sizlere de sağlık, umut, mutluluk dolu yıllar diliyorum.

Çok teşekkürler.

Necdet Tok

Doğum Tarihi - Yeri: 1953 Adapazarı

Necdet Tok, 20 Kasım 1953’te sekiz çocuklu bir ailenin dördüncü üyesi olarak Adapazarı’nda doğdu. Balkan göçmeni bir aileye mensuptur. Adapazarı Şeker İlkokulu’nda başladığı ilköğrenimini ailenin İstanbul’a taşınması üzerine Pendik Abdurrahman Gazi İlkokulu’nda tamamladı. Beşiktaş Ortaokulu’ndan mezun olduysa da devamsızlık yüzünden liseyi bitiremedi. Bir süre fotoğrafçılık yaptı. Sonra film sektörüne girdi. Eğitimini film stüdyoları ve film setlerinde yaptı.

1969’da Milli Film Stüdyosu’nda çalışmaya başladı. Burada film baskısı dışında ses ve dublaj makinistliği yaptı. Ardından pozitif ve negatif montaj kısmında karar kıldı. Yüzlerce filmin senkron ve montajını üstlendi. Osman Fahir Seden, Yılmaz Atadeniz, Natuk Baytan, Memduh Ün, Kartal Tibet, Çetin İnanç ve Nazif Tunç gibi pek çok yönetmenle çalıştı. Yuvanın Bekçileri (1977), İstanbul 79 (1979), Gol Kralı (1980), Dünyayı Kurtaran Adam(1982), Japon İşi (1987) , en son Nazif Tunç’un yönetmenliğini yaptığı Karınca(2020)  filminin kurgusunu yaptı. Kurgu dalında bir çok ödül aldı. 

1994’te TGRT’de Film Denetleme Kurulu’nda görev aldı. Bu dönemde çeşitli türlerde pek çok filmin (belgesel, tanıtım filmi vb.) yönetmenliğini yaptı. Çeşitli projelerde kameramanlık, süpervizörlük, genel koordinatörlük, yapımcılık gibi görevler üstlendi. Veysel Karani, Hazreti Rabia, Sonsuz Merhamet, Hicret, Rüya Peşinde “ Takkeci Baba”, Semazen  gibi çok seyredilen filmlerde oyunculuk yaptı. İstanbul’daki Kademi Şerifler, Hacerül Esved’in Bulunduğu Mekanlar, Topkapı Sarayı, Araya Araya Bulsam İzini “Yunus Emre” belgesel filmlerin yönetmenliğini ve yapımcılığını üstlendi.