Kur’an hikmeti; insanın kendini bir abd / kul olarak görmesini,
İnsanın Allah’tan başkasına -en büyük mahlûk / yaratık da olsa- ibadet / kulluk etmemesini,
İnsanın, Cennet gibi muhteşem; gözler görmemiş, kulaklar duymamış,
En büyük bir mükâfatı / ödülü bile ibadetine sebep ve vesîle yapmamasını,
Müslümanın, mütevazi / alçak gönüllü ve halîm / yumuşak huylu, hoş davranışlı biri olmasını,
Kur’an hikmeti, insanın amel / fiil ve işlerini sırf Allah rızası ve fazilet için ifa etmesini,
Yalnız bunlar için yerine getirmesini,
Kulun seyyidine / efendisine yani Allah’a dayanmasını;
Ancak bu şekilde kavi / kuvvetli olabileceğini,
Dayanak noktası olarak kuvvete bedel “Hakk”ı kabul etmesini,
Çünkü hak; kuvvette değil, kuvvet haktadır.
Kuvvetli olan haklı değil, haklı olan kuvvetlidir.
Gayede menfaat / çıkar’a bedel fazilet ve İlâhî rızayı elde etmesini,
Hayatta cidal / niza, cenk ve kavga düstûru / ilkesi yerine,
Teavün / yardımlaşma düstur / prensip ve ilkesini esas tutmasını,
Kur’an hikmeti, kulun nefsanî heveslerinin, ona buna tasallutuna /
Musallat olmasına / sataşmasına sed çekmesini,
Rûhunu maaliyata / yüksek, derin fikir ve bilgilere teşvik etmesini /
Bu hususlarda göstermesini,
Ulvî / yüce his ve duygularını tatmin etmeyi istemesini,
Kendisini insanî kemâlâta / olgunluğa sevk etmesini / yöneltmesini;
İnsanlığını ancak bu şekilde kazanabileceğini,
Hakkın şe’ni / isteği “İttifak” / “Bir ve Beraberlik” olduğu,
Fazîlet / değer ve meziyetin şe’ni / gereği; “tesanüd” / “Dayanışma” olduğu,
Teavün / yardımlaşmak prensip ve ilkesinin şe’ni / gereğinin
“Birbirinin imdad ve yardımına koşmak” olduğu,
Nefsi gemlemek ve bağlamakla; rûhu kemalâta / yükselişe kamçılamakla serbest bırakmanın;
İnsanı “Saadet-i Dâreyn” / “Dünya ve Ahiret Saadeti”ne ulaştıracağı,
Mevcudat / varlığın hakikat, işleyiş ve tabiat olayları dediğimiz;
Oluş ve hareketlerinden bahseden ve bunları konu edinen Hikmetü’l-Eşya /
Fizik, Kimya, Botanik gibi ilimlerin; aslında Allahın Hakîm /
İş ve Emirleri gayeli olan Zât’ın isminin;
En büyük tecellileri / İlâhî lûtfun görüntü ve yansımaları olduğu,
Bu tecellilerin müdebbirane / tedbirlice, geleceği de dikkate alarak ve mürebbiyane /
Terbiye edici, yetiştirici olarak varlıklarda kendini gösterdiğini,
Bunlardaki menfaat ve maslahatları / faydaları görmekle ancak
Hakîm ismine nüfuz edilebileceği,
Çünkü Hakîm ismini anlamakla, hikmetin hikmet olduğunun farkına varılacağı,
Müsebbebata / bir sebep ve nedenle meydana çıkanlara takılan
Netice, gaye ve faydalar; bilbedahe / besbelli ki esbab / sebepler perdesi arkasında,
Kerîm olan bir Rabb, rahîm olan Hakîm bir Zât’ın işleri olduğunun anlaşılmasını,
Zira şuursuz ve bilinçsiz sebepler, elbette bir gayeyi düşünüp taşınamaz.
Oysa, meydana gelen her mahlûk / yaratık, bir gaye değil;
Belki değil muhakkak ki, sayısız gaye, fayda ve hikmetleri takip ederek vücuda geliyor.
Demek ki, Hakîm ve Kerîm olan bir Rabb; o şeyleri yapıp gönderiyor.
O faydaları; var edilişlerinin gayesi yapıyor.
İşte Kur’an hikmeti; böyle sayısız hikmetleri açık veya kapalı olarak
Basar / maddî gözümüze ve basîret / manevî kalb gözümüzün önüne sermiş bulunuyor.
Çünkü İlâhî iradeden doğan ekmel / çok mükemmel bir nizam / düzen var.
Hilkat / yaratılışta tam bir hikmet / gaye ve maksat hükümferma / hüküm sürmekte.
Âlem’de abes / faydasızlık ve lüzumsuzluk yok. Fıtrat / yaratılışta israf yok.
Bu şahidleri tezkiye eden / doğrulayan, istikra-i tam / tam bir bilgidir ki;
Her fen, mevzuu / konusu bulunduğu nev’in / türün nizamına âdil bir şahid ve tanık.
Çünkü her bir fen nurlu bir bürhan / delil olup, mevcudatın silsilelerinde;
Salkımlar gibi asılıp sallanan maslahat / faydalılık semerelerini / sonuçlarını
Ve ahvalin / hâllerin değişmesinde gizli olan fayda ve yararları göstermekle;
Saniin / Sanatkârane Yaratıcı olan Allah’ın kasd, irade ve hikmetini ilân ediyor.